15 Mayıs 2025
Tâ-Hâ Sûresi 114-125 (319. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Tâ-Hâ Sûresi 114. Ayet

فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً  ...


Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَعَالَى yücedir ع ل و
2 اللَّهُ Allah
3 الْمَلِكُ hükümdar olan م ل ك
4 الْحَقُّ gerçek ح ق ق
5 وَلَا asla
6 تَعْجَلْ acele etme ع ج ل
7 بِالْقُرْانِ Kur’an’ı (okumaya) ق ر ا
8 مِنْ
9 قَبْلِ önce ق ب ل
10 أَنْ diye
11 يُقْضَىٰ tamamlansın ق ض ي
12 إِلَيْكَ sana
13 وَحْيُهُ vahyedilmesi و ح ي
14 وَقُلْ ve de ki ق و ل
15 رَبِّ Rabbim ر ب ب
16 زِدْنِي artır bana ز ي د
17 عِلْمًا ilmimi ع ل م
"Kim ilim tahsil etmek için (evinden veya yurdundan) çıkarsa, geri dönünceye kadar Allah yolundadır." 
(Tirmizî, İlm, 2).
"Allah'ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır." (Tirmizî, Daavât, 128);
"Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." 
(Tirmizî, Daavât, 68) buyurururdu.

فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  تَعَالَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

اللّٰهُ  lafza-i celâlİ, fail olup lafzen merfûdur.  

الْمَلِكُ الْحَقُّۚ  kelimeleri,  اللّٰهُ  lafza-i celâlin iki sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 

1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. 

تَعْجَلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  بِالْقُرْاٰنِ  car mecruru  تَعْجَلْ  fiiline mütealliktir.

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  تَعْجَلْ  fiiline mütealliktir.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

يُقْضٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mansub meçhul muzari fiildir.  اِلَيْكَ  car mecruru  يُقْضٰٓى  fiiline müteallıktır.

وَحْيُهُ  naib-i faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً

 


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.   

Mekulü’l-kavli, nidanın şart ve cevabı olup mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Nidanın cevabı  زِدْن۪ي عِلْماً ’dir.  زِدْن۪ي  dua manasında emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez.Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  ن  harfi getirilir.  زِدْن۪ي  fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denilir. 

Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عِلْماً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ 

 

Ayet önceki ayete  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَنْزَلْنَاهُ  fiiliyle  اللّٰهُ  kelimeleri arasında mütekelimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

الْمَلِكُ  ve  الْحَقُّۚ  kelimeleri Allah lafzının iki sıfatı olarak merfudur.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Hakk Teâlâ, Kur'an'ın şanını ululayınca bunun peşinden kendisini ululamış ve mahlûkatının da kendisini ululayıp tebcil etmeleri gerektiğine dikkat çekmek için “Yegâne Melik ve hakkı olan Allah, çok yücedir.” buyurmuştur. Cenab-ı Hakk, kendisini (gerçek hükümdar) Hak Melik diye vasfetmiştir. Çünkü O'nun mülkü son bulmaz, değişmez, başkasından elde edilmiş değildir; başkası o mülke layık da değildir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Hz. Peygambere yönelik nehiy üslubuyla başlayan talebî inşâî isnaddır.

بِالْقُرْاٰنِ  lafzı,  بتلاوته  veya  بإنزاله  gibi bir mahzuf muzâfın muzâfun ileyhidir. Muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ  cümlesi, masdar teviliyle  قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhidir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُقْضٰٓى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Bu cümlede car mecrur  اِلَيْكَ, önemine binaen müsnedün ileyhe takdim edilmiştir.

Beyzâvî ayetin tefsirinde şu ifadeleri kullanır: [Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an'ı okumakta acele etme!] ayeti, Hz. Peygamberi Cebrail’den vahyi alması hususunda ve vahiy tamamlanmadan kıraatta önüne geçmemesi konusunda nehiydir ve bu nehiy, Kur’an’ın indirilişinden sonra istitrâd sanatına binaen zikredilmiştir.  (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Ta-Ha Suresi 113-114 ayetlerinde, Kur’an’ın insanlara indiriliş amacı bildirildikten sonra, Hz. Muhammed’in (s.a.) Kur’an’ın nüzûlu esnasında yapması gereken şeyler beyan edilmiştir. Zemahşerî, istidrâd cümlesinin kullanılmasını Kur’an’la gelen bilgilerin özümsenmesi gerekçesine bağlar. Dolayısıyla eğitim sürecinin en önemli aşamaları; adap, konuyu bütüncül algılama ve daha fazla öğrenme arzusudur. Elbette tüm bunların ana gayesi kullukta yükseliştir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)

 

 وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً

 

…وَقُلْ رَبِّ  cümlesi,  وَ ’la  لَا تَعْجَلْ  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayetin bu bölümü dua olarak okunur. Yani  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre mütekellim zamirinden ivazdır. Muzâfun ileyh hafiflik için hazf edilmiştir.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  رَبِّ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Muzâfun ileyhin ve nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Nidanın cevabı  زِدْن۪ي عِلْماً  cümlesi,  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

زِدْن۪ي  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  عِلْماً ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

رَبِّ - اللّٰهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tâ-Hâ Sûresi 115. Ayet

وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟  ...


Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 عَهِدْنَا biz emretmiştik ع ه د
3 إِلَىٰ
4 ادَمَ Adem’e
5 مِنْ
6 قَبْلُ önceden ق ب ل
7 فَنَسِيَ fakat unuttu ن س ي
8 وَلَمْ ve
9 نَجِدْ biz bulmadık و ج د
10 لَهُ onda
11 عَزْمًا bir azim ع ز م
Genellikle müfessirler bu âyetlerle Kur’an’da uyarılara tekrar tekrar yer verildiğini bildiren 113. âyet arasında bağ kurarlar; burada, insanoğlunun ilâhî uyarılar karşısındaki hatalı tutumunun ilk atasından beri görülen bir durum olduğuna işaret bulunduğunu belirtirler (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 123). Bu sûreden önce inen Sâd ve A‘râf sûrelerinde Âdem’in yaratılması ve İblîs’in ilâhî buyruğa karşı gelmesi olayına geniş yer verilmiştir. Yine A‘râf sûresinde Âdem’e –yasak ağaca yaklaşmamaları koşuluyla– eşiyle birlikte cennette kalma imkânı verildiğinden, fakat şeytanın kışkırtması sonucu buradan çıkarıldıklarından, ardından da yaptıkları yüzünden derin pişmanlık duyduklarından söz edilmiştir. Aynı konulara farklı bağlamlarda ve farklı üslûplarla değinilmesi, Kur’an’ın hususiyetleri hakkında bilgi sahibi olanlar için yabancı bir durum değildir. Burada önceki değinilerden farklı olarak Âdem’in tövbesinin kabul edildiğinden hatta onun seçkin kılındığından yani peygamber olarak görevlendirildiğinden (Şevkânî, III, 439) söz edilmektedir. Bu bağlamdan şu sonucu çıkarmak mümkündür: Her ne kadar insanoğlunun ilâhî uyarı ve bildirimler karşısındaki hatalı tutumu ilk atasından beri görülen bir durum ise de, insanlar –hıristiyan inancında kabul edildiğinin aksine– dünyaya ilk atalarının işlediği günah sebebiyle günahkar olarak gelmezler; Âdem işlediği günahtan sonra tövbe etmiş ve tövbesi kabul edilmiştir. Şu halde Hz. Âdem’den sonra da her insan bir taraftan günah işlemeye yatkın bir ortamda ve iyiliğe de kötülüğe de kullanılabilecek yeteneklerle donatılmış olarak sınava tâbi olacak, bir taraftan da işlediği günahlardan arınmak için aracı koymaksızın, bizzat rabbine yalvarıp, af dileyecektir. Bu ilkeden yola çıkıldığında ise Hıristiyanlığın temel akîde esaslarından olan rabbin insanlığı bu aslî günahtan arındırmak için Îsâ’yı kurban ettiği iddiası temelden yoksun kalmaktadır. Dolayısıyla, burada Hz. Âdem hakkında bu bilgiye yer verilmesi ile bu sûrenin Hz. Îsâ’nın nasıl dünyaya geldiğini açıklayan ve bu konudaki yanlış kabulleri mahkûm eden Meryem sûresinden sonra inmiş olması arasında bir anlam örgüsü bulunduğunu söylemek mümkündür (Derveze, III, 92-93; Âdem’in yaratılışı, İblîs’in Allah’a isyan etmesi; kendisiyle birlikte, aldattığı Âdem ve eşinin cennetten çıkarılmaları hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30 vd.; A‘râf 7/11 vd.).
 
 115. âyetin “Âdem’den söz almıştık” şeklinde çevirdiğimiz kısmını “Âdem’e buyruğumuzu bildirmiştik” şeklinde anlayanlar da vardır. Bu yorumda söz konusu olan buyruk, kendisinin ve eşinin düşmanı olan şeytana uymamasıyla ilgili uyarı olup 117. âyette ayrıca açıklanmıştır. 
 
 Aynı âyetin “Biz onda yeterli bir kararlılık görmedik” şeklinde çevirdiğimiz kısmı değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Bir yoruma göre, burada Âdem’in önce yasak ağaçtan yememeye karar vermişken, şeytanın kışkırtması karşısında kararlı davranamadığı veya yapılan cazip öneriye karşı direnemediği anlatılmaktadır. Diğer bir yoruma göre ise burada maksat, Âdem’in günah işlemede ısrarlı davranmamış olduğudur (Şevkânî, III, 438). Bu âyetteki lafzan “unuttu” anlamına gelen fiil daha çok“Rabbinin buyruğunu terketti” şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 124).
 
 124. âyette ifadesini bulan “Allah’ı anmaktan yüz çevirme”, Allah’ı inkâr etme, O’nun gösterdiği yolu beğenmeme, öğütlerine kulak asmama gibi mânalarla açıklanmıştır. Aynı âyette söz konusu edilen “sıkıntılı hayat”ın mahiyeti ve nerede olacağı hususunda ise ilk dönem müfessirlerinden farklı rivayet ve yorumlar nakledilmiştir. Burada sözü edilen sıkıntılı yaşantının kabir hayatı aşamasıyla ilgili olduğu veya âhirette yaşanacak sıkıntılara işaret edildiği rivayetlerinin yanı sıra dünya hayatındaki sıkıntılar anlamına ağırlık veren rivayet ve izahlar da vardır. Dünya hayatındaki sıkıntı, bu tür kimselerin maddî açıdan bolluk içinde olsalar bile, inançsızlığın, yanlış hedeflere yönelmenin, haram yollardan kazanmanın verdiği psikolojik baskı altında büyük bir darlık ve sıkıntı hissedecekleri, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacının mutluluğundan yoksun kalmanın ıstırabını tadacakları şeklinde yorumlanabilir (bk. Taberî, XVI, 225-227). Allah’a ve âhirete inanmayanların, inananlara göre çok daha dar bir maddî-mânevî alan tasavvuru ve bu tasavvura bağlı darlık içinde yaşayacakları da ayrı bir gerçektir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 657-658

 Azeme عزم:  عَزْمٌ işin devamına ve tamamlanmasına yönelik kalbi sıkıca bağlamak/kesin karar vermektir. Bu köke ait عَزِيمَة sözcüğü muska demektir. Sanki bu muskayla şeytanın sende iradesini gerçekleştirmesini engellemişsin gibi tasavvur edilmiştir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri azim ve azmetmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

عَهِدْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰٓى اٰدَمَ  car mecruru  عَهِدْنَٓا  fiiline mütealliktir.  اٰدَمَ  kelimesinin cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma) vasfı hem de ucmelik vasfı (Arapça olmama) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  عَهِدْنَٓا  fiiline müteallıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَسِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

نَجِدْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dir. 

لَهُ  car mecruru  نَجِدْ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır.  عَزْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur..

وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

عَهِدْنَٓا  fiiline müteallik olan, mecrur mahaldeki zaman zarfı  قَبْلُ ‘nun muzâfun ileyhi, mahzuftur. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir.

Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu, Hz. Âdem’in (a.s.) kıssasının Kur'an'da altıncı kez yer alışıdır. Hakk Teâlâ'nın [Andolsun ki Biz, bundan evvel Adem'e vahyetmiştik.] cümlesindeki ahd ile Allah'ın bir emri veya bir yasağının kast edildiğinden bir şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî)

فَنَسِيَ  cümlesi  فَ  ile  عَهِدْنَٓا  fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin son cümlesi  فَنَسِيَ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

عَهِدْنَٓا  ve  نَجِدْ  fiillerinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. 

Ayetteki “Fakat unuttu” ifadesine gelince bu, hatırlamanın zıddı olan şeydir yani unutmadır. Hz. Âdem (a.s.) ezberlemediği ve iyice zapt etmediği, dolayısıyla unuttuğu için itâb olunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

عَزْماً۟  mef’ûl olarak mansubdur. Bu kelimedeki tenvin azlık için olabilir.

Bu ayette 114. ayetteki gaib zamirinden cemi mütekellim zamirine dönülerek iltifat yapılmıştır.

Ayetlerin sonundaki  عَزْماً۟  ve  عِلْماً  kelimelerinde seci sanatı vardır.

Cümlenin kaseme delalet eden lam ve tahkik harfiyle başlaması kıssanın önemi sebebiyledir. İki kıssa arasındaki verilen ahd konusundaki tefritin birbirine benzediğine dikkat çekilmiştir.  ألَمْ يَعِدْكم رَبُّكم وعْدًا حَسَنًا أفَطالَ عَلَيْكُمُ العَهْدُ (Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi?) şeklindeki 86. Ayette zikredilen ilk kıssada İsrailoğullarının Allah ile olan ahitlerinde tefrit vardır.  (Âşûr)

 
Tâ-Hâ Sûresi 116. Ayet

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى  ...


Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 قُلْنَا demiştik ق و ل
3 لِلْمَلَائِكَةِ meleklere م ل ك
4 اسْجُدُوا secede edin س ج د
5 لِادَمَ Adem’e
6 فَسَجَدُوا secde ettiler س ج د
7 إِلَّا yalnız
8 إِبْلِيسَ İblis
9 أَبَىٰ diretti ا ب ي

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى

 

وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı  اِذْ, takdiri  أذكر  olan mahzuf fiile mütealliktir. 

قُلْنَا  ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

لِلْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru  قُلْنَا  fiiline müteallıktır. 

Mekulü’l-kavli  اسْجُدُوا ’dir.  قُلْنَا   fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اسْجُدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لِاٰدَمَ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline müteallıktır.  اٰدَمَ ’nin cer alameti fetha olup gayri munsariftir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فَ  atıf harfidir.  سَجَدُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَّٓا  istisna edatıdır. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِبْل۪يسَ  müstesna olup fetha ile mansubdur.

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَبٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو'dir.

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى

 

وَ , istînâfiyyedir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Zaman zarfı  اِذْ, takdiri  اذكر  (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh olan  قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamiri dolayısıyla fiil tazim ifade eder.

قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اسْجُدُوا لِاٰدَمَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Meleklere emir olan mekulü’l-kavl cümlesinden sonra emrin cevabının  فَ  ile gelmesi hemen secde etmiş olduklarına işaret eder.

فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَ  cümlesi, aynı üslupta gelerek …قُلْنَا  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.  اِلَّٓا, istisna edatıdır. Munkatı’ olan istisnada  اِبْل۪يسَۜ , müstesnadır. 

سجد  yakın anlamı ‘secde etmek, tapmak’ demektir. Fakat burada meleklerin Rabbimizin emrine itaat edip boyun eğdikleri kastedilmektedir ki bu da kelimenin ikinci ve uzak anlamıdır. Dolayısıyla tevriye vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

اسْجُدُوا - سَجَدُٓوا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

لِاٰدَمَ - اِبْل۪يسَۜ - لِلْمَلٰٓئِكَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen  اَبٰى  cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Veya  اَبٰى, mansub mahalde  اِبْل۪يسَۜ ’den hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi onun bu halinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

Nesefî’ye göre  اَبٰى  cümlesi gizli bir sorunun cevabı olabilir, o takdirde cümle şibhi kemâl-i ittisâl olur. (Selim Güzel, Ta-Ha Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)
Tâ-Hâ Sûresi 117. Ayet

فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى  ...


Biz de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقُلْنَا dedik ki ق و ل
2 يَا ادَمُ Adem
3 إِنَّ şüphesiz
4 هَٰذَا bu
5 عَدُوٌّ düşmandır ع د و
6 لَكَ sena
7 وَلِزَوْجِكَ ve eşine ز و ج
8 فَلَا sakın
9 يُخْرِجَنَّكُمَا sizi çıkarmasın خ ر ج
10 مِنَ -ten
11 الْجَنَّةِ cennet- ج ن ن
12 فَتَشْقَىٰ sonra yorulursun ش ق و

فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  يَٓا اٰدَمُ ’dur. قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَٓا  nida harfidir.  اٰدَمُ  münada olup damme üzere mebni müfred alem mahallen mansubdur. Nidanın cevabı  اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ ’dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هٰذَا  ism-i işaret  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  عَدُوٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَكَ  car mecruru  عَدُوٌّ’a mütealliktir.  لِزَوْجِكَ  atıf harfi  و ’la makabline matuftur.

فَ   mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن عرفتما عداوته فلا يخرجنّكما أي لا تمكّناه من أسباب إخراجكما (Onun düşmanlığını anladıysanız sizi asla çıkarmaz veya ona sizi çıkarma imkanını vermeyiz) şeklindedir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُخْرِجَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْجَنَّةِ  car mecruru  يُخْرِجَنَّ  fiiline mütealliktir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

فَ, sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, makablindeki nehiyden anlaşılan masdar manasına matuf olup mahallen merfûdur. Takdiri, لا يكن إخراج منه لكما فشقاء لك (Seni üzecek bir çıkış olmaz.) şeklindedir.

تَشْقٰى  elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ‘dir. 

يُخْرِجَنَّكُمَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ 

 

فَ, istînâfiyyedir. Müstenefe cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اٰدَمُ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin işaret ismi olması, işaret edilene dikkati çekmenin yanında onu tahkir içindir. (Âşûr)

لِزَوْجِكَ  kelimesi,  لَكَ ’ye atfedildiği halde cer harfinin tekrarlanması da tekid sayılır.


فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى

 

فَ, takdiri  إن عرفتما عداوته  (onun düşmanlığını anladıysanız) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Cevap olan  لَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiil nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Fâ-i sebebiyyenin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  فَتَشْقٰى  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle, makablindeki nehiyden anlaşılan masdar manasına matuftur. Takdiri,  لا يكن إخراج منه لكما فشقاء لك (Seni üzecek bir çıkış olmaz.) şeklindedir.

Fiilin sonundaki şeddeli nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Çıkarma fiilinin İblis’e isnad edilmiş olması, sebep müsebbep alakasıyla mecazî isnaddır.

Ayette, [ikinizi çıkarmasın] derken Âdem’in zevcini de söz konusu ettiği halde son cümlede  فَتَشْقٰى  fiilinin müfred sıygayla gelmesi iltifat sanatıdır. Fasılaya riayet de sağlanmıştır.

Beyzâvî, ayette Hz. Âdem ve Havva’ya birlikte hitap edilirken (sen ve eşin, siz ikinizi çıkarmasın) ardından sadece  Hz. Âdem’in bedbaht olacağını bildiren tekil kelime  فَتَشْقٰى  [mutsuz/bedbaht olursun] ile yetinilmesinin iktifâ sanatından kaynaklandığını şu ifadelerle açıkça ortaya koyar: “Cennetten çıkma hususunda  Hz. Âdem ve eşini birlikte zikrettikten sonra bedbahtlığı yalnızca Âdem’e nispet etmekle iktifa etmesi, onun mutsuzluğunun eşinin de mutsuzluğunu ilzam etmesindendir. Zira o, eşinin idarecisidir. Bir de ayet sonlarındaki fasılaların uyması içindir. Ya da geçim temini hususunda yorulanın erkek oluşundan dolayıdır.”  (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Tâ-Hâ Sûresi 118. Ayet

اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ  ...


“Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 لَكَ senin için
3 أَلَّا yoktur
4 تَجُوعَ acıkmak ج و ع
5 فِيهَا burada
6 وَلَا ve yoktur
7 تَعْرَىٰ çıplak kalmak ع ر ي

Araye عري :Fiil olarak عَرِيَ elbisesini çıkardı, soyunup çıplak hale geldi anlamında kullanılır. عَراء kelimesi içinde örtü ya da perde olacak hiçbir şeyin bulunmadığı yerdir. Kasırlı olarak yazılan عَرا sözcüğü yön, semt ve yan anlamına gelir. İfti'al babı kullanımı da إعْتَرَى yanına/semtine yönelmek demek olur. Son olarak عُرْوَةٌ lafzı ise bir şeye kenarından/yanından bağlı olan nesne (kulp)dir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri âri ve uryandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  لَكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

أَنْ  ve masdar-ı müevvel, اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur.

لاَ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَجُوعَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

ف۪يهَا  car mecruru  تَجُوعَ  fiiline müteallıktır. لَا تَعْرٰى  atıf harfi و ’la makabline matuftur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir.

اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ

 

Önceki ayetle ilgili olan bu ayet, fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكَ  car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki cümle, masdar teviliyle  اِنَّ ’nin muahhar ismidir.

Masdar-ı müevvel cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Ayetteki  اَلَّا  edatı, masdar harfi  أَنْ  ve nefy harfi  لاَ ’dan müteşekkildir.

Aynı üslupta gelen  وَلَا تَعْرٰىۙ  cümlesi, masdar-ı müevvel olan  لَّا تَجُوعَ ف۪يهَا  cümlesine matuftur.  لَا  nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.

Allah Teâlâ bu ayette açlıkla çıplaklığı atfederek birleştirmiştir. Bu birliktelikte asıl neden, bunlara sebebiyet veren etkenin gözetilmesidir. İkisinin ortak noktası mahrumiyettir. Birinde yiyeceğin, diğerinde giyeceğin olmamasıdır. Bu incelik bedî’ sanatlardan, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayette cennetin iki özelliği taksim sanatı üslubuyla belirtilmiştir.

 
Tâ-Hâ Sûresi 119. Ayet

وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى  ...


“Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّكَ ve şüphesiz sen
2 لَا
3 تَظْمَأُ susamayacaksın ظ م ا
4 فِيهَا burada
5 وَلَا ve
6 تَضْحَىٰ sıcaktan etkilenmeyeceksin ض ح و

وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, önceki ayetteki masdar-ı  müevvele matuf olup mahallen mansubdur. كَ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَا تَظْمَؤُ۬ا  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَظْمَؤُ۬ا  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  ف۪يهَا  car mecruru  لَا تَظْمَؤُ۬ا  fiiline mütealliktir.

لَا تَضْحٰى  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَضْحٰى   mukadder fetha ile mansub  muzari fiildir.

وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى

 

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve akabindeki  لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا  cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar tevili ile önceki ayetteki masdara müevvele matuftur. 

اَنَّ ’nin haberi olan  لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette cennetin iki özelliği taksim sanatı üslubuyla belirtilmiştir.

Bu ve önceki ayette açlıkla çıplaklığın, susuzlukla güneşte yanmanın cem’ edilmesi dikkate şayan bir ayrıntıdır. İlk anda akla gelen; açlıkla susuzluğun, çıplaklıkla güneşte yanmanın cem’ edilmesidir. Ancak Kur’an bunu tercih etmemiştir. Allah Teâlâ bunları sebepleri yönünden cem’ etmiştir. Açlık yiyeceğin olmamasıyla, çıplaklık da giyeceğin olmamasıyla meydana gelir. Her ikisinde de bir mahrumiyet söz konusudur. Benzer şekilde susuzluk ve güneşte yanmanın sebebi de hararettir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayrıca ilk bakışta bu ayetlerde bu kelimeler arasında bir münasebet yokmuş gibi görünebilir. Ancak düşününce aç-çıplak ikilisinin birlikte kullanıldığı kolayca hatırlanır. Susamakla kuşluk vakti arasında da bir münasebet vardır. Çünkü kuşluk vaktinde güneş en parlak ve yakıcı zamanındadır, dolayısıyla en fazla bu vakitte susanır. Bu üslub bedî’ sanatlardan lafız-mana uyumu olan teşâbüh-i etrâf sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

İnsanın dört temel korkusunun birlikte zikredilmesi de bu uyumun bir sonucu olmuştur. Ayrıca inananların cennette karşılaşacakları mükâfatların fıtrattan gelen bu temel korkulara dikkat çekmek üzere olumsuz fiillerle ifade edilmesi dikkatleri celbetmektedir.

Doymak, suya kanmak, giyim, gölgede oturmak, insanların işlerinin hep dayandığı merkezlerdir. Bundan dolayı Allah Teâlâ, bu şeylerin kazanmaya ve araştırmaya gerek olmaksızın cennette insanoğlu için mevcut olacağını bildirmiştir. Bunların da olumsuz cümlelerle ifade edilmeleri, zıtları olan açlık ve çıplaklıktan ötürüdür. Ayette susama ve gölgeden bahsedilişi, insanın kulağına ve bunların sebep olduğu ve sakındığı çeşitli zahmetli şeyleri çıtlatmak içindir. Böylece insan, böyle zahmetlere düşmesine sebep olacak şeylerden sakınır. Bütün bunların hepsi sanki ayetteki [Sonra zahmete düşersin] ifadesini tefsir için getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Açlık ile susuzluk ve keza çıplaklık ile sıcaktan bunalma halleri aynı cinsten oldukları halde bir arada zikredilmemeleri, minnet makamının hakkını tamamıyla ifa etmek içindir. Zira bu şekilde ayrı zikredilmeleri işaret ediyor ki, bunların her birinin bulunmaması kendi başına müstakil bir nimettir.

Eğer açlık ve susuzluk bir arada zikredilmiş olsaydı, her ikisinin bulunmamasının tek bir nimet olduğu vehmedilebilirdi.

Keza çıplaklık ve sıcaktan bunalma için de aynı şey söylenebilir. Bir de ziyadesiyle açıklama olsun diye mezkûr şeylerden her birinin olmamasının bizzat maksût olduğuna ve asıl olarak zikredildiğine dikkat çekmek içindir. Yoksa bunların bazısının zikrinin, başkasının zikrine bağlı olarak ve bir ara söz olarak gerçekleşmemistir. Nitekim aynı cins olan iki şeyin bir arada zikredilmesi takdirinde bu husus vehmedilebilir. (Ebüssuûd)

 
Tâ-Hâ Sûresi 120. Ayet

فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى  ...


Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَوَسْوَسَ nihayet fısıldadı و س و س
2 إِلَيْهِ ona
3 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
4 قَالَ dedi ki ق و ل
5 يَا ادَمُ Adem
6 هَلْ mi?
7 أَدُلُّكَ sana göstereyim د ل ل
8 عَلَىٰ
9 شَجَرَةِ ağacını ش ج ر
10 الْخُلْدِ ebedilik خ ل د
11 وَمُلْكٍ ve bir hükümranlığı م ل ك
12 لَا
13 يَبْلَىٰ yok olmayacak ب ل و
Riyazus Salihin, 1890 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennette öyle bir ağaç vardır ki, idmanlı bir ata binmiş olan kimse onun bir ucundan diğerine yüz senede varamaz.”
Buhârî, Rikak 51; Müslim, Cennet 8 
Buhârî (Bed'ü'l-halk 8, Tefsîru sûre (56), 1) ve Müslim’in (Cennet 8) Ebû Hureyre’den naklettikleri başka rivayetlere göre Resûl-i Ekrem, “Bir süvari o ağacın gölgesinde yüz sene gider de bir ucundan diğerine varamaz” buyurdu.

فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  وَسْوَسَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اِلَيْهِ  car mecruru  وَسْوَسَ  fiiline mütealliktir.  الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli  يَٓا اٰدَمُ ’dir.  يَٓا  nida harfidir.  اٰدَمُ  münada olup damme üzere mebni müfred alem olduğundan mahallen mansubdur.

هَلْ  istifham harfidir.  اَدُلُّكَ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى شَجَرَةِ  car mecruru  اَدُلُّكَ  fiiline müteallıktır.  الْخُلْدِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مُلْكٍ  atıf harfi و ’la makabline matuftur.  لَا يَبْلٰى  cümlesi  مُلْكٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 

1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَبْلٰى  fiili, mukadder damme ile merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  اِلَيْهِ  önemine binaen faile takdim edilmiştir.


 قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Burada önce şeytanın vesvesesi zikredilmiş; ardından bu vesvesenin ne olduğu açıklanmıştır. Görüldüğü gibi, maksat şeytanın vesvesesini açıklamaktır. Onun için  قَالَ يَٓا اٰدَمُ, atf-ı beyândır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) Ayetin bu cümlesi, ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır.

İtiraziyye olan  يَٓا اٰدَمُ  cümlesi nidâ üslubunda talebî inşâî isnaddır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ  cümlesi,  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim şeytan, muhatap Âdem’dir (a.s.).

هَلْ أُدُلُّكَ  arz, takdim manasında gelmiş bir istifhamdır. Hakikate yakınlığı dolayısıyla nidadan sonra gelen ve istifhama en uygun mecazî manadır. (Âşûr)

لَا يَبْلٰى  cümlesi  مُلْكٍ  için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek cümleye hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Nekre kelimelerden sonra gelen cümleler sıfat olurlar.

[Sen burada acıkmayacak çıplak kalmayacaksın, burada susuzluk çekmeyeceksin. Güneşin sıcağında kalmayacaksın. (Ta-Ha Suresi, 117-119)] ifadeleri ile Hz. Âdem’i sürekli bu rahatlığa, muntazam bir geçime teşvik etmiş, İblis de onu [Seni ebedilik ağacına götüreyim mi? ifadesi ile sürekli bir rahata, ve zeval bulmayacak bir mülke götüreyim mi?] ifadesi ile muntazam bir geçime teşvik etmiştir. Binaenaleyh Allah'ın onu teşvik ettiği şey ile İblis'in teşvik ettiği şey aynıdır. Fakat Cenab-ı Hakk böyle bir hayatı onun o ağaçtan uzak durması şartına, İblis ise bunu onun o ağaçtan yemesi şartına bağlamıştır. Kim bu konuda iyice düşünürse şaşkınlığı ve hayreti artar, en sonunda bu hadisenin Allah'ın kaza ve kaderinden kurtuluşun olmadığına, ona hiçbir şeyin engel olmayacağına ve delilin çok açık ve kuvvetli olmasına rağmen, ancak Allah'ın takdiri ile fayda vereceğine bir dikkat çekme olduğunu anlar. (Fahreddin er-Râzî)

Ağacın ölümsüzlük ve eksilmeyecek kudret özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

Bu ayetteki her iki cümle lafzen haberîdir, aralarında uyum vardır. Anlam bakımından da cümleler uyumludur çünkü birinci cümlede şeytanın Hz. Âdem’e vesvese verdiği söylenmiş ama ne olduğu açıklanmamıştır. İkinci cümlede ise şeytanın verdiği vesvesenin ne olduğu açıklanarak birinci cümlenin kapalılığı giderilmiştir. Cümleler atıfla gelseydi, şeytanın vesvese verdiği anlaşılacaktı ancak açıklanmadığından bunun ne olduğu bilinemeyecekti. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Tâ-Hâ Sûresi 121. Ayet

فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ  ...


Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَكَلَا yediler ا ك ل
2 مِنْهَا o(ağaç)tan
3 فَبَدَتْ böylece göründü ب د و
4 لَهُمَا kendilerine
5 سَوْاتُهُمَا kötü yerleri س و ا
6 وَطَفِقَا ve başladılar ط ف ق
7 يَخْصِفَانِ örtmeğe خ ص ف
8 عَلَيْهِمَا üstlerini
9 مِنْ -ndan
10 وَرَقِ yaprağı- و ر ق
11 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
12 وَعَصَىٰ ve karşı geldi ع ص ي
13 ادَمُ Adem
14 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
15 فَغَوَىٰ ve şaşırdı غ و ي

فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَكَلَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهَا  car mecruru  اَكَلَا  fiiline mütealliktir.

فَ  atıf harfidir.  بَدَتْ  mahzuf  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. لَهُمَا  car mecruru  بَدَتْ  fiiline müteallıktır. سَوْاٰتُهُمَا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

طَفِقَا  fetha üzere mebni nakıs mazi fiildir. Zamir olan  tesniye elifi  طَفِقَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.

يَخْصِفَانِ  fiili, طَفِقَ ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.  يَخْصِفَانِ  fiili,  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

Şurû’ (Başlama) Fiilleri: Bir işin başladığını ifade ederler. Türkçeye “başladı” şeklinde tercüme edilirler. Yalnız mazi olarak kullanılır ve haberlerinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu fiillerden sadece  طَفِقَ  fiili Kur’an’da başlama manasında kullanılmıştır. Diğer fiiller Kur’an’da geçmekle beraber başlama fiili manasında kullanımına rastlanmamıştır.  اَنْشَاَ – جَعَلَ – اَخَذَ  fiillerinin başlama fiili anlamında kullanılmaları nadir de olsa hadislerde bulunmaktadır. Ancak Kur’an’da bulunmamaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَيْهِمَا  car mecruru  يَخْصِفَانِ  fiiline mütealliktir. مِنْ وَرَقِ  car mecruru  يَخْصِفَانِ  fiiline mütealliktir.  الْجَنَّةِۘ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ

 

وَ  atıf harfidir.  عَصٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اٰدَمُ  fail olup lafzen merfûdur.

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  غَوٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ 

 

فَ  atıf harfidir. Ayet, mukadder müstenefeye matuftur.  فَاَكَلَا مِنْهَا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا  cümlesi, makabline matuftur.

وَ ’la …فَبَدَتْ  cümlesine atfedilen  وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا  cümlesi, nakıs fiil  طَفِقَ ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  طَفِقَ ’nın haberinin  يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ  şeklinde muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Birbirine atfedilmiş üç cümle arasında hükümde ortaklık mevcuttur.

طَفِقَ  fiilinin hükmü, haberinin muzari olması hususunda tıpkı  كَادَ  fiili gibidir. Fakat aralarında çok ufak bir fark vardır:  طَفِقَ  bir işe başlandığını  كَادَ  ise başlanmak üzere olduğunu bildirir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ

 

وَ, istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ  cümesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  فَغَوٰىۖ  cümlesi, makabline  فَ  harfi ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبَّهُ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan gaib zamiri dolayısıyla Hz. Âdem şan ve şeref kazanmıştır. 

غَوٰىۖ - عَصٰٓى  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

لَهُمَا - عَلَيْهِمَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab  sanatı vardır.

[Âdem, Rabbine  isyan etti ve yolunu şaşırdı.] ayetinde isyan etti ifadesi ciddi duygulanmalara sebep olmaktadır. Allah’ın yeryüzünde halifesi olacak  Hz. Âdem’in fiili için  ظلّ  (sürçme) veya hata kelimeleri yerine, Firavun hakkında da kullanılan Müzzemmil Suresi 16. ayetteki isyan kelimesinin seçimi elbette muhataplarda ciddi etkilenmelere sebep olacaktır. Ayet, müminlere yönelik ciddi bir ikaz barındırır. Bu ikazla daha sonraki tövbelerine rağmen ilk peygamberin hatasını ilan eden Allah’a karşı daha fazla takva sahibi olmaya motive edilmiş olur. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Tâ-Hâ Sûresi 122. Ayet

ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى  ...


Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 اجْتَبَاهُ onu seçti ج ب ي
3 رَبُّهُ Rabbi ر ب ب
4 فَتَابَ tevbesini kabul etti ت و ب
5 عَلَيْهِ onun
6 وَهَدَىٰ ve doğru yola iletti ه د ي

ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اجْتَبٰيهُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

رَبُّهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir.  تَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

عَلَيْهِ  car mecruru  تَابَ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir.  هَدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

اجْتَبٰيهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  جبى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى

 

Tertip ve terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile gelen ayet, birbirine atfedilmiş üç cümleden müteşekkildir. 

Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aynı üslupta gelen cümleler, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Âdem’e (a.s.) ait zamirin  رَبُّ  lafzına izafesi ona tazim ve tekrim içindir. Matufun aleyhteki Rabb isminin tekrar edilmesi, Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek ve ziyadesiyle lütufkâr olduğunun işaretidir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَابَ  fiili “döndü, yöneldi” anlamındadır.  اِلَى  harf-i ceri ile kullanıldığında “tövbe etti”,  عَلَى harf-i ceri ile kullanıldığında ise “tövbesini kabul etti” manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.

غَوٰىۖ  - هَدٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Tâ-Hâ Sûresi 123. Ayet

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى  ...


Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 اهْبِطَا inin ه ب ط
3 مِنْهَا oradan
4 جَمِيعًا hepiniz ج م ع
5 بَعْضُكُمْ bir kısmınız ب ع ض
6 لِبَعْضٍ diğerinize ب ع ض
7 عَدُوٌّ düşmansınız ع د و
8 فَإِمَّا artık
9 يَأْتِيَنَّكُمْ size geldiği zaman ا ت ي
10 مِنِّي benden
11 هُدًى bir hidayet ه د ي
12 فَمَنِ sonra kim
13 اتَّبَعَ uyarsa ت ب ع
14 هُدَايَ benim hidayetime ه د ي
15 فَلَا yoktur (ona)
16 يَضِلُّ sapkınlık ض ل ل
17 وَلَا ve yoktur
18 يَشْقَىٰ bir sıkıntı ش ق و

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  Mekulü’l-kavli  اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً ’dır. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اهْبِطَا  fiili,  ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا  car mecruru  اهْبِطَا  fiiline müteallıktır. جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi  اهْبِطَا ’deki failin ikinci hali olarak mahallen mansubdur.

بَعْضُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِبَعْضٍ  car mecruru  عَدُوٌّ ’un mahzuf haline mütealliktir.  عَدُوٌّ  haber olup lafzen merfûdur. 


 فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  إنْ  harfi,  مَّا ’ya idgam edilmiştir.  مَّا, zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir.

اِمَّا daki  إنْ  şartıyedir,  مَّا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden  نَّ u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)

يَأْتِيَنَّكُمْ  fetha üzere mebni, mahallen meczum şart fiilidir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  مِنّ۪ي  car mecruru  يَأْتِيَنَّكُمْ  fiiline mütealliktir.  هُدًى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَنِ  iki muzariyi cezm eden şart harfidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اتَّـبَعَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اتَّـبَعَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

هُدَايَ  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  يَ  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

لَا يَشْقٰى  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَشْقٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. 

اتَّـبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ’dır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. اهْبِطَا  fiilinin failinden hal olan  جَم۪يعاً, ıtnâb sanatıdır.

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi وَ  olmadan gelen müekked hal cümlesidir. Sahibu’l-hal yine اهْبِطَا  fiilinin failidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal, manayı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Hal-i müekkide: Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıftır. Mesela: هذا اخوك عطوف “Bu, çok şefkatli kardeşindir.” cümlesinde olduğu gibi. Bunun gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

لِبَعْضٍ , önemine binaen haber olan  عَدُوٌّ ’a takdim edilmiştir.

بَعْضُ - لِبَعْضٍ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

اهْبِطَا  emrinden sonra cemi hitaba geçilmesi iltifat sanatıdır.

Ebu Müslim: “Hitap, hem zürriyetiyle birlikte  Hz. Âdem'e hem de zürriyeti ile birlikte İblis’edir. Hz. Âdem'le İblis ayrı iki cins oldukları için ‘ikiniz ininiz denilmesi’, bu her bir cinsin kalabalık kimseleri ihtiva etmiş olmasından dolayı cemi hitap doğru olmuştur.” Keşşâf sahibi şöyle demiştir: “Hz. Âdem ve Havva (a.s.), beşerin aslı ve beşerin kendilerinden çıkıp dallanıp budaklandığı sebep ve kök oldukları için o ikisi, beşerin tamamı kabul edilmiş ve onlara, tıpkı beşerin tamamına hitap edilmiş gibi çoğul olarak hitap edilmiştir.”


 فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى

 

Cümle,  فَ  ile mekulü’l-kavle atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.  اِمَّا, şart harfi  إنْ  ve tekid ifade eden zaid  ما ’dan oluşmuştur. Şart cümlesi   يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى  muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. 

Ayetin başında  قَالَ  fiilinde gaib zamir kullanılırken,  مِنّ۪ي ’de mütekellim zamirine iltifat edilmiştir. Fail konumundaki  هُدًى ’nın tenkiri, tazim ifade eder.

Cevap cümlesi  فَ  karinesiyle gelen  فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى, şart üslubunda haberî isnaddır.  مَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ  şart cümlesidir. Şart ismi  مَنِ mübteda,  اتَّـبَعَ هُدَايَ  cümlesi, haberdir. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

فَ  karinesiyle gelen  فَلَا يَضِلُّ  cümlesi cevaptır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هُوَ  olan müsnedün ileyh mahzuftur. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَضِلُّ  cümlesi, haber konumundadır. Aynı üslupta gelen  وَلَا يَشْقٰى, hükümde ortaklık nedeniyle cevap cümlesine matuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil cümle, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve şart üslubunda gelmiş cevap cümlesinden oluşan ayet ise şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır.

İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

هُدَايَ - هُدًى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هُدَايَ - يَضِلُّ  tıbâk-ı îcab,  اتَّـبَعَ - يَشْقٰى  kelimeleri arasında manevi tıbâk sanatı vardır.

Ayette, sonra ne zaman size benden bir hidayetçi gelir sözünden sonra taksim vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Tâ-Hâ Sûresi 124. Ayet

وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى  ...


“Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ama kim
2 أَعْرَضَ yüz çevirirse ع ر ض
3 عَنْ -tan
4 ذِكْرِي beni anmak- ذ ك ر
5 فَإِنَّ şüphesiz ki
6 لَهُ onun için vardır
7 مَعِيشَةً bir geçim ع ي ش
8 ضَنْكًا dar ض ن ك
9 وَنَحْشُرُهُ ve onu haşrederiz ح ش ر
10 يَوْمَ günü ي و م
11 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
12 أَعْمَىٰ kör olarak ع م ي

وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى

 

İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنِ  mübteda olup mahallen merfûdur.  اَعْرَضَ  fiili, haber olarak mahallen merfûdur.

اَعْرَضَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  عَنْ ذِكْر۪ي  car mecruru  اَعْرَضَ  fiiline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

لَهُ  car mecruru  اِنَّ nin mahzuf haberine müteallıktır.  مَع۪يشَةً  kelimesi اِنَّ nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur. ضَنْكاً  kelimesi  مَع۪يشَةً ’in sıfat olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  نَحْشُرُ  cümlesi mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

Merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  نَحْشُرُ  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.  اَعْمٰى  kelimesi gaib zamirinin hali olup elif üzere fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَعْرَضَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  عرض ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً 

 

Cümle  وَ  ile önceki ayetteki  فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da ittifak vardır. Şart üslubunda gelen cümlede  مَنْ  şart ismi mübtedadır.

مَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي  şart cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. 

Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَعْرَضَ عَنْهُ  cümlesi, mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. 

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

ذِكْر۪ي  izafetinde ذِكْر۪ ’in Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması zikri tazim içindir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  car mecruru,  اِنَّ nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  مَع۪يشَةً  muahhar mübteda,  ضَنْكاً  onun sıfatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi  مَع۪يشَةً ’in nekre gelişi, nev ve kıllet ifade eder. 

Önceki ayetteki şart cümlesiyle bu ayetteki şart cümlesi, mukabele oluşturmuştur.


 وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümlede takdiri  نحن  olan müsnedün ileyh mahzuftur. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

Muzari fiil sıygasındaki  نَحْشُرُهُ  cümlesi, haber konumundadır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade etmiştir.

Isim cümlesinin müsnedinin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ilk cümledeki  ذِكْر۪ي  izafetinden sonra  نَحْشُرُهُ  şeklindeki ifade, iltifat sanatıdır.

Yüz çevirenlerin başına geleceklerin dar geçim ve kör olarak haşredilme şeklinde sayılması, taksim sanatıdır.

اَعْمٰى  kelimesiنَحْشُرُهُ  fiilinin mefulunün müekked hali olarak mansubdur. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Küfür ve dalalet içinde yaşamak, şakî ve susamış bir halde yaşamaktır. Başka bir deyişle; darlık ve mahrumiyet içinde yaşamak demektir. Hiç bir şeyle doymaz, hiç bir şeyle susuzluğunu gideremez, hiç bir şekilde mutlu olamaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Kerîm surenin bu sayfasında 117. ayetten itibaren, ayet sonlarındaki kelimelerin fasılaya uygunluğu ve bu kelimeler arasındaki seci sanatı dikkate şayandır.

 
Tâ-Hâ Sûresi 125. Ayet

قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً  ...


O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak haşrettin?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ der ki ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 لِمَ niçin?
4 حَشَرْتَنِي beni haşrettin ح ش ر
5 أَعْمَىٰ kör olarak ع م ي
6 وَقَدْ andolsun
7 كُنْتُ ben idim ك و ن
8 بَصِيرًا görüyor ب ص ر

قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً

 

Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

رَبِّ  cümlesi itiraziyyedir. 

رَبِّ  münadadır. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi  لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  مَا  istifham isminin ism-i mevsûl olmadığı anlaşılsın diye elifi hazf edilmiştir. لِ  harf-i ceriyle birlikte  حَشَرْتَـن۪ٓي  fiiline müteallıktır.

حَشَرْتَـن۪ٓي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  يَ  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اَعْمٰى  kelimesi hal olup mukadder fetha ile mansubdur.

وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً  cümlesi  حَشَرْتَـن۪ٓي ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  كُنْتُ  sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb ederتُ  mütekellim zamiri   كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. بَص۪يراً  kelimesi  كُنْتُ ’nun haberi olup fetha ile mansubdur.

قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İtiraziyye olan  رَبِّ  cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayetin son cümlesi olan  وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً  haldir. و , haliyyedir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümle  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

بَص۪يراً, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu  belirtir.

İtiraz ve nida cümlelerinde mütekellim, dalalete düşmüş mücrimdir.

Cübbai şöyle demiştir: Onun âmâ olarak haşredilmesinden murad, kıyamet gününde kendisiyle hayra nail olacağı bir yola ulaşamaması; aksine herhangi bir şeye varamayan ve yolunu bulamayan âmâ, kör gibi şaşkın kalakalmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)

اَعْمٰى (kör) - بَص۪يراً (Gören) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Günün Mesajı
Cennette Âdem'e ve eşine yapıları yasak teşri bir yasak değil, tekvini bir yasak ve hayatları adına irşadi bir tenbih idi. Çünkü âyetlerden bu yasaklardaki önemli bir hikmetin acıkmama, susamama, çıplak kalmama ve güneşte yanmama, yani dünya hayatının zorluklarını çekmeme, yasağa uymamanın karşılığının da yanma, acıkma, susama, çıplak kalma ve güneşte yanma, yani dünya hayatının zorluklarına mahkumiyet olduğunu anlıyoruz.
İkinci olarak, ayetler, insan için ebediyet arzusunun karşı cinse ve çocuklara karşı duyulan sevgi ve tutku ile, dünya saltanatının yeme, içme ve güneşten korunma ihtiyaç ve tutkularının önünde geldiğini ve insan için en büyük bir kayma noktası olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu ebediyet arzusu, insanlarda çok defa tehlikeli bir şekilde dünya adına tul-i emel, yani hiç ölmeyecekmişçesine dünyevi hedefler taşıma olarak ortaya çıkmaktadır.
Üçüncü olarak, ayetler, Hz. Âdem'in seçilmesini ve tevbesinin kabulünü işlediği hatanın hemen peşinden zikretmekle, O'nun hakkında bir an için bile olsa zihin ve kalblerimizde menfi bir düşünce meydana gelmesine imkân tanımadığı gibi işlenen bir hata veya günahtan hemen sonra tevbe edilmesi gerektiğini de ima buyurmaktadır.
Dördüncü olarak, daha önce yukarıda kaydedilen notlarda da ifade edildiği gibi, İblis, cennetten kovulmasından sonra artık şeytan olarak anılmaktadır. O'nun cennetten kovulması Hz. Âdem'den öncedir. Bakara Süresi'nde “İnin!” fiilinin muhatabı çoğul, yani iki kişiden fazla iken, burada tesniye (ikil)dir. Dolayısıyla burada inme emri öncelikle Hz. Âdem ve Hz. Havva'yadır. “Hepiniz inin!” denilmekle de, emrin muhataplarına şeytanla birlikte ihtimal Hz. Âdem ve Hz. Havva'nın kendilerinden gelecek soyları da dahil edilmektedir. Ayetlerde ifade edilen birbirine düşmanlık, Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette ifade olunan (ör: Fâtır Süresi/35: 6) şeytanın insana düşmanlığı ve insanın da onu düşman kabul etmesi gerektiği olduğu gibi, insanlararası düşmanlıklar da olsa gerektir.
Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Kitab-ı Mukaddes, yasaklanan ağaçtan yeme işinde birinci derecede Hz. Âdem'i değil, Hz. Havva'yı sorumlu tutar (Tekvin, 3: 1-6). Ona göre, Hz. Havva Hz. Âdem'i kandırmıştır. Bundandır ki kadın, Yahudi ve Hıristiyan dünyada uzun asırlar lânetli ve erkekleri yoldan çıkaran bir varlık olarak görülmüştür. Oysa Kurân-ı Kerim'de bu konuda Hz. Havva'yı suçlayan tek bir ifade yoktur. Şeytan Hz. Âdem'e yaklaşmıştır ve öyle anlaşılıyor ki, Hz. Havva, Hz. Âdem uymuştur. Bu da bir gerçeğe işaret etmektedir ki, tarihte de, sanılanın aksine genellikle erkekler, kendilerinin olduğu gibi kadınların da sapmalarından sorumlu olmuşlar, kadınlar onlara bağlı kalmışlardır ve insanları saptırma adına kadınları kullananlar da yine erkekler olmuştur.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ağacın altına oturmuş; kendi kendine mırıldanıyor, aynı zaman da mırıldandıklarını yazıya döküyordu. Ağacın üzerindeki küçük canlının, defterini okuduğundan habersizdi:

“Sanırım şeytan, insanların nefislerine, birbirlerine benzer tohumları atmaktadır. Bu tohumların ortak adı: ‘sonsuzluk’ olmalıdır. Zira insan, bir şeye mutlu olacağını ya da üzüleceğini düşündüğünde; çoğunlukla o duygu hali sonsuza kadar sürecekmiş ya da sürmeliymiş hisleriyle dolmaktadır. Bundan dolayı, istediğine kavuştuktan sonra zamanla tükenen mutluluğunun hayal kırıklığıyla dolarken; istemediği olduğunda da nefsi başka bir şeyin peşine düşene dek, onun yükünü taşımaya devam eder. Aynı senaryoyu - farklı zaman ve mekanlarda - ne kadar oynarsa oynasın, her seferinde farklı olacağı inancıyla, aynı hataları tekrarlamaya devam eder. Bu yüzden kalbi, devamlı vesveselerle mücadele içindedir ki; dünya işlerinde aceleyle adım atılmasın ve aceleyle karar verilmesin. Hiçbir şey yapmadan kalbin kazanmasını beklemek, hiçbir gıda almayıp bedenin hastalanmamasını ummak gibidir. Çözüm yolu: Allah’ın kullarına bildirdiği ibretlerden ders alarak, ilimlerden toplayabildiğini toplayarak, emrettiği hayırları işleyerek ve yasakladıklarından uzaklaşarak; kalpteki faziletleri güçlendirmekten ve reziletleri ise çürütmekten geçmektedir.”

Rabbim! İlmimi arttır. Senin yardımınla:

Nefsim, isteklerinin yoğunluğuyla körleşse de; kalbiyle görenlerden olayım. Heveslerimin peşinden sürüklenme daveti çıksa da; Sana koşayım. Dünyanın yalan yalnızlığının içine çekilsem de; Senin rahmetin ile muhabbetini içime çekeyim.

Benliğim hangi aşırılığa meyil ederse etsin; ayaklarım her şeyin ortasında, Senin yolunda sabit kalsın. Bedenim dünyevi ve uhrevi işlerle meşgulken; kalbim daima Seninle meşgul olsun. Dış alemde ne olursa olsun; iç alemim Seni zikretsin.

Nefsim sakinleşip susana dek; Senin huzurunda bekleyeyim. Vesveseler kaybolup gidene dek; imanımın tevekkül kılıcıyla mücadele edeyim. Ölüm anı gelene dek; nimetlere şükür ederek ve imtihanlarda yardımını dileyerek, her işime Senin adınla başlayıp, Senin rızanı umarak tamamlayayım.

Rabbim! Senin adınla yaşayıp öleyim. Senin adınla ölüp dirileyim. Senin adınla dirilip Sana kavuşayım.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji