وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mansubdur. كَ muttasıl zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَا تَظْمَؤُ۬ا cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَظْمَؤُ۬ا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. ف۪يهَا car mecruru لَا تَظْمَؤُ۬ا fiiline mütealliktir.
لَا تَضْحٰى atıf harfi و ‘la makabline matuftur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَضْحٰى mukadder fetha ile mansub muzari fiildir.
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ve akabindeki لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar tevili ile önceki ayetteki masdara müevvele matuftur.
اَنَّ ’nin haberi olan لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette cennetin iki özelliği taksim sanatı üslubuyla belirtilmiştir.
Bu ve önceki ayette açlıkla çıplaklığın, susuzlukla güneşte yanmanın cem’ edilmesi dikkate şayan bir ayrıntıdır. İlk anda akla gelen; açlıkla susuzluğun, çıplaklıkla güneşte yanmanın cem’ edilmesidir. Ancak Kur’an bunu tercih etmemiştir. Allah Teâlâ bunları sebepleri yönünden cem’ etmiştir. Açlık yiyeceğin olmamasıyla, çıplaklık da giyeceğin olmamasıyla meydana gelir. Her ikisinde de bir mahrumiyet söz konusudur. Benzer şekilde susuzluk ve güneşte yanmanın sebebi de hararettir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayrıca ilk bakışta bu ayetlerde bu kelimeler arasında bir münasebet yokmuş gibi görünebilir. Ancak düşününce aç-çıplak ikilisinin birlikte kullanıldığı kolayca hatırlanır. Susamakla kuşluk vakti arasında da bir münasebet vardır. Çünkü kuşluk vaktinde güneş en parlak ve yakıcı zamanındadır, dolayısıyla en fazla bu vakitte susanır. Bu üslub bedî’ sanatlardan lafız-mana uyumu olan teşâbüh-i etrâf sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
İnsanın dört temel korkusunun birlikte zikredilmesi de bu uyumun bir sonucu olmuştur. Ayrıca inananların cennette karşılaşacakları mükâfatların fıtrattan gelen bu temel korkulara dikkat çekmek üzere olumsuz fiillerle ifade edilmesi dikkatleri celbetmektedir.
Doymak, suya kanmak, giyim, gölgede oturmak, insanların işlerinin hep dayandığı merkezlerdir. Bundan dolayı Allah Teâlâ, bu şeylerin kazanmaya ve araştırmaya gerek olmaksızın cennette insanoğlu için mevcut olacağını bildirmiştir. Bunların da olumsuz cümlelerle ifade edilmeleri, zıtları olan açlık ve çıplaklıktan ötürüdür. Ayette susama ve gölgeden bahsedilişi, insanın kulağına ve bunların sebep olduğu ve sakındığı çeşitli zahmetli şeyleri çıtlatmak içindir. Böylece insan, böyle zahmetlere düşmesine sebep olacak şeylerden sakınır. Bütün bunların hepsi sanki ayetteki [Sonra zahmete düşersin] ifadesini tefsir için getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Açlık ile susuzluk ve keza çıplaklık ile sıcaktan bunalma halleri aynı cinsten oldukları halde bir arada zikredilmemeleri, minnet makamının hakkını tamamıyla ifa etmek içindir. Zira bu şekilde ayrı zikredilmeleri işaret ediyor ki, bunların her birinin bulunmaması kendi başına müstakil bir nimettir.
Eğer açlık ve susuzluk bir arada zikredilmiş olsaydı, her ikisinin bulunmamasının tek bir nimet olduğu vehmedilebilirdi.
Keza çıplaklık ve sıcaktan bunalma için de aynı şey söylenebilir. Bir de ziyadesiyle açıklama olsun diye mezkûr şeylerden her birinin olmamasının bizzat maksût olduğuna ve asıl olarak zikredildiğine dikkat çekmek içindir. Yoksa bunların bazısının zikrinin, başkasının zikrine bağlı olarak ve bir ara söz olarak gerçekleşmemistir. Nitekim aynı cins olan iki şeyin bir arada zikredilmesi takdirinde bu husus vehmedilebilir. (Ebüssuûd)