14 Mayıs 2025
Tâ-Hâ Sûresi 99-113 (318. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Tâ-Hâ Sûresi 99. Ayet

كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ  ...


(Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir (Kur’an) verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ böylece
2 نَقُصُّ anlatıyoruz ق ص ص
3 عَلَيْكَ sana
4 مِنْ -nden
5 أَنْبَاءِ haberleri- ن ب ا
6 مَا
7 قَدْ
8 سَبَقَ geçmişlerin س ب ق
9 وَقَدْ gerçekten
10 اتَيْنَاكَ sana verdik ا ت ي
11 مِنْ -dan
12 لَدُنَّا katımız- ل د ن
13 ذِكْرًا bir Zikir ذ ك ر

كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ 

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَقُصُّ  olan mahzuf mef’ûlun mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

نَقُصُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  عَلَيْكَ  car mecruru  نَقُصُّ  fiiline mütealliktir.  مِنْ اَنْـبَٓاءِ  car mecruru  نَقُصُّ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  مِنْ  ba’z manasında gelmiştir. (Âşûr)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  قَدْ سَبَقَ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  سَبَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.


 وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ

 

 

وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اٰتَيْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ لَدُنَّا  car mecruru  ذِكْراً ’nın mahzuf haline müteallıktır.  ذِكْراً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتى ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ 

 

Fasılla gelmiş istînâfiyye cümlesidir. Muhatap Hz. Muhammed’dir (s.a.v)

كَذٰلِكَ , amili  نَقُصُّ  fiili olan mahzuf bir mef’ûlun mutlaka müteallıktır.

نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil kalıbında gelmesi bu faaliyetinin bir defalık olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir.

Muzari fiil, teceddüt ve hudûsa delalet eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 84)

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Bu kıssalardaki güzel halleri gözönünde canlandırmak için  نَقُصُّ  fiili muzari olarak gelmiştir. (Âşûr)

Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  قَدْ سَبَقَ  cümlesi,  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

كَذٰلِكَ ’deki  كَ  teşbih harfidir.  ذٰلِكَ  müşebbehün bihtir. Müşebbehin konumu öyle yüce bir yerdedir ki ona benzeyecek bir şey yoktur manasındadır. Bu ifadede mübalağa sanatı vardır.

كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ  [İşte böylece sana anlatıyoruz] cümlesinde mürsel-mücmel teşbih vardır. (Safvetü’t Tefasir)

نَبَاَ ; büyük fayda sağlanan, kendisiyle zann-ı galib oluşan haberdir. Allah Teâlâ’nın burada haber değil de  نَبَاَ ’yi tercih etmesi mana-lafız uyumunun yani teşâbüh-i etrâf sanatının, güzel bir örneğidir.

Cümle istînâfiyye ve tezyîl cümlesi olarak gelip Musa’nın (a.s.) risalet kıssasına ve onu takiben İsrailoğullarıyla arasında geçen hadiselere atıfta bulunmuştur. (Âşûr)


وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ

 

وَ  atıf veya haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber, talebî kelamdır.

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

لَدُنَّا  izafetinde  لَدُنَّ ’un azamet zamirine muzâf olması, ona tazim ifade eder.

İkinci mef’ûl olan  ذِكْراًۚ ’nin nekre oluşu, tazim ve tekrim içindir. 

Sana tarafımızdan zikri yani “Kur'an'ı verdik” buyurmuştur. Bu tıpkı [Bu, (Kur'an) indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. (Enbiya Suresi, 50)] , [Hiç şüphesiz o Kur'an senin için bir zikir hatırlatma, bir vaz-u nasihattir. (Zuhruf Suresi, 44)] ve [Zikirli Kur'an’a yemin olsun. (Sad Suresi, 1)], [Onlara ne zaman bir zikir gelse… (Enbiya Suresi, 2)] ayetlerinde olduğu gibidir. Kur'an'da Cenab-ı Hakk'ın, [Şüphesiz o Kur'an senin ve kavmin için bir zikirdir. (Zuhruf Suresi, 44)] ayetinde de beyan edildiği gibi Hz. Muhammed ve ümmeti için bir zikir bir şan şeref vardır. Bil ki Allah Teâlâ, bütün kitaplarını zikir diye adlandırmış ve [Zikir ehli olanlara sorun… (Nahl Suresi, 43)] buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Tâ-Hâ Sûresi 100. Ayet

مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ  ...


Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz ki o, kıyamet gününde ağır bir günah yükü yüklenecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 أَعْرَضَ yüz çevirirse ع ر ض
3 عَنْهُ ondan
4 فَإِنَّهُ şüphesiz o
5 يَحْمِلُ yüklenecektir ح م ل
6 يَوْمَ günü ي و م
7 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
8 وِزْرًا (ağır) bir günah و ز ر

مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ

 

مَنْ اَعْرَضَ  cümlesi  ذِكْراً ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.

مَنْ  şart ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اَعْرَضَ  şart fiili olup  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَنْهُ  car mecruru  اَعْرَضَ  fiiline müteallıktır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidirاِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

يَحْمِلُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَحْمِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

يَوْم  zaman zarfı olup  يَحْمِلُ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وِزْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَعْرَضَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عرض ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ

 

Ayet fasılla gelmiştir. Fasl sebebi kemâl-i ittisâldir. Önceki ayetteki  ذِكْراًۚ  kelimesinin sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  

مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ  , şart cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. 

Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَعْرَضَ عَنْهُ  cümlesi, mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. 

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi, muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl olan  وِزْراًۙ ’daki tenvin kesret ve tahkir ifade der.

يَحْمِلُ - وِزْراًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 
Tâ-Hâ Sûresi 101. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ  ...


Onlar o günahın cezası içinde ebediyen kalacaklardır. Sûra üfürüleceği gün, bu ağır yük onlar için ne kötü bir yüktür!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ sürekli olarak kalacaklardır خ ل د
2 فِيهِ orada
3 وَسَاءَ ve ne kötü س و ا
4 لَهُمْ onlar için
5 يَوْمَ gününde ي و م
6 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
7 حِمْلًا bir yüktür ح م ل

خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ

 

خَالِد۪ينَ  kelimesi,  يَحْمِلُ ’deki failin hali olup nasb alameti  ي ’dir.  Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  ف۪يهِ  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

سَٓاءَ  zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. سَٓاءَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri,  وزرهم (Onların yükü) şeklindedir.  

لَهُمْ  car mecruru  حِمْلاً ’nin haline müteallıktır. 

يَوْمَ  zaman zarfı, mahzuf hale müteallıktır.  Aynı zamanda muzâftır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  حِمْلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِد۪ينَ, sülasi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ

 

Öncekinin devamı olan ayette  خَالِد۪ينَ  kelimesi  يَحْمِلُ deki failin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  ف۪يهِۜ ’deki zamir,  وِزْراًۙ ’ın azabına aittir. Car-mecrur,   خَالِد۪ينَ’ye müteallıktır. Bu ifade sebebiyyet alakası ile mecaz-ı mürseldir. Kıyamet gününde insanda yük yoktur, fakat yüklendiklerinin sebep olduğu azap vardır.

خلد  yetmiş yıl kaldı demektir. Çokluktan kinaye olarak ebedî anlamında kullanılır.

وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاً  cümlesi  خَالِد۪ينَ ’ye matuftur. 

وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاً  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili  سَٓاءَ ’nin faili, temyiz olan  حِمْلاً  ile açıklanmıştır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zem fiilinin takdiri  وزرهم  (Onların yükü) olan mahsusu, mahzuftur.

سَٓاءَ  fiili zem fiillerindendir. Tekid ifade eder.

وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ  [Kıyamet gününde günah, onlar için ne kötü bir yüktür] cümlesinde istiare vardır. Burada günah, istiâre-i tasrîhiyye yo­luyla ağır yüke benzetilmiştir. (Safvetu’t Tefasir)

Kıyamet gününün ve taşıdıkları şeyin, zamir yerine zahir isim olarak gelişi, dikkat çekerek korkutma amaçlı ıtnabdır. 

حِمْلاً ’in nekre oluşu tahkir içindir. حِمْلاً  ve  وِزْراً  kelimeleri arasında muvazene ve seci sanatları vardır.
Tâ-Hâ Sûresi 102. Ayet

يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ  ...


O gün günahkârları, (gözleri korkudan donup) gömgök kesilmiş olarak haşredeceğiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 يُنْفَخُ üflenir ن ف خ
3 فِي
4 الصُّورِ Sur’a ص و ر
5 وَنَحْشُرُ ve toplarız ح ش ر
6 الْمُجْرِمِينَ suçluları ج ر م
7 يَوْمَئِذٍ o gün
8 زُرْقًا kör bir durumda ز ر ق

Riyazus Salihin, 410 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sûr sahibi boruyu ağzına koymuş, ne zaman üflemekle emrolunursa hemen üfleyeceği ânın iznini bekleyip durmakta iken ben nasıl sevinebilirim?”  Bu haber, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına ağır geldi. Bunun üzerine Resûlullah:
“Hasbünallah ve ni’me’l-vekîl: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, deyiniz” buyurdu.
(Tirmizî, Kıyamet 8; Tefsîru sûre (39)

Zeraqa زرق :  زُرْقَة beyazla siyah arasındaki renklerden biri olan mavidir. Ayeti kerimede bu kelime ile anlatılan ise 'gözlerinde nur olmayan' manasıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olarak sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mızrak ve zerk etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ

 

يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ’den bedel olarak mahallen mansubdur. 

يُنْفَخُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يُنْفَخُ  merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

فِي الصُّورِ  car mecruru  يُنْفَخُ  fiiline müteallıktır. 

نَحْشُرُ  fiili atıf harfi  وَ ’la  يُنْفَخُ ’ya matuftur.نَحْشُرُ   merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  

الْمُجْرِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır. نَحْشُرُ  fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

زُرْقاً  kelimesi  الْمُجْرِم۪ينَ ’nin hali olarak fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).Burada müfred olan hal müştak şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُجْرِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

زُرْقاً  kelimesi  فُعْل  vezninde sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ

 

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemal-i ittisâldir. Zaman zarfı  يَوْمَ, önceki ayetteki  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ’den bedeldir.

Muzâfun ileyh konumundaki يُنْفَخُ فِي الصُّورِ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يُنْفَخُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ  cümlesi, …يُنْفَخُ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

نَحْشُرُ  fiiline müteallık zaman zarfı  يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi  ئِذٍ ’in muzâfun ileyhi mahzuftur. Tenvin, cer mahallindeki mahzufun ileyhten ivazdır. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır. 

يَوْمَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

زُرْقاًۚ  gök gözlü demektir. Çünkü gök, Araplara göre göz için en kötü ve istenmeyen renktir. Zira Rumlar onların en azılı düşmanları idiler, onlar da gök gözlü idiler. Bunun içindir ki düşmanı nitelerken; ciğeri kara, bıyığı kırmızı, gözü mavi denilir. Ya da kör olarak toplayacağız demektir, çünkü körün göz bebeği mavileşir. (Beyzâvî)  Câmi’; her ikisinin de yani körlüğün de simgesi mavi gözlü olmak olan düşmanlığın da sevilmemesidir. Ebüssûud ve Fahreddin er-Râzî tefsirinde de aynı ifadeler yazılıdır.

Mücrimleri o gün kör olarak haşrederiz ifadesinde istiare vardır. 

زُرْقاًۚ  kelimesi, mavileşti anlamında sıfat-ı müşebbehedir. Ayette kör manasında kullanılmıştır.

Ebu Müslim şöyle demiştir: “Ayette bahsedilen mavilikten murad, onların gözlerinin belermesidir. Mavi gözler belerir. Çünkü böyle insanların gözlerinin görme gücü zayıf olduğu için, baktığı şeyi iyice görebilmek maksadı ile ona gözünü iyice dikip bakar. Böyle bir durum ise, başına hoşlanmadığı bir şeyin gelmesinden korkan kimsenin halidir. Bu tıpkı [O (Allah) bunları, gözlerinin belerip kalacağı bir gün için geciktirmektedir. (İbrahim Suresi, 42)] ayetinde olduğu gibidir.” (Fahreddin er-Râzî)

Fahreddin Râzî tefsirinde geçen bu bilgiyi günümüzdeki bilim insanları da destekler nitelikte şu açıklamayı yapmışlardır: Açık renkli gözlere sahip kişilerin güneş ışınlarından daha fazla etkileneceğini anlatan Op. Dr. Akçay, şunları söyledi: “Açık renkli gözlerde melanin pigmenti azdır. Melanin pigmenti vücudumuzu ultraviyoleye karşı koruyan bir yapı taşıdır. Bu nedenle açık tenli, açık renk gözlere sahip kişilerde koruma mekânizması zayıftır. Güneş ve güneş ışınlarına karşı çok daha fazla hassastırlar. Açık gri ve mavi gözler güneşin zararlı ışınlarından en çok etkilenen gözlerdir.” (https://www.dunyagoz.com/tr/kurumsal/haberler/gunes-isinlari-mavi-gozluler-icin-daha-zararli)

Fahreddin er-Râzî gibi tefsir alimlerimizin feraseti günümüzde ortaya çıkan bilimsel veriler ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.

 
Tâ-Hâ Sûresi 103. Ayet

يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً  ...


103-104. Ayetler Meal  :   
Aralarında birbirlerine “(Dünya’da) sadece on (gün) kaldınız” diye gizli gizli konuşacaklar. -Onların, hakkında konuşacakları şeyi biz daha iyi biliriz.- O vakit içlerinden en aklı başında olanları, “Siz sadece bir gün kaldınız” diyecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَتَخَافَتُونَ gizli gizli derler خ ف ت
2 بَيْنَهُمْ kendi aralarında ب ي ن
3 إِنْ
4 لَبِثْتُمْ kalmadınız ل ب ث
5 إِلَّا başka
6 عَشْرًا on gün(den) ع ش ر

يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً

 

Fiil cümlesidir. يَتَخَافَتُونَ  fiili  مُجْرِم۪ينَ ‘nin ikinci hali olup mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ”  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَخَافَتُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  يَتَخَافَتُونَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً  cümlesi mekulü’l-kavlin hali olarak mahallen mansubdur. Takdiri;  قائلين إن لبثتم  şeklindedir.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَبِثْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

لَبِثْتُمْ  takdiriقائلين إن لبثتم (Kalmadınız diyerek) olan mahzuf sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  عَشْراً  zaman zarfı, mef’ûlu fih olup fetha ile mansubdur. Takdiri, عشر   ليال  (on gece)  şeklindedir. 

يَتَخَافَتُونَ   fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  خفت dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür (görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.  

Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً

 

Fasılla gelen ayet mücrimlerin halidir. Hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

تَخَافَتُ  gizlice, yavaşça konuşmak, sır vermek manasınadır. Bu, Hakk Teâlâ’nın, [Artık orada bir fısıltıdan başka bir şey işitmezsin. (Ta-Ha Suresi, 108)] ayetinin bir benzeridir.  

اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً  cümlesi takdiri,  قائلين  (diyerek) olan mahzuf sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille, müteallıkı olan zaman zarfı arasındadır. Maksûr/  لَبِثْتُمْ, maksûrun aleyh/ عَشْراً ’dir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

عَشْراً  zaman zarfı olarak mansubdur.  عشر ليال “on gece” demektir.

يَتَخَافَتُونَ  fiilindeki gaib zamirle  لَبِثْتُمْ  fiilindeki muhatap zamiri arasında iltifat sanatı vardır. 

Ayette “fısıldaşırlar’’ ifadesinden sonra müphem olan bu ifade açıklanarak ıtnâb yapılmıştır.

 
Tâ-Hâ Sûresi 104. Ayet

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biz
2 أَعْلَمُ daha iyi biliriz ع ل م
3 بِمَا şeyleri
4 يَقُولُونَ onların dedikleri ق و ل
5 إِذْ o zaman
6 يَقُولُ der ki ق و ل
7 أَمْثَلُهُمْ onların seçkinleri م ث ل
8 طَرِيقَةً yol (hayat tarzı) bakımından ط ر ق
9 إِنْ
10 لَبِثْتُمْ siz kalmadınız ل ب ث
11 إِلَّا başkaca
12 يَوْمًا bir gün(den) ي و م

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  

اَعْلَمُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ’ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun  sılası  يَقُولُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اِذْ  zaman zarfı olup  اَعْلَمُ ’ya mütealliktir.

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَقُولُ  merfû muzari fiildir.  اَمْثَلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  طَر۪يقَةً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mekulü’l-kavli, ... اِنْ لَبِثْتُمْ dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَبِثْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  يَوْماً۟  zaman zarfı, mef’ûlun fih olup fetha ile mansubdur. Fiilin işlendiği zamanı veya yeri belirten mef’ûldür. 

- Mef’ûlün fihin diğer adı zarftır. 

- Mef’ûlün fih mansubdur. Başına harf-i cer gelirse mahallen mansub olur. 

- Mef’ûlün fihin harf-i cerleri şunlardır: فِي - بِ  

- Mef’ûlün fih fiilinin önüne geçebilir. 

- Mef’ûlün fihi bulmak için fiile “nerede, ne zaman?” soruları sorulur.

- Mef’ûlün fih ikiye ayrılır: 

1. Zaman zarfı: Fiilin oluş zamanını bildiren mef’ûlün fihtir. 

2. Mekân zarfı: Fiilin oluş yerini, mekânını bildiren mef’ûlün fihtir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْلَمُ -  اَمْثَلُ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamirine isnad, tazim ifade etmiştir.

Âşûr ise bu cümlenin itiraziyye olduğu görüşündedir.

Cümlenin müsnedi olan  اَعْلَمُ, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

اَعْلَمُ ’ya müteallik olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَقُولُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَا nın masdariye olduğu da söylenmiştir.

يَقُولُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

يَقُولُونَ  fiiline müteallik olan zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  اَمْثَلُ  kelimesi, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Ayetin sonundaki  اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟  cümlesi,  يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavlidir. Cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille, mütealliki olan zaman zarfı arasındadır. Maksûr/ لَبِثْتُمْ, maksûrun aleyh/  يَوْماً۟ ’dir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

يَوْماً۟ ’deki tenkir azlık ifade eder.  طَر۪يقَةً  temyizdir.

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibariyle ek bir açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyizi olur. (Halil İbrahim Karaöz Arap Dili Gramerinde Temyiz Y. L. Tez.)

يَقُولُونَ  -  يَقُولُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mücrimlerin sözlerini kasırla tekid etmeleri birbirlerini inandırma çabasında olduklarını gösterir.

Konuştukları söylendikten sonra neler konuştuklarının açıklanması konuyu açıklayıp pekiştirmek kastıyla yapılan ıtnâbdır. 

Onlar, dünyada ne kadar yaşadıklarını biliyorlardı. Fakat dünyadaki ömürlerini, ahiret ömrü ile karşılaştırınca bazıları “dünyada on gün kadar yaşamışız” derken en akıllıları “Hayır, tek bir gün yaşamışız” yani “Dünya hayatımız, ahirette kalışımızın miktarına kıyasla tıpkı on gün veya bir tek gün hatta hiç yok hükmündedir.” demiştir. Ayette on gün ve bir gün ifadeleri zikredilmiştir. Çünkü bu gibi yerlerde azlık, on veya bir ile ifade edilir. (Fahreddin er-Râzî) 

Bir önceki ayetteki  اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً  cümlesi,  عَشْراً  yerinde  يَوْماً۟  olmak üzere tekrarlanmıştır. Konunun önemine dikkat çekmek için yapılan tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlar kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

“Onların aralarında konuştukları konuyu biz en iyi bileniz. Onların en olgun olanı o zaman ‘Bir günden fazla kalmadınız.’ diyecektir.”

Bu sözün onların en olgun olanına isnad edilmesi, Allah'ın, bunu tercih buyurduğu anlamına gelmektedir. Fakat bu tercih, onun doğruya daha yakın olduğu için değil fakat durumun korkunçluğunu daha iyi bildirdiği içindir. (Ebüssuûd)

 
Tâ-Hâ Sûresi 105. Ayet

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ  ...


(Ey Muhammed!) Sana dağların (kıyamet günündeki) hâlini soruyorlar. De ki: “Rabbim onları toz edip savuracak.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَسْأَلُونَكَ ve sana soruyorlar س ا ل
2 عَنِ -dan
3 الْجِبَالِ dağlar- ج ب ل
4 فَقُلْ de ki ق و ل
5 يَنْسِفُهَا onları savuracak ن س ف
6 رَبِّي Rabbim ر ب ب
7 نَسْفًا ufalayıp ن س ف
İnsanlara dünya hayatının sonlu olduğunu ve kendilerini bekleyen bir hesap gününün kaçınılmazlığını anlatan Hz. Peygamber’e kıyametle ilgili sorular yöneltiliyordu. 105. âyette bu çerçevede Resûlullah’a yöneltilmiş veya zihinleri kurcalayan bir soruya değinilip kıyamet tasviri yapılmaktadır (kıyamet hakkında bk. A‘râf 7/187). Burada yeryüzünde ilk göze çarpan, en belirgin yükselti unsurları olan dağların ne olacağı sorusuna cevap verilerek, bugünkü tasavvurlarımıza sığmayacak bir değişimin söz konusu olacağı belirtilmekte, fakat ardından asıl önemli olan şeyin insanın kendi göreceği muamele olduğuna dikkat çekilmektedir.
 
107. âyette geçen iki kelimenin Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak âyet, “Orada artık ne bir kıvrım ne de bir tümsek görürsün” şeklinde tercüme edilebileceği gibi, âyete “Orada artık iniş-yokuş / eğrilik-yumruluk / eğrilik-pürüz göremezsin” mânaları da verilebilir (Taberî, XVI, 212-213; Şevkânî, III, 435).
 
108. âyetin “... çağırıcıya uyar; ondan kaçıp kurtulma imkanı yoktur” şeklinde çevirdiğimiz kısmına “kendisinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı veya hemen kendisine uyacakları davetçi” mânalarının yanı sıra (Taberî, XVI, 214), “eğip bükmeyen, pürüzsüz bir çağrıda bulunan davetçi” anlamı da verilmiştir; bazı müfessirler davetçiden maksadın kıyametin kopmasında özel görevi bulunan İsrâfil olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXII, 118; Şevkânî, III, 435). Kamer sûresinin 8. âyetinin de delâletiyle bu âyeti, “O gün bütün varlıklar karşı konamaz ilâhî çağrıya uymak ve mahşerde toplanmak zorunda kalacaklardır” şeklinde anlamak uygun görünmektedir (İbn Atıyye, IV, 64). Aynı âyette geçen ve “çok hafif sesler” diye tercüme ettiğimiz hems kelimesinin “hışırtı, fısıltı, ayak sesi, alçak sesle konuşma” gibi anlamları da vardır (Taberî, XVI, 215).
 
109. âyette, böylesine dehşetli bir günden söz edilince insanın hatırına gelebilecek ilk ihtimal olan başkalarından medet umma eğilimine işaret edilerek, şefaatin de ancak Allah’ın izni ve rızâsına bağlı olduğu hatırlatılmaktadır (şefaat ve 110. âyette değinilen Allah’ın ilminin kuşatılamazlığı hakkında bk. Bakara 2/48, 255).
 
112. âyette geçen ve dilimizde “hazım” şeklinde telaffuz edilen hadm kelimesi tefsirlerde genellikle, midenin yiyeceği sindirmesi sırasında onda meydana getirdiği eksiltmeden hareketle “eksiltme, zayi etme” veya eylemin mahiyetine bakarak “çiğneme, gaspetme” gibi mânalarla açıklanmıştır (Taberî, XVI, 218; Şevkânî, III, 436). Râgıb el-İsfahânî bu âyeti delil göstererek hadm kelimesinin istiare yoluyla “zulüm” anlamında kullanıldığını belirtir (el-Müfredât, “hdm” md.). Fakat âyette her iki kelimenin (zulm ve hadm) yer aldığı ve iki farklı durumu anlatan bir yapı içinde kullanıldığı dikkate alınırsa, burada hadmı zulmün eş anlamlısı olarak çevirmek cümlenin mânasını daraltır. Bu sebeple ve iki kelime arasındaki nüansı (bk. İbn Âşûr, XVI, 313) dikkate alarak âyetin son kısmına, “O ne büsbütün, hatta ne de kısmen haksızlığa uğramaktan korkar” şeklinde mâna vermeyi uygun bulduk.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 652-654

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. يَسْـَٔلُونَكَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَنِ الْجِبَالِ  car mecruru  يَسْـَٔلُونَكَ  filine müteallıktır. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أجبت فقل (Cevap vermek istersen de ki...) şeklindedir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir

Mekulü’l kavli, يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَنْسِفُهَا  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَسْفاًۙ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

سأل  fiili, istedi demektir.  عَنِ  harf-i ceriyle kullanıldığında “sordu” anlamına gelir. Fiillerin harf-i cerle manalarının değişmesi, tazmin sanatıdır.

Mahzuf şartın cevabına dahil olan  فَ, rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, …إن أجبت  [cevap vermek istersen] olabilir.

Cevap cümlesi olan  فَقُلْ يَنْسِفُهَا, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Mahzuf şart ve mezkur cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. 

يَنْسِفُها نَسْفًا  ifadesindeki mef’ûlu mutlak, bu ifadenin istiare olmadığını, ifadenin hakikat olduğunu ispatlamak için tekid olarak geldiğine işaret içindir. (Âşûr)

رَبّ۪ي  lafzının Peygambere (s.a.) ait zamire muzâf oluşu ona tazim ve teşrif içindir.

نَسْفاًۙ  mef’ûlu mutlaktır, tekid ifade eder.

يَنْسِفُهَا  -  نَسْفاًۙ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَنْسِفُهَا  ifadesindeki  هَا  zamiri, dağlara racidir.  نَسْف  savurmak demektir. Yani o dağlar tıpkı saçılmış, savrulmuş, darmadağın edilmiş toz zerrecikleri gibi olurlar demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Takibiyye  فَ 'si ile  فَقُلْ  buyurulmuştur. Çünkü onların bu soru ile maksatları, haşr ve neşr meselesini tenkit etmektir. İşte bundan dolayı hiç şüphesiz Cenab-ı Hakk, buna cevap teşkil eden emrini takibiyye  فَ ’si ile getirmiştir. Çünkü bu gibi akaidle ilgili meselelerde açıklamayı tehir etmek caiz değildir. Ama fer'i meselelerde ise bu  فَ ’siz getirilebilir. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk fer'i meselelerde kul kelimesini, takibiyye  فَ’si olmaksızın zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Tâ-Hâ Sûresi 106. Ayet

فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ  ...


“Onların yerlerini dümdüz, boş bir alan hâlinde bırakacaktır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَيَذَرُهَا bırakacaktır و ذ ر
2 قَاعًا yerlerini ق و ع
3 صَفْصَفًا boş, dümdüz ص ف ص ف

فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ


Fiil cümlesidir.  يَذَرُهَا  fiili atıf harfi  فَ  ile  يَنْسِفُهَا ’ya matuftur.  فَ, matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَذَرُهَا  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

قَاعاً  kelimesi  يَذَرُهَا ’daki gaib zamirin hali olup fetha ile mansubdur. صَفْصَفاً  ikinci hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ

 

Bu ayet, önceki ayete  فَ  harfi ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَيَذَرُهَا ’daki  هَا  zamiri, önceki ayetteki  الْجِبَالِ ’ye aittir.

قَاعاً  mef’ûlun bih veya  يَذَرُهَا  fiilindeki gaib zamirden haldir.  صَفْصَفاًۙ  ise hal veya  قَاعاً’dan bedeldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

قَاعاً  boş,  صَفْصَفاًۙ  da dümdüz, bir sıra gibi demektir. (Beyzâvî)   

Ebu Müslim hem  قَاعاً  hem de  صَفْصَفاًۙ  kelimelerinin, dümdüz ve pürüzsüz yer anlamına geldiğini söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)  

Ayette eş anlamlı olan  قَاعاً  ve  صَفْصَفاًۙ  kelimelerinin ikisini birden zikrederek anlamın kuvvetlenmesi için ıtnâb yapılmıştır. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tâ-Hâ Sûresi 107. Ayet

لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً  ...


“Orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremeyeceksin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تَرَىٰ görmeyeceksin ر ا ي
3 فِيهَا orada
4 عِوَجًا bir eğrilik ع و ج
5 وَلَا ne de
6 أَمْتًا bir tümsek ا م ت

لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً

 

Ayet  يَذَرُهَا ’daki gaib zamirin üçüncü hali olarak mahallen mansubdur. 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

تَرٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت’dir.  ف۪يهَا  car mecruru  تَرٰى  fiiline müteallıktır.

عِوَجاً  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  اَمْتاً  kelimesi  وَ ’la  عِوَجاً ’e matuftur.

لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً

 

Önceki ayetteki  يَذَرُهَا  fiilindeki  هَا ’nın üçüncü hali olan bu ayet fasılla gelmiştir. 

Hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Cümledeki ikinci  لَا  zaiddir. Tekid ifade eder. Cümle, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِوَجاً  ve  اَمْتاً  kelimelerindeki tenvin kıllet içindir.

Ayette, görülebilen cisimler için kullanılan  عَوَجَ  kelimesi yerine anlamlar için kullanılan  عِوَج  kelimesi tercih edilmiştir. Diğer taraftan kıyamet günü her yerin boş ve dümdüz olacağına ait nitelemeler de dört farklı kelime (قَاعاً  -  صَفْصَفاًۙ  -  عِوَجاً  -  اَمْتاً) ile ifade edilmiştir. Zemahşerî, söz konusu kelimeyle ilgili tercihin beklenenin aksi yönde olmasını ince bir düşünceyle izah eder. Müfessir eğrilik ve çukurların bazen çıplak gözle fark edilemeyeceğini, bir çiftçi gözüyle görülemeyen eğriliğin mühendis tetkikiyle fark edilebileceğini, dolayısıyla kök anlam olarak gözle görülemeyenler için kullanılan  عِوَج  kalıbının konu bağlamındaki en uygun kalıp olduğunu belirtir. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 85) Bu kelimenin tercih edilmesi, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Cenab-ı Hakk'ın, “(O zaman) onlardan ne bir iniş ne de bir yokuş görürsün.” cümlesinin ifade ettiği husus Keşşaf sahibi şöyle der: “Araplar,  عِوَج  ile  عَوَجَ  kelimelerinin farklı farklı şeyler olduğunu belirterek şöyle derler: Ayn’ın kesresiyle  عِوَج  olanı manalarda; fethasıyla  عَوَجَ  olanı da zatlarda, cevherlerde kullanılır…” Buna göre şayet “Yeryüzü, ayın (cevher)dir, öyleyse nasıl olur da onun hakkında aynın kesresiyle  عِوَج  kelimesi kullanılmıştır?” denilirse deriz ki: Bu lafzın seçilmesinde, yeryüzünün dümdüz olma ve eğri büğrülüğün bulunmaması ile tavsif etmede çok eşsiz ve orijinal bir durum vardır. Bu böyledir, zira sen, yeryüzünün herhangi bir parçasını yönetip onu düzlemeye çalışarak, onu dümdüz etmek istediğinde ve bunu da geometrik ölçülerle yapmaya çalıştığında, onda gözle görülmesi mümkün olmayan eğrilikler olduğunu görürsün (anlarsın). İşte bu kadarcık eğrilik cidden, çok ince ve çok belirsiz olduğu için, müşahhas durum manevi (mücerret) duruma ilhak edilmiş ve manevi durumlarda olduğu üzere kesre ile  عِوَج  kelimesi kullanılmıştır. Bil ki bu ayet, yerin o günde, gerçek anlamda küre bacağına delalet eder. Zira kenarlı (köşeli) olan cismin, bazı satıhları bazıları ile mutlaka bitişir ve fakat bu bitişme düz olarak değil de eğri olarak gerçekleşir. Bu ise ayetin zahirinin hilafınadır, eğrilik olmayacağına göre küre durumu vardır. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  عِوَج  ve  اَمْت  kelimeleri, iki eşanlamlının birbirine atfedilmesiyle ıtnâb yapılmıştır.

عِوَجاً  -  اَمْتاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  لَا ’nın tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Tâ-Hâ Sûresi 108. Ayet

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً  ...


O gün kendisinden yan çizmek mümkün olmayan davetçiye (İsrâfil’e) uyarlar. Sesler, Rahmân’ın azametinden dolayı kısılmıştır. Artık sadece fısıltı işitebilirsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَئِذٍ o gün
2 يَتَّبِعُونَ uyarlar ت ب ع
3 الدَّاعِيَ çağrıcıya د ع و
4 لَا
5 عِوَجَ hiç pürüzü olmayan ع و ج
6 لَهُ onun
7 وَخَشَعَتِ ve kısılır خ ش ع
8 الْأَصْوَاتُ sesler ص و ت
9 لِلرَّحْمَٰنِ Rahman’ın huzurunda ر ح م
10 فَلَا
11 تَسْمَعُ işitemezsin س م ع
12 إِلَّا başka bir şey
13 هَمْسًا fısıltıdan ه م س

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ 

 

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  يَتَّبِعُونَ   fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

يَتَّبِعُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

الدَّاعِيَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الدَّاعِيَ  mankus bir isimdir. Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzî olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا عِوَجَ لَهُۚ  cümlesi  الدَّاعِيَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  عِوَجَ  kelimesi, kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  

لَهُ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. 

الدَّاعِيَ  sülasi mücerredi olan دعو  fiilinin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَّبِعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 


 وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَشَعَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  الْاَصْوَاتُ  fail olup lafzen merfûdur. Fail, aklı olmayan varlıkların çoğulu bir isim ise fiil müfred müennes kipte gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلرَّحْمٰنِ  car mecruru  خَشَعَتِ  fiiline müteallıktır.

لَا تَسْمَعُ  fiili atıf harfi  فَ  ile  خَشَعَتِ  fiiline matuftur.  فَ  matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَسْمَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هىdir. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  هَمْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هَمْساً  kelimesi mahzuf olan mevsufun sıfatıdır. Takdiri,  كلاما همسا (Fısıltı şeklindeki kelam) şeklindedir.

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ  amili olan  يَتَّبِعُونَ  fiiline önemine binaen takdim edilmiştir. Âşûr da aynı görüştedir.

يَوْمَئِذٍ  izafetinde, muzâfun ileyh olan cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Tenvin, cer mahallindeki muzâfun ileyhten ivazdır.

Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الدَّاعِيَ  kelimesinin hali olan  لَا عِوَجَ لَهُۚ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا nın ismi  عِوَجَ’dir. Haberi ise mahzuftur. 

وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ  cümlesi, …يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ  cümlesine matuftur. Aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahman isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الدَّاعِيَ, ism-i fail kalıbındadır. 

İsm-i fail, malûm fiilden türeyip fiilde işi yapanı gösteren, genellikle sürekli olmayan (hudûs ve teceddüt) sıfat özelliğine sahip kelimelere denilmektedir. (İbnu’l Hâcib, el-Kâfiye fi’n-Nahv) 

خَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ  ifadesinde mecazî isnat vardır.  خَشَعَ  fiili seslere isnad edilmiştir. Haşyet duyan sesler değil, seslerin sahipleridir. Âşûr da aynı görüştedir.

Veya sesin alçaklığı ve gizliliği için istiaredir. Bu huşu; makamın dehşetindendir. (Âşûr)

الدَّاعِيَ  sûra üfleme işidir. (Fahreddin er-Râzî)

فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً  cümlesi,  فَ  ile  خَشَعَتِ  cümlesine atfedilmiştir. Nefy harfi  لَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşmuş kasırla tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır.

İbni Abbas (r.a.), Hasan el-Basri, İkrime ve İbn Zeyd: “هَمْس, ayakların basması, yeri çiğnemesi demektir.” demişlerdir. Buna göre mana, “Sen, ayakların çıkardığı gizli seslerden ve mahşere gelişlerinden başka bir şey duymazsın.” şeklinde olur.  هَمْس  kelimesi, en gizli olan ses demektir. Çok sessiz olduğu için, neredeyse sadece dudakların hareketinden anlaşılan bir sözdür. (Fahreddin er-Râzî)

Yani o gün Allah'ın heybetinden bütün sesler kısılacaktır. Artık yalnız gizli sesleri duyabilirsin. Yahut o gün artık yalnız, onlar mahşere doğru yürürken ayak seslerini duyabilirsin. (Ebüssuûd)

تَسْمَعُ  -  هَمْساً  -  اَصْوَاتُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tâ-Hâ Sûresi 109. Ayet

يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً  ...


O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَئِذٍ o gün
2 لَا yoktur
3 تَنْفَعُ faydası ن ف ع
4 الشَّفَاعَةُ şefa’atinin ش ف ع
5 إِلَّا başkasının
6 مَنْ kimseden
7 أَذِنَ izin verdiği ا ذ ن
8 لَهُ kendisine
9 الرَّحْمَٰنُ Rahman’ın ر ح م
10 وَرَضِيَ ve hoşlandığı ر ض و
11 لَهُ onun
12 قَوْلًا sözünden ق و ل
Peygamber Efendimiz kıyamet gününde ümmetine nasıl şefaat edeceğini anlattığı uzunca bir hadiste özetle şöyle buyurmuştur:” Allah Teâlâ bana ‘Haydi git , kalbinde buğday(yada arpa) tanesi kadar iman eseri olanları Cehennem’den çıkar’ buyuracak , ben de gidip emredileni yapacağım. Sonra tekrar Rabbimin huzuruna çıkacağım. Bana ‘haydi git, ümmetinden olup da kalbinde hardal tanesi kadar iman eseri olanları  Cehennem’den çıkar’ buyuracak , ben de gidip emredileni yapacağım. Sonra tekrar Rabbimin huzuruna çıkacağım ve geri kalan ümmetimin Cehennem’den çıkarılması için yalvaraçağım. Bana  ‘kalbinde hardal tanesinden daha az, çok daha az, azdan da az  iman eseri olanları Cehennem’den çıkar’ buyuracak , ben de gidip emredileni yapacağım.Dördüncü defa defa Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıktığımda ‘Ya Râbbi! Lâilâhe illallah diyenleri Cehennem’den çıkarmama izin ver’ diyecegim. Allah Teâlâ şöyle buyuracak:’Lâilâhe illallah diyenleri Cehennem’den çıkarmak üzere şefaat etme işi sana verilmemiştir. Fakat Ben kudretime , büyüklüğüme, azameime ve ululuğuma yemin ederim ki, Lâilâhe illallah diyenleri Cehennem’den Ben çıkaracağım. 
( Buhâri,Tevhid 36; Müslim, İman 326).

يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً

 

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı, إذ  için muzâftır.  تَنْفَعُ  fiiline müteallıktır. إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تَنْفَعُ  merfû muzari fiildir.  الشَّفَاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَذِنَ لَهُ ’dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَذِنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُ  car mecruru  اَذِنَ  fiiline müteallıktır.  الرَّحْمٰنُ  fail olup lafzen merfûdur. 

رَضِي  atıf harfi  وَ ’la  اَذِنَ ’ye matuftur.  وَ , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَضِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُ  car mecruru  رَضِيَ  fiiline müteallıktır.

قَوْلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ  amili olan  لَا تَنْفَعُ  fiiline önemine binaen takdim edilmiştir. 

يَوْمَئِذٍ  izafetinde, muzâfun ileyh olan cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Tenvin, cer mahallindeki muzâfun ileyhten ivazdır.

Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  لَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşmuş kasır üslubu, şefaatin sadece Rahman’ın izin verdiği kimselere fayda edeceğini kesin bir dille bildirmiştir. Bu ifade gerçeğe mutabıktır. Mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmadığı ve söylenen, vakıaya uygun olduğu için, hakiki tahkiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Kasr, fiille mef’ûlu arasındadır.  لَا تَنْفَعُ  maksûr/sıfat, mef’ûl olan  مَنْ  maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً  cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıla cümlesinde fiiller mazi sıygada gelerek hudus ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Sıla cümlelerinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , önemi sebebiyle faile ve mef’ûle takdim edilmiştir.

Şefaat edebilecek kişinin ism-i mevsûlle ifade edilmesi tazim içindir.

Mef’ûl olan  قَوْلاً ’deki tenvin tazim ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الرَّحْمٰنُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Şefaat edenin derecesinin, yüksek bir derece olduğu, zorunlu olarak bilinen bir husustur. Dolayısıyla şefaat işi ancak, Allah'ın bu hususta kendilerine müsaade ettiği ve Allah katında hoşnut olunmuş kimseler için söz konusu olur. (Fahreddin er-Râzî) 

Şu halde Allah'ın izin vermediği kimseden şefaat asla sadır olmayacaktır. [Ondan hiçbir şefaat kabul olunmaz.] ayetinin manası ise şefaat izni verilmeyecektir, demektir. Yoksa şefaat vaki olduktan sonra kabul olunmayacaktır, demek değildir. (Ebüssuûd)

 
Tâ-Hâ Sûresi 110. Ayet

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً  ...


O, önlerindekini ve arkalarındakini (dünyadaki ve ahiretteki durumlarını) bilir. Onların bilgisi ise Rahmân’ı kuşatamaz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعْلَمُ O bilir ع ل م
2 مَا olanı
3 بَيْنَ arasında (önlerinde) ب ي ن
4 أَيْدِيهِمْ ellerinin (önlerinde) ي د ي
5 وَمَا ve olanı
6 خَلْفَهُمْ arkalarında خ ل ف
7 وَلَا ve
8 يُحِيطُونَ onlar ise kavrayamazlar ح و ط
9 بِهِ O’nu
10 عِلْمًا bilgice ع ل م

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً

 

Fiil cümlesidir.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بَيْنَ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ la makablindeki  مَا ya matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَلْفَهُمْ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً  cümlesi  اَيْد۪يهِمْ ’deki zamirden hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُح۪يطُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  يُح۪يطُونَ  fiiline mütealliktir.  عِلْماً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُح۪يطُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حوط ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا nın sılası mahzuftur.  بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayetteki ikinci  مَا  da aynı şekilde mef’ûldür ve sılası yine mahzuftur.

وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً  cümlesi  اَيْد۪يهِمْ ’deki zamirinin halidir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

عِلْماً , temyizdir.

اَيْد۪يهِمْ  -  خَلْفَهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يَعْلَمُ  عِلْماً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadrمَا ’ların tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ  [Allah, insanların geçmişlerini de gelecek­lerini de bilir.] cümlesinde geçmiş ve gelecek ifadeleri dünya ve ahiret işlerinden kinayedir. (Safvetu’t Tefasir) 

“İnsanların bilgisi ise O'nun bildiklerini kavrayamaz.” İnsanların bilgisi, kemâl sıfatlarına ve ezcümle her şeye şâmil olan ilme sahip olması cihetiyle O'nun zatını kavrayamaz. Bir diğer görüşe göre ise yani insanların bilgisi, geçmiş ve gelecek hallerini kavrayamaz, demektir. Zira insanlar, bunların hepsini bilmiyorlar ve bildiklerinin de tafsilatını bilmiyorlar. (Ebüssuûd)

لا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا  [Onlar O'nun ilmini kavrayamazlar] ifadesi, Ayet-el Kürsi'de olduğu gibi Allah'ın ilminin büyüklüğü ve insanın ilminin küçüklüğünün (azlığının) öğretisi için tezyîldir. (Âşûr)

 
Tâ-Hâ Sûresi 111. Ayet

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً  ...


Bütün yüzler; diri, yaratıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten Allah’a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen, mutlaka hüsrana uğramıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَنَتِ boyun eğmiştir ع ن و
2 الْوُجُوهُ bütün yüzler و ج ه
3 لِلْحَيِّ o diri olana ح ي ي
4 الْقَيُّومِ ve herşeye hakim olana ق و م
5 وَقَدْ ve muhakkak
6 خَابَ perişan olmuştur خ ي ب
7 مَنْ kimse
8 حَمَلَ yüklenen ح م ل
9 ظُلْمًا zulüm ظ ل م

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  عَنَتِ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  الْوُجُوهُ  fail olup lafzen merfûdur. 

لِلْحَيِّ  car mecruru  عَنَتِ  fiiline müteallıktır.  الْقَيُّومِۜ  kelimesi  حَيِّ ’in sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً

 

 

خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً  cümlesi  وُجُوهُ ’ün hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece  “و ” gelir. Nadiren  “و ”   sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

خَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  حَمَلَ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ظُلْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Boyun eğmek, itaat etmek anlamlarına gelen  عنا  fiili, yüzlere isnad edilmiştir. Bu mecazî bir isnaddır. Boyun eğen yüzler değil, yüzlerin sahipleridir. Ya da cüz kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır, diyebiliriz. Âşûr da aynı görüştedir. 

عُنُوُّ الوجه  ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, Kıyamet gününde yüzlerde görülen sararıp solma alametleri, telaş, hüzün ve umutsuzluk belirtileridir. Bu tabir, Arapların esire  العاني  (boyun büken) adını vermelerinden alınmıştır. Bir sözde geçen ألنِساءِ عَواَنيِ عِنْدَ أزْواجِهِنَّ  ifadesi de bu mana ile ilgilidir ki “Kadınlar kocasının karşısında boyun büker (hizmete) konumdadırlar.” anlamına gelir. Yine  هَذِهِ ألْمَرْءَةُ فييِ جِبالُ فلانً  (Şu kadın falancanın ipinde bağlıdır) sözü de bu anlamdadır. Buna göre nasıl ki zavallı esir güçlü efendisinin elinde ona boyun eğerse aynı şekilde yüzler de Allah Teâlâ’nın korkusundan dolayı bükmüşlerdir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

الوُجُوهِ  kelimesindeki tarifin umum için olması caizdir. (Âşûr)

لِلْحَيِّ  için sıfat olan  ٱلۡقَیُّومُۚ  tetmim ıtnâbıdır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: ıtnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

ٱلۡقَیُّومُۚ  kelimesi  قَیٱم  masdarından gelmiştir. Sürekli ve devamlı olan anlamındadır. Bir görüşe göre başkası ile değil, zatıyla kaim olan demektir. Bir görüşe göre bütün mahlukatının işlerini gören anlamındadır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t-Tefsîr) 

ٱلۡقَیُّومُۚ : İnsanların işlerini idare eden, onları gözetip durandır.  القَيِّمِ  kelimesinin mübalağalı halidir. Yani işlerden hiç bir iş; onun idare, yönetim ve gözetiminin dışında değildir. (Âşûr)

العَناءُ, zillet demek olup aslı esarettir. العانِي  ise esir demektir. Nasıl ki zillet hali esir kimsenin yüzünde bir tükenmişliğe ve boyun eğmeye sebep olur, işte burada bu anlamda aklî mecaz olarak  العَناءُ  kelimesi kullanılmıştır. Cümlenin tamamında ونَحْشُرُ المُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا (Ta-Ha Suresi, 102) ayetinde zikredilen günahkârların halleri canlandırılmıştır.  الوُجُوهِ  kelimesindeki elif lâm ise  فَإنَّ الجَحِيمَ هي المَأْوى (Naziat Suresi, 39) ayetinde olduğu gibi, muzâfun ileyh yerine gelmiş olup “o kimselerin, onların yüzleri” anlamındadır. İtaat ehlinin yüzlerine gelince onların yüzleri gülmekte ve müjdelendikleri şey için sevinmektedir.


وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً

 

Ayetin son cümlesi  خَابَ ’nin failinden haldir. Cümlenin istînâfiyye olması da caizdir. (Mahmud Sâfî)

Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümle  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

خَابَ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sılası olan  حَمَلَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

ظُلْماً  kelimesindeki tenvin, tahkir, teksir ve kıllet içindir.
Tâ-Hâ Sûresi 112. Ayet

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً  ...


Kim de inanmış olarak salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bırakılmaktan.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 يَعْمَلْ yaparsa ع م ل
3 مِنَ -den
4 الصَّالِحَاتِ iyi olan işler- ص ل ح
5 وَهُوَ ve o
6 مُؤْمِنٌ inanırsa ا م ن
7 فَلَا artık
8 يَخَافُ korkmaz خ و ف
9 ظُلْمًا zulümden ظ ل م
10 وَلَا ne de
11 هَضْمًا hakkının çiğnenmesinden ه ض م

Hedame هضم :  هَضْم gevşekilk, yumuşaklık ya da kırılganlığa sahip olan bir şeyi kırmak, ezmek veya eritmektir. هَضْم sözcüğü müstear olarak zulûm ve haksızlık manasında da kullanılmıştır. Son olarak هاضُوم kelimesi yemeği hazmettiren her türlü ilaçtır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim türeviyle birlikte 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hazımdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً

 

وَ   istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلْ  şart fiili olup mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوhir.  مِنَ  teb’ıziyyedir. 

مِنَ الصَّالِحَاتِ  car mecruru, takdir edilen mahzuf sıfata mütealliktir. Takdiri, شيئا من الصالحات (salihattan bir şey) şeklindedir. 

هُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi  يَعْمَلْ  fiilinin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. 

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُؤْمِنٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً  cümlesi mahzuf mübteda  هُوَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

ظُلْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هَضْما  atıf harfi  وَ ’la  ظُلْماً ’e matuftur.

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin  ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müstenefe olan ayet, şart üslubunda gelmiştir.  مَنْ, umum ifade eden şart ismidir. Şart isimleri ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafat, s. 112) 

Şart cümlesi  مَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

من  şart edatıdır. Mübteda olarak merfu mahaldedir.  يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ  cümlesi haberidir.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنَ الصَّالِحَاتِ  ibaresindeki  مِنَ, teb’iziyyedir.

Car mecrur  مِنَ الصَّالِحَاتِ, mukadder bir mevsûfun sıfatına müteallıktır. Yani  شيئا من الصالحات  (salihattan bir şey) demektir.

وَهُوَ مُؤْمِن  cümlesi,  يَعْمَلْ  fiilinin failinin halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فَ  karînesiyle gelen  لَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً  cümlesi cevaptır.

Cümlede takdiri  هُوَ  olan müsnedün ileyh mahzuftur. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَخَافُ ظُلْماً  cümlesi, haber konumundadır.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil ayet şart üslubunda gelmiş, faide-i haber talebî kelamdır. Şart cümleleri haberî veya inşâî olabilir. 

يَخَافُ  fiilinin mef’ûlü olan  ظُلْماً  ve ona matuf olan  هَضْماً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Nefy siyakında nekre, umum ve şumûle işarettir.

هَضْماً ’e dahil olan  لَا, tekid ifade eden zaid harftir. 

مَنْ  ve  مِنَ  kelimeleri arasında cinas-ı muzari,  لَا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ظُلْماً, haksız yere ceza vermek veya taatının mükâfatını vermemektir.  هَضْماً  ise mükâfatının eksiltilmesi demektir.  ألهاضمة  eksiltilmiş anlamındadır. Cenab-ı Hakk'ın  [Tomurcukları üst üste binmiş, birbirine yapışmış. (Şuara Suresi, 148)] ayeti böyledir. (Fahreddin er-Râzî)

110, 111 ve 112. ayetlerin sonundaki  عِلْماً  -  ظُلْماً  هَضْماً  kelimelerinde akıcı, güzel bir seci vardır. (Safvetu’t Tefasir)
Tâ-Hâ Sûresi 113. Ayet

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً  ...


İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar, yahut onlara bir uyarı versin diye onda tehditleri teker teker sıraladık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ ve böyle
2 أَنْزَلْنَاهُ sana onu indirdik ن ز ل
3 قُرْانًا bir Kur’an olarak ق ر ا
4 عَرَبِيًّا Arapça ع ر ب
5 وَصَرَّفْنَا ve türlü biçimlere açıkladık ص ر ف
6 فِيهِ onda
7 مِنَ
8 الْوَعِيدِ tehditleri و ع د
9 لَعَلَّهُمْ umulur ki
10 يَتَّقُونَ korunurlar و ق ي
11 أَوْ yahut
12 يُحْدِثُ (Kur’an) yaptırır ح د ث
13 لَهُمْ onlara
14 ذِكْرًا bir hatırlama ذ ك ر
Kur’ân-ı Kerîm’in ilk hitap ettiği çevrenin Araplar olması dolayısıyla onun Arap dilinde indirilmiş olması tabii olmakla beraber son ilâhî mesajın bu ortamda ve bu dille tebliğ edilmesi de kuşkusuz birçok hikmet taşımaktadır (bu konuda bk. Yûsuf 12/2; Ra‘d 13/37; Nahl 16/103). Konuya ilişkin rivayetler ışığında 114. âyet genellikle, Hz. Peygamber’in vahyi alırken onu gerektiği gibi koruyamama endişesi taşıdığı ve ezberlemek için hemen tekrar etmeye yöneldiği biçiminde açıklanmıştır. M. Esed bu âyetin öncelikle Hz. Muhammed’e hitap etmekle birlikte, bütün çağlarda Kur’an okuyan herkesi ilgilendirdiğini belirterek şöyle bir yorum yapmaktadır: Kur’an Allah’ın sözü olduğuna göre, onu oluşturan parçaların hepsi –ibareler, cümleler, âyet ve sûreler– bir arada ve birbiriyle tutarlı ve bağlantılı tam bir bütün meydana getirmektedir. Bunun içindir ki, Kur’an mesajını tam olarak anlamak isteyen kimse, “aceleci yaklaşımlardan”, yani âyetleri ait oldukları umumi anlam örgüsünden soyutlayarak onlardan aceleci sonuçlar çıkarmaktan sakınmalı, Kur’an’ı “bir bütün olarak” ele almalı, münferit meseleleri bu bütün içinde değerlendirmelidir (II, 641-642). Âyetin sonunda Resûlullah’a “Rabbim! İlmimi arttır” diye dua etmesinin emrolunması şöyle açıklanabilir: Aceleci davranmamasının istenmesi Kur’an’ın vahyi ile ilgilidir; onu bu tutuma sevkeden (emaneti korumada duyarlılık gösterme gibi) âmiller ise kötülenmemiştir. Söz konusu yasak ifadesinin Resûl-i Ekrem’i kınama anlamında alınmaması için bu ifadenin hemen ardından böyle bir buyruğa yer verilerek hem ona iltifat edilmiş hem –Kur’an vahyi dışındaki hususlarda– bilgisini arttırma çabası içinde olması özendirilmiş, ufkunu açması için de rabbine dua etmesi istenmiştir (İbn Âşûr, XVI, 317).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 654

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cer olup,  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  اَنْزَلْنَا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

قُرْاٰناً  hal olup fetha ile mansubdur. عَرَبِياًّ  kelimesi  قُرْاٰناً ’nin sıfatı olup mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). 

Burada hal müfred şekilde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

صَرَّفْنَا  atıf harfi  وَ ’la  اَنْزَلْنَا ’ya matuftur. 

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

صَرَّفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  صَرَّفْنَا  fiiline müteallıktır.

مِنَ الْوَع۪يدِ  car mecruru mahzuf mef’ûlün bihe müteallıktır. Takdiri,  صرفنا وعيدا من الوعيد (Bir tehdit yaptık) şeklindedir.

صَرَّفْنَا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  صرف ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً

 

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَتَّقُونَ  fiili  لَعَلَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحْدِثُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  لَهُمْ  car mecruru  يُحْدِثُ  fiiline mütealliktir. 

ذِكْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُحْدِثُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حدث ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَذٰلِكَ, amili  اَنْزَلْنَاهُ  fiili olan mahzuf mef’ûlun mutlaka mütealliktir.

اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Ayetteki  كَذٰلِكَ  kelimesi, Ta-Ha Suresi 99’daki  كَذٰلِكَ  ifadesine matuftur. Yani “Aynen o inzal gibi ve o tarzda Kur'an’ı da indirdik.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

اَنْزَلْنَاهُ  fiilindeki  نَا, azamet zamiridir. Fiilin azamet zamirine isdadı tazim ifade eder.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

قُرْاٰناً  kelimesi haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

كَذٰلِكَ ’de  كَ  teşbih harfidir.  ذٰلِكَ  müşebbehün bihdir. Müşebbehin konumu öyle yüce bir yerdedir ki ona benzeyecek bir şey yoktur manasındadır. Bu ifadede mübalağa sanatı vardır.

قُرْاٰناً ’deki tenvin tefhim ve tazim içindir.

قُرْآنًا  kelimesi  أنْزَلْناهُ  fiilindeki mansub zamirden haldir.  قُرْآن  masdar şeklinde gelmiş bir isimdir. (Âşûr)

Okunması kolay olacak bir üslupla tertip edildiği için Kur'an denilmiştir. (Âşûr)

قُرْآنًا  kelimesindeki tenkir, kemâl manasındadır. Yani okunan şeylerin en kemâlidir. (Âşûr)

عَرَبِياًّ  kelimesi  قُرْاٰناً   için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَرَبِيًّا  kelimesi  قُرْآنًا  lafzının sıfatıdır. Bu vasıf, övgü ifade eder. Çünkü Arapça, dillerin en beliği, fesahat ve ahenk bakımından en güzelidir. (Âşûr)

Bu ifadelerde tariz yoluyla Araplar için bir minnet, müşrikler için de bir ahmaklık, akılsızlık vurgusu yapılmıştır. Çünkü Araplardan müşrik olanlar, Kur’an’dan yüz çevirmiş ve yalanlamışlardır. O halde şirkten vazgeçip iman edenler, yaradanlarına karşı bir şükran borcu içinde olmalılar. (Âşûr)

وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ  cümlesi, önceki cümleye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

صَرَّفْنَا  fiili  تفعيل  babındadır.  تفعيل  babı fiile kesret, sayruret, kabul, yönelmek gibi anlamlar katar. Ayrıca fiile iki mef’ûl alabilme imkanı sağlar.

Car mecrur  ف۪يهِ ’deki zamir Kur’an’a aittir. Bu ibarede istiare vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir.  قُرْاٰناً, içine girilecek bir şeye benzetilmiştir.

Burada  الوَعِيدِ  tehdit için zikredilmiştir. (Âşûr)

 

لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً

 

Ta’liliyye veya beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfi  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu ayet, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Allah Teâlâ’ya isnat edildiğinde  لَعَلَّ, için manasına geldiğinden; cümle, vaz edildiği anlamın dışında mana kazanması dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir. Yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrûb “لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t-Te’vîl)

لَعَلَّ ; temenni ve arzu içindir. Yani Kur’an’ın insanları takvaya yakınlaştırması ve onlar için bir hatırlatıcı olması ümit edilir. Onu indiren ve içindekileri emredenin şanı budur. Recâ manasının oluşması için bu harf telaffuz edilmiştir.  لَعَلَّ ; tebeî istiare olup meknî temsîlî istiareye işaret eder. (Âşûr)

اِنّ۪ٓ ’nin kardeşlerinden olan  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu cümlenin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Hükümde ortaklık nedeniyle  اَوْ  atıf harfiyle  لَعَلَّهُمْ ’ün haberine atfedilen ayetin son cümlesi olan  يُحْدِثُ, muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl olan  ذِكْراً deki tenvin tazim ifade eder. Car mecrur  لَهُمْ  ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur'an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)

Keşşâf sahibi şöyle demiştir.  لَعَلَّ  kelimesi ümit vermek içindir. Kerîm ve Rahîm olan Allah ümit verdiğinde, şüphesiz, Allah'ın bu ümit verişi, kesin vaat yerine geçer. İşte bu sebepten dolayı Kelâmullah'ta kesinlik manası ifade eder, denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

التَّقْوى; korkmak demektir. Allah'a itaat manasında kinaye olarak kullanılır. Yani biz bunu onların inanıp (iman edip) itaat etmeleri için yaptık demektir. (Âşûr)

قُرْاٰناً  ذِكْراً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Günün Mesajı
Kurân-ı Kerim'in görevi hakka iletnek, mü'minleri müjdelemek, kâfirleri nun hidâyetinden yüz çeviren ve ona nuhalefet eden kimseleri korkutup uyarmaktır.
Dünya hayatının günleri ne kadar uzarsa uzasın, günlerinin sonu gelmeyen âhiretin yanında pek kısadır.
Kıyâmet gününde hiçbir kimseye eğer önceden iman etmemiş ise imanının faydası olmaz ve ancak takvâ sahipleri kurtulacaklardır.
Akıllı kimse bu dünyada varlığını fırsat ve ganimet bilip değerlendirdi, Kur'ân-ı Kerim'in hidâyeti ile doğru yolu bulan, Resülullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)in ve ondan donra hidâyete erdirilmiş ashabının sünnetine uyan ve bu hali ile yüce Allah kendisinden razı olarak Allah'ın huzuruna çıkıncaya kadar devam eden kimsedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler
İlim Meclis’inde akşam namazını kıldıktan sonra herkes kenara çekildi. Kimisi uykuya daldı, kimisi sadece gözlerini dinlendirdi. Yatsı namazının yaklaştığı haberi verilince, öğrenciler ayaklandı ve abdestlerini tazeledi. Namaz ve duaların ardından derse devam edildi. Hoca ilk olarak, dinlenirken uyuyan öğrencilerinden, rüyalarını anlatmalarını istedi. Kimisi hatırlamadığını, kimisi ise hayal meyal hatırladığını söylerken, bir kaç kişi kısaca anlattı. Hoca:

Rüyalar alemine sadece bilinç dışımızın, olası yansıması olarak bakmamalıyız. Belki, anlamadığımız bir çok hikmet gizlidir. Belki, ahirete vardığımızda, dünyadaki hayatımızı nasıl algılayacağımıza dair ciddi bir ipucudur. Rüyada yaptığımız yanlışlara ve korktuğumuz hallere çok fazla takılmadığımız gibi etkisinden de bir süre sonra kurtuluruz. Zira, onun o anki gerçeği yansıtmadığını bilir ve korktuğumuz hallerden Allah’a sığınırız. Ancak, kıyamet günü, rüya gibi hatırladığımız dünya hayatının ve orada işlediğimiz hataların ya da boşa tükettiğimiz zamanın gerçekliği, bir tokat gibi inecektir yüzümüze. Bir de üstüne; unuttuğumuz ya da unutulmasını umduğumuz detayların hepsi, bir kitapta kaydedilmiş halde elimize verilecek. Düşün ki; bir sabah uyanmışsın ve gördüğün rüyadaki detayların hesabını vermek zorundasın. İşte o gün; Allah’ın yolundan uzaklaşan dudaklardan bir eyvah kopmasın ve gönüllere ‘değmezmiş’ pişmanlığı dolmasın diye, son uyanıştan önce uyan ve de ki:

Nice ömürlerin gelip gittiği gibi bu ömür de, bir rüya misali geçip bitecek. Dünyanın zorluklarını yük gören nefsim; eğer aklını başına almaz ve yüzünü Kur’an-ı Kerim’e dönmezsen, ahiretin yükü çok daha ağır olacak. Dünya yüklerinin acısını, geçici heveslerle unutma çabasındansa, ahiret yükünü hafifletmek için çabalama zamanı gelmedi mi?

Ey bize rahmet olarak Kur’an’ı indiren Allahım! Yeryüzünden dağların silindiği kıyamet günü, ağır bir yükün altında kalmaktan Sana sığınırız. Zamanımızı bereketlendir, günlerimizi hayırlı işlerle doldurmamızı ve zamanı hakkımızda hayırlı olacak şekilde değerlendirmemizi nasip et. Huzuruna vardığımız gün, bizi; yükü hafiflerden, hesabını kolay görenlerden, elhamdulillah diyenlerden ve cennetine koşanlardan eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji