بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
اِذْ zaman zarfı, مَنَنَّا ‘ye müteallıktır. اَوْحَيْنَٓا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) بَيْنَا ve بَيْنَمَا dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. Burada mef’ûlun fihdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰٓى اُمِّكَ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا amili اَوْحَيْنَٓا olan fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُوحٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
يُوحٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُوحٰىۙ ve اَوْحَيْنَٓا fiilleri, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
Ayetin başındaki zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki مَنَنَّا fiiline muteallıktır. اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumunda olan اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan يُوحٰى cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve tecessüm ifade etmiştir.
يُوحٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
يُوحٰىۙ - اَوْحَيْنَٓا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ [Hani, annene vahyetmiştik] ibaresi ilham ile, yahut rüyada veya o vakitteki peygamberin diliyle, ya da melekle (peygamberlik vahyi ile değil) tıpkı Meryem'e vahyettiği gibi demektir.
Vahyolunanı, yani ancak vahiyle bilinen şeyleri, ya da şanı büyük ve önemli olduğu için vahyedilmeye değer ve ona halel getirmeyen şeyi demektir. (Beyzâvî)
Burada vahiyden murad, o zamanın bir peygamberine yapılmış vahiy olabilir. Nitekim "Biz, havarilere vahyettik." ayetindeki vahiy de bu kabildendir. Yahut melek vasıtasıyla peygamber olmayan bir kimseye vahiydir. Tıpkı Allah'ın (cc), Hazret-i Meryem'e vahiy buyurması gibi. Yahut bu vahiyden murad ilhamdır. Nitekim ["Rabbin, arıya vahiy buyurdu ki..."] (Nahl/68) ayetindeki vahiy de bu kabildendir. Yahut rüyada göstermektir. (Ebüssuûd)
Vahyedilen şey de, Hazret-i Musa'yı sandığa koyup Nil nehrine atma emridir. Vahyedilen şey, ilgi çekmek ve önemini vurgulamak için önce müphem olarak zikredilmiş, sonra açıklanmıştır ki, daha iyi hazmedilsin. (Ebüssuûd)
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَنِ | ki |
|
2 | اقْذِفِيهِ | onu koy |
|
3 | فِي |
|
|
4 | التَّابُوتِ | sandığa |
|
5 | فَاقْذِفِيهِ | ve at |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْيَمِّ | suya |
|
8 | فَلْيُلْقِهِ | onu bıraksın |
|
9 | الْيَمُّ | su |
|
10 | بِالسَّاحِلِ | sahile |
|
11 | يَأْخُذْهُ | onu alacaktır |
|
12 | عَدُوٌّ | düşman olan |
|
13 | لِي | bana |
|
14 | وَعَدُوٌّ | ve düşman olan |
|
15 | لَهُ | ona |
|
16 | وَأَلْقَيْتُ | ve koydum |
|
17 | عَلَيْكَ | senin üzerine |
|
18 | مَحَبَّةً | bir sevgi |
|
19 | مِنِّي | benden |
|
20 | وَلِتُصْنَعَ | yetiştirilmen için |
|
21 | عَلَىٰ | önünde |
|
22 | عَيْنِي | gözümün |
|
Tebete تبت : تابُوت kelimesinin manası tabut, sandık ya da kutudur. Bakara,2/248. ayette geçen kullanımı için alimler iki mana uygun görmüşlerdir: a) ağaçtan yapılmış bir sanduka olup içine hikmet yerleştirilmiştir. b) Diğer bir görüşe göre ise tâbût تابُوت kalptir; sekîne ise onun içinde bulunan ilim/bilgidir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli tabuttur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Sehale سحل : Geçtiği tek ayetteki manası Türkçede de kullanıldığı gibi deniz kıyısı anlamındaki ساحِل dir. Asıl anlamı hakkında ise iki görüş mevcuttur: a) Kelimenin kökü demiri eğeledi ve kabuğunu soydu şeklindeki kullanımdan gelir. b) Diğer görüşe göre ise eğelenmiş/kabuğu soyulmuş yani su tarafından aşındırılmış anlamına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sahildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ
اَنِ tefsiriyye harfidir. Masdar olması da caizdir. اقْذِف۪يهِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamir ي fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي التَّابُوتِ car mecruru اقْذِف۪يهِ fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اقْذِف۪يهِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamiri ي fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْيَمِّ car mecruru اقْذِف۪يهِ fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. ل۪ emir lamıdır. يُلْقِهِ fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.
الْيَمُّ fail olup lafzen merfûdur. بِالسَّاحِلِ car mecruru فَلْيُلْقِهِ fiiline müteallıktır.
فَ karînesi olmadan gelen يَأْخُذْهُ cümlesi şartın cevabıdır.
يَأْخُذْهُ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَدُوٌّ fail olup lafzen merfûdur. ل۪ي car mecruru عَدُوٌّ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.
عَدُوٌّ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لَهُ car mecruru ikinci عَدُوٌّ ‘e müteallıktır.
وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
اَلْقَيْتُ عَلَيْكَ cümlesi قد takdiriyle hal cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir.
اَلْقَيْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكَ car mecruru اَلْقَيْتُ fiiline müteallıktır.
مَحَبَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنّ۪ي car mecruru مَحَبَّةً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
لِتُصْنَعَ atıf harfi وَ ile mukadder masdar-ı müevvele matuftur. Takdiri; ألقيت عليك المحبّة ليتلطّف بك ولتصنع على عيني (Sana karşı lütufkâr olsunlar ve Benim gözetimimde büyütülesin diye sana bir sevgi bırakmıştım.) şeklindedir.
لِ harfi, تُصْنَعَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَلْقَيْتُ fiiline müteallıktır.
تُصْنَعَ mansub muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلٰى عَيْن۪ي car mecruru تُصْنَع fiiline müteallıktır.
اَلْقَيْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ
Tefsiriyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
أنْ masdar harfi ve akabindeki اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ cümlesi, masdar teviliyle tefsiriyye veya önceki ayetteki ما يوحى ‘daki ismi mevsûlden bedeldir.
Masdar-ı müevvel, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قذف , atmak için de koymak için de kullanılır. Mesela “Kalplerine korku saldı” (Ahzab/26) ayetinde olduğu gibi. رمي de öyledir, رماهُ الله باحسن يافعا (Allah bütün güzelliği o gence vermiş) sözünde olduğu gibi. (Beyzâvî)
فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ cümlesi فَ atıf harfiyle hükümde ortaklık nedeniyle tefsiriyyeye atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْيَمُّ Musa’nın (as) kavminin dilinde deniz demektir.
الْيَمّ Deniz demektir. Burada Nil Nehri kastedilmiştir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelerek tefsiriyyeye atfedilen فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Büyük suyun onu sahile atması, ilahî iradenin gereği olarak mutlaka olacak bir husus olduğundan, o büyük su, bununla emir olunmuş temyiz sahibi bir itaatli varlık gibi kabul edilmiştir. (Ebüssuûd)
فَلْيُلْقِهِ fiilinin الْيَمُّ ‘ya isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir.
السّاحِلُ sahil anlamındadır ve فَلْيُلْقِهِ kelimesindeki lam’ul emr, oluş (takvin) