يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı, إذ için muzâftır. تَنْفَعُ fiiline müteallıktır. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَنْفَعُ merfû muzari fiildir. الشَّفَاعَةُ fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَذِنَ لَهُ ’dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اَذِنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ car mecruru اَذِنَ fiiline müteallıktır. الرَّحْمٰنُ fail olup lafzen merfûdur.
رَضِي atıf harfi وَ ’la اَذِنَ ’ye matuftur. وَ , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَضِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ car mecruru رَضِيَ fiiline müteallıktır.
قَوْلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَئِذٍ amili olan لَا تَنْفَعُ fiiline önemine binaen takdim edilmiştir.
يَوْمَئِذٍ izafetinde, muzâfun ileyh olan cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Tenvin, cer mahallindeki muzâfun ileyhten ivazdır.
Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşmuş kasır üslubu, şefaatin sadece Rahman’ın izin verdiği kimselere fayda edeceğini kesin bir dille bildirmiştir. Bu ifade gerçeğe mutabıktır. Mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmadığı ve söylenen, vakıaya uygun olduğu için, hakiki tahkiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Kasr, fiille mef’ûlu arasındadır. لَا تَنْفَعُ maksûr/sıfat, mef’ûl olan مَنْ maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıla cümlesinde fiiller mazi sıygada gelerek hudus ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Sıla cümlelerinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , önemi sebebiyle faile ve mef’ûle takdim edilmiştir.
Şefaat edebilecek kişinin ism-i mevsûlle ifade edilmesi tazim içindir.
Mef’ûl olan قَوْلاً ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الرَّحْمٰنُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Şefaat edenin derecesinin, yüksek bir derece olduğu, zorunlu olarak bilinen bir husustur. Dolayısıyla şefaat işi ancak, Allah'ın bu hususta kendilerine müsaade ettiği ve Allah katında hoşnut olunmuş kimseler için söz konusu olur. (Fahreddin er-Râzî)
Şu halde Allah'ın izin vermediği kimseden şefaat asla sadır olmayacaktır. [Ondan hiçbir şefaat kabul olunmaz.] ayetinin manası ise şefaat izni verilmeyecektir, demektir. Yoksa şefaat vaki olduktan sonra kabul olunmayacaktır, demek değildir. (Ebüssuûd)