Tâ-Hâ Sûresi 108. Ayet

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً  ...

O gün kendisinden yan çizmek mümkün olmayan davetçiye (İsrâfil’e) uyarlar. Sesler, Rahmân’ın azametinden dolayı kısılmıştır. Artık sadece fısıltı işitebilirsin.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَئِذٍ o gün
2 يَتَّبِعُونَ uyarlar ت ب ع
3 الدَّاعِيَ çağrıcıya د ع و
4 لَا
5 عِوَجَ hiç pürüzü olmayan ع و ج
6 لَهُ onun
7 وَخَشَعَتِ ve kısılır خ ش ع
8 الْأَصْوَاتُ sesler ص و ت
9 لِلرَّحْمَٰنِ Rahman’ın huzurunda ر ح م
10 فَلَا
11 تَسْمَعُ işitemezsin س م ع
12 إِلَّا başka bir şey
13 هَمْسًا fısıltıdan ه م س
 
İnsanlara dünya hayatının sonlu olduğunu ve kendilerini bekleyen bir hesap gününün kaçınılmazlığını anlatan Hz. Peygamber’e kıyametle ilgili sorular yöneltiliyordu. 105. âyette bu çerçevede Resûlullah’a yöneltilmiş veya zihinleri kurcalayan bir soruya değinilip kıyamet tasviri yapılmaktadır (kıyamet hakkında bk. A‘râf 7/187). Burada yeryüzünde ilk göze çarpan, en belirgin yükselti unsurları olan dağların ne olacağı sorusuna cevap verilerek, bugünkü tasavvurlarımıza sığmayacak bir değişimin söz konusu olacağı belirtilmekte, fakat ardından asıl önemli olan şeyin insanın kendi göreceği muamele olduğuna dikkat çekilmektedir.
 
107. âyette geçen iki kelimenin Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak âyet, “Orada artık ne bir kıvrım ne de bir tümsek görürsün” şeklinde tercüme edilebileceği gibi, âyete “Orada artık iniş-yokuş / eğrilik-yumruluk / eğrilik-pürüz göremezsin” mânaları da verilebilir (Taberî, XVI, 212-213; Şevkânî, III, 435).
 
108. âyetin “... çağırıcıya uyar; ondan kaçıp kurtulma imkanı yoktur” şeklinde çevirdiğimiz kısmına “kendisinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı veya hemen kendisine uyacakları davetçi” mânalarının yanı sıra (Taberî, XVI, 214), “eğip bükmeyen, pürüzsüz bir çağrıda bulunan davetçi” anlamı da verilmiştir; bazı müfessirler davetçiden maksadın kıyametin kopmasında özel görevi bulunan İsrâfil olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXII, 118; Şevkânî, III, 435). Kamer sûresinin 8. âyetinin de delâletiyle bu âyeti, “O gün bütün varlıklar karşı konamaz ilâhî çağrıya uymak ve mahşerde toplanmak zorunda kalacaklardır” şeklinde anlamak uygun görünmektedir (İbn Atıyye, IV, 64). Aynı âyette geçen ve “çok hafif sesler” diye tercüme ettiğimiz hems kelimesinin “hışırtı, fısıltı, ayak sesi, alçak sesle konuşma” gibi anlamları da vardır (Taberî, XVI, 215).
 
109. âyette, böylesine dehşetli bir günden söz edilince insanın hatırına gelebilecek ilk ihtimal olan başkalarından medet umma eğilimine işaret edilerek, şefaatin de ancak Allah’ın izni ve rızâsına bağlı olduğu hatırlatılmaktadır (şefaat ve 110. âyette değinilen Allah’ın ilminin kuşatılamazlığı hakkında bk. Bakara 2/48, 255).
 
112. âyette geçen ve dilimizde “hazım” şeklinde telaffuz edilen hadm kelimesi tefsirlerde genellikle, midenin yiyeceği sindirmesi sırasında onda meydana getirdiği eksiltmeden hareketle “eksiltme, zayi etme” veya eylemin mahiyetine bakarak “çiğneme, gaspetme” gibi mânalarla açıklanmıştır (Taberî, XVI, 218; Şevkânî, III, 436). Râgıb el-İsfahânî bu âyeti delil göstererek hadm kelimesinin istiare yoluyla “zulüm” anlamında kullanıldığını belirtir (el-Müfredât, “hdm” md.). Fakat âyette her iki kelimenin (zulm ve hadm) yer aldığı ve iki farklı durumu anlatan bir yapı içinde kullanıldığı dikkate alınırsa, burada hadmı zulmün eş anlamlısı olarak çevirmek cümlenin mânasını daraltır. Bu sebeple ve iki kelime arasındaki nüansı (bk. İbn Âşûr, XVI, 313) dikkate alarak âyetin son kısmına, “O ne büsbütün, hatta ne de kısmen haksızlığa uğramaktan korkar” şeklinde mâna vermeyi uygun bulduk.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 652-654
 

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ 

 

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  يَتَّبِعُونَ   fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

يَتَّبِعُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

الدَّاعِيَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الدَّاعِيَ  mankus bir isimdir. Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzî olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا عِوَجَ لَهُۚ  cümlesi  الدَّاعِيَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  عِوَجَ  kelimesi, kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  

لَهُ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. 

الدَّاعِيَ  sülasi mücerredi olan دعو  fiilinin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَّبِعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 


 وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَشَعَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  الْاَصْوَاتُ  fail olup lafzen merfûdur. Fail, aklı olmayan varlıkların çoğulu bir isim ise fiil müfred müennes kipte gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلرَّحْمٰنِ  car mecruru  خَشَعَتِ  fiiline müteallıktır.

لَا تَسْمَعُ  fiili atıf harfi  فَ  ile  خَشَعَتِ  fiiline matuftur.  فَ  matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَسْمَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هىdir. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  هَمْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هَمْساً  kelimesi mahzuf olan mevsufun sıfatıdır. Takdiri,  كلاما همسا (Fısıltı şeklindeki kelam) şeklindedir.
 

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ  amili olan  يَتَّبِعُونَ  fiiline önemine binaen takdim edilmiştir. Âşûr da aynı görüştedir.

يَوْمَئِذٍ  izafetinde, muzâfun ileyh olan cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Tenvin, cer mahallindeki muzâfun ileyhten ivazdır.

Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الدَّاعِيَ  kelimesinin hali olan  لَا عِوَجَ لَهُۚ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا nın ismi  عِوَجَ’dir. Haberi ise mahzuftur. 

وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ  cümlesi, …يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ  cümlesine matuftur. Aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahman isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الدَّاعِيَ, ism-i fail kalıbındadır. 

İsm-i fail, malûm fiilden türeyip fiilde işi yapanı gösteren, genellikle sürekli olmayan (hudûs ve teceddüt) sıfat özelliğine sahip kelimelere denilmektedir. (İbnu’l Hâcib, el-Kâfiye fi’n-Nahv) 

خَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ  ifadesinde mecazî isnat vardır.  خَشَعَ  fiili seslere isnad edilmiştir. Haşyet duyan sesler değil, seslerin sahipleridir. Âşûr da aynı görüştedir.

Veya sesin alçaklığı ve gizliliği için istiaredir. Bu huşu; makamın dehşetindendir. (Âşûr)

الدَّاعِيَ  sûra üfleme işidir. (Fahreddin er-Râzî)

فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً  cümlesi,  فَ  ile  خَشَعَتِ  cümlesine atfedilmiştir. Nefy harfi  لَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşmuş kasırla tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır.

İbni Abbas (r.a.), Hasan el-Basri, İkrime ve İbn Zeyd: “هَمْس, ayakların basması, yeri çiğnemesi demektir.” demişlerdir. Buna göre mana, “Sen, ayakların çıkardığı gizli seslerden ve mahşere gelişlerinden başka bir şey duymazsın.” şeklinde olur.  هَمْس  kelimesi, en gizli olan ses demektir. Çok sessiz olduğu için, neredeyse sadece dudakların hareketinden anlaşılan bir sözdür. (Fahreddin er-Râzî)

Yani o gün Allah'ın heybetinden bütün sesler kısılacaktır. Artık yalnız gizli sesleri duyabilirsin. Yahut o gün artık yalnız, onlar mahşere doğru yürürken ayak seslerini duyabilirsin. (Ebüssuûd)

تَسْمَعُ  -  هَمْساً  -  اَصْوَاتُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.