Tâ-Hâ Sûresi 42. Ayet

اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ  ...

“Sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta gevşeklik göstermeyin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اذْهَبْ götürün ذ ه ب
2 أَنْتَ sen
3 وَأَخُوكَ ve kardeşin ا خ و
4 بِايَاتِي ayetlerimi ا ي ي
5 وَلَا ve asla
6 تَنِيَا gevşeklik etmeyin و ن ي
7 فِي
8 ذِكْرِي beni anmakta ذ ك ر
 
Bu âyetlerde, başta Resûl-i Ekrem olmak üzere Allah’ın birliği inancına çağrıda bulunacak bütün tebliğ adamlarına, hangi şartlar altında olursa olsun, Allah’a olan güveni bir an bile yitirmemek gerektiği fikri, Hz. Mûsâ’nın hayatından kesitler verilerek telkin edilmektedir. Nitekim Hz. Mûsâ kendisine verilen görevin ağırlığı karşısında başarısız olmaktan endişelenmiş, ama yine rabbinin engin lutfuna sığınmıştı. Allah da ona, bu vazifeyi başarıyla yerine getirebilmesi için gönlünün ferahlatılması, zihninin açılması, işinin kolaylaştırılması, diline açıklık verilmesi ve yakınlarından bir yardımcıyla desteklenmesi hususundaki dileklerinin kabul edildiğini bildirmiş, hemen ardından da kendisinin bu günlere nasıl geldiğini hatırlatmıştır. Gerçekten, İsrâiloğulları’nın bütün erkek çocuklarının katledildiği bir ortamda Mûsâ’nın bizzat bu kararı alan Firavun’un sarayında büyütülmesi akıl alacak bir şey değildi. Yetişkinlik çağına geldiğinde hata ile adam öldürme olayına karışması da onun hayatına mal olabilirdi; fakat ilâhî lutuf sayesinde bundan da kurtulmuş, nihayet beklenen an gelmişti: Mûsâ, kendisini en ulu varlık olarak görmeye başlayan Firavun’u imana çağıracak ve İsrâiloğulları’nı Allah’ın yardımıyla onun zulmünden kurtaracaktı (Hz. Mûsâ’nın başından geçen bu olaylar hakkında Kur’an’da ve Kitâb-ı Mukaddes’te verilen bilgiler ve karşılaştırılması için bk. Bakara 2/49-59; Kasas 28/3 vd.). Firavun gibi kendisini insanların tanrısı sayacak kadar onları küçümseyen bir kibir âbidesinin yanına yaklaşıp diyalog kurabilmek kolay değildi. Cenâb-ı Allah Mûsâ’nın Firavun ailesi içinde yetişmesini sağlamak suretiyle ona bu imkânı çok önceden hazırlamıştı. Buna rağmen Hz. Mûsâ yüklendiği görevin ne kadar ağır olduğunun bilinci içinde endişelerini ifade etmekten ve rabbinden yardım dilemekten geri durmadı. Tefsirlerde Hz. Mûsâ’nın duasında yer alan “dilimden düğümü çöz” ifadesiyle neyin kastedildiği açıklanırken genellikle şu olay aktarılır: Mûsâ henüz küçükken, eşi Firavun’dan onu kucağına alıp sevmesini ister, Firavun bunu yapar, fakat Mûsâ onun sakalını yolar. Bunun üzerine Firavun “bu bana düşman!” diye haykırıp cellâtlarını çağırır. Karısı Firavun’un öfkesini yatıştırmak için onun henüz aklının ermediğini söyler ve bunu ispat için önüne, birinde mücevher diğerinde ateş bulunan iki kap koymasını önerir. Bu öneri uygulanır. Mûsâ elini içinde ateş bulunan kaba uzatıp bir kor parçasını ağzına götürür, böylece öldürülmekten kurtulur. Bu rivayeti aktaran müfessirler, 27. âyette, bu olaydan sonra Mûsâ’nın dilinde meydana gelen ârızaya ve bunun yol açtığı konuşma zorluğuna işaret bulunduğunu kaydederler (bk. Taberî, XVI, 159). Başka bir âyette belirtildiğine göre Mûsâ bu görevde kardeşi Hârûn’la desteklenmesini isterken onun kendisinden daha iyi konuştuğunu ifade ediyordu (Kasas 28/34).Yine bu bilgi ile paralellik taşıyan Tevrat’taki bir ifadeye göre Hârûn iyi bir hatip idi (Çıkış, 4/14). Fakat Hz. Mûsâ’nın bu dileği 28. âyette belirtilen gerekçe ve Mûsâ’nın yanı sıra Hârûn’un da Firavun’a tebliğde bulunmanın zorluklarıyla ilgili kaygılar taşıdığını gösteren 45. âyet ışığında incelendiğinde, onun kendisindeki fizyolojik bir ârızaya değil, üstlendiği görevin ağırlığı karşısında duyduğu sorumluluk duygusunun oluşturduğu psikolojik duruma ve bu konudaki endişelerine işaret etmek istediği anlaşılmaktadır. Zira 28. âyette belirtildiği üzere Hz. Mûsâ, “sözünün iyi anlaşılmasını” arzu etmektedir. Bu cümlenin yüklemini oluşturan “fekuhe” fiili Arap dilinde sıradan bir anlamayı değil, konunun inceliklerine inerek anlamayı ve derin bir idraki ifade etmek için kullanılır. Şu halde burada sırf bir konuşma kusuruna ve bunun yol açacağı anlama problemine değinildiğini söylemek isabetli olmaz. Öte yandan Hz. Mûsâ’nın bu dileği, büyünün ve göz boyama usullerinin çok revaçta olduğu bir toplumun ileri gelenlerini dahi akla ve idrak yeteneğine hitap eden delillerle ikna etme görevi üstlenmiş olduğunu, daha sonra halkın huzurunda sihirbazlara karşı ortaya konacak mûcizelerin ise tevhid çağrısının temel kanıtları olmayıp insanları kandırma aracı olarak kullanılan bu usullerin ne kadar temelsiz olduğunu gözler önüne sermeyi hedeflediğini göstermektedir. 24 ve 43. âyetlerde Firavun’a uyarıcı gönderilme gerekçesi olarak “onun sınırı çok aştığı” ifade edildiği halde 44. âyette “Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyiniz, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer” buyurulması özellikle dinin tebliği görevinde başarılı olabilmek için izlenecek metodun ve kullanılacak üslûbun ne kadar önemli olduğunu ortaya koyması açısından oldukça dikkat çekicidir. Hz. Mûsâ’nın kardeşi Hârûn’la birlikte Firavun’a gidip ona bütün evrenin yaratıcısı olan Allah tarafından gönderilmiş elçiler olduklarını söylemeleri üzerine aralarında geçen diyalog ve Firavun’un kendini tanrı ilân ettiğine ilişkin ifadeler Kur’an’ın değişik yerlerinde farklı bağlamlar içinde özetlenir (meselâ bk. Şuarâ 26/23-29; Kasas 28/38; Nâziât79/24). Burada 49-53. âyetlerde de bu diyalogdan bir kesit verilmektedir: Firavun’un Mûsâ’ya alaycı bir ifadeyle “Sizin rabbiniz de kimmiş?” diye sorması üzerine, Mûsâ O’nun evrendeki her şeyi özüyle ve biçimiyle var eden sonra da her varlığa yolunu yordamını gösteren Allah olduğunu söylemiş, böylece Firavun da dahil olmak üzere her şeyin varlığını O’na borçlu olduğuna dikkat çekmişti. Ardından Firavun gelip geçen nesillerin durumunu sorarak muhtemelen, dünyada güç sahiplerinin yaptıklarının yanına kâr kaldığına işaret etmiş ve Mûsâ’dan buna açıklık getirmesini istemişti. Hz. Mûsâ onların da rabbinin bilgisi dışında olmadığını ve her şeyin Allah katında kayıtlı bulunduğunu ifade etmiş, Allah’ın ilminin ilâhî hikmet gereği yapılan bu kayıtlara bağlı olmadığını hatırlatmak üzere de O’nun asla yanılmaz ve unutmaz olduğunu sözlerine eklemişti. Râzî’nin tercihe şayan gördüğü yoruma göre ise, Firavun’un gelip geçen nesillere dair soru sorması konuyu değiştirme ve Hz. Mûsâ’yı hikâye türü açıklamalara çekip meşgul etme amacı taşıyordu; zira Mûsâ bir önceki soruya güçlü ve kuşatıcı bir cevap vermişti, Mûsâ’nın o konudaki ikna edici konuşmaya devam etmesinden ve çevresindeki insanların bundan etkilenmelerinden endişe duydu. Hz. Mûsâ da bunu anladığı için yeni soruya pek iltifat etmedi ve genel bir cevap vererek geçiştirmeyi yeğledi (XXII, 66-67. Firavun hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/103). 55. âyette Kur’an’ın değişik vesilelerle dikkat çektiği bir hususa, insanın topraktan geldiği yine oraya döndürüleceği, sonra da oradan tekrar hayata kavuşturulacağı yani öldükten sonra diriltileceği gerçeği hatırlatılmaktadır. Bazı kimselerce reenkarnasyon iddiasını güçlendirmek için bu ve benzeri âyetlerden de destek alınmaya çalışılmaktadır. Ancak bu isabetli değildir (bu konuda bk. Bakara 2/28). 
 
 

اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ

 

Fiil cümlesidir.  اِذْهَبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  fiildeki müstetir zamiri tekid eder, mahallen merfûdur.

Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide ‘tevkid’ de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid-  ٌمُؤَكِّد  ), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (  مَؤَكَّدٌ  ) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır.

LAFZÎ TEKİD: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخُوكَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. اَخُوكَ  harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti  و ‘dır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِاٰيَات۪ي  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. 

تَنِيَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.  

ف۪ي ذِكْر۪ي  car mecruru  تَنِيَا  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi Musa’ya (as) emirdir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetlerden kasıt mucizelerdir.  بِاٰيَات۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ  tazim edilmiştir.

بِ  harf-i ceri, Allah’ın ayetleriyle beraber olacağına dair Musa (as)’ın tatmin olması için musahabe (beraberlik) manasındadır. Yani ‘Firavun’un karşısında doğru olduğuna delalet eden delillerle beraber olacaktır’ demektir. (Âşûr)

Mucizenin Delil Olması: Buradaki  بِ  harf-i ceri, ‘ile, birlikte’ manasınadır. Çünkü Musa (as) ve Harun (as), Firavun'un yanına, yanlarında mucize olmaksızın gitmiş olsalardı Firavun'u imana zorlayamazlardı. Bu, taklidin yanlış bir yol olduğunu gösteren en kuvvetli delillerdendir. (Fahreddin er-Râzî)

Mucizeler: Eğer, "Cenab-ı Hak, mucize olan asa ve yed-i beyza için tesniye değil de cemi sıygası kullanmıştır?" diye sorulursa, buna şu şekilde cevap verilebilir:

a) Asa tek bir mucize değil, birçok mucize sayılır. Çünkü onun, canlı bir varlık haline dönüşmesi bir mucizedir. 

b) Sonra bu asa işin başında küçüktü. Zira Cenab-ı Hak, ["Bir küçük yılan (جَٓانٌّ) gibi kıvrılıyor"] (Kasas, 31) buyurmuştur. Bu sonra büyümüştür ki bu da bir başka mucizedir. 

c) Sonra bir ejderha (sü'bân) halini almıştır ki bu da bir başka mucizedir. 

d) Sonra Musa (as), elini onun ağzına sokuyordu, ama o ona zarar vermiyordu ki bu da bir başka mucizedir. 

e) Sonra o yine bir ağaç haline geliyordu. Bu da bir mucizedir. 

f) Hazreti Musa (as)'ın eli de böyledir. Çünkü elinin parlaklığı bir mucize: ışık saçması, bir diğer mucize; sonra ondan böylesi harikulade haller gerçekleştikten sonra eski haline dönmesi de bir başka mucizedir. Binaenaleyh bu ikisinin, iki mucize değil, birçok mucize oldukları söylenebilir. (Fahreddin er-Râzî)

وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪ي  cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Aynı zamanda bu cümleler hükümde ortaktır. Emir bu kez iki kişiyedir. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

لا تَنِيا  (gevşeklik göstermeyin) fiili  لا تَضْعُفا  (zayıf olmayın) manasındadır. (Âşûr)

ذِكْر۪ي  izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  ذِكْر۪  için tazim ve tekrim ifade eder.

اِذْهَبْ  ve  تَنِيَا  fiilleri arasında müfredden tesniyeye iltifat sanatı vardır.

Zikirden murad, risaleti tebliğdir. Çünkü zikir, her türlü ibadet manasında kullanılır. Risaleti tebliğ, ibadetlerin en büyüklerindendir. Gevşemeyin, aksine Benim zikrimi, maksadınızı gerçekleştirme vesilesi, vasıtası edininiz veya Beni Firavun'un yanında anma hususunda gevşek davranmayın manasındadır. Zikir, o ikisinin Firavun ve adamlarına, Allah'ın onların küfrüne razı olmadığını, sevap ve ikabı, terğib ve terhibi (teşvik ve korkutma) hatırlatmaları şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî) 

"Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi götürün ve beni anmada gevşek davranmayın."

Bu ayet “benim mesajlarımı tebliğde gevşeklik göstermeyin” demektir. Çünkü zikir (anmak), bütün ibadetler için kullanılmaktadır ve hepsinin en büyüğü de, peygamberlerin ilâhi emirleri tebliğ etmeleridir.

Bir diğer görüşe göre ise, yani nerede olsanız beni unutmayın; beni zikretmekle yardım ve destek dileyin ve bilin ki, her şey, ancak benim zikrimle müyesser olur. (Ebüssuûd)

ف۪ي ذِكْر۪يۚ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  عَنْ  harfi yerine kullanılmıştır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir.  ذِكْر۪يۚ  içine girilecek bir şeye benzetilmiştir.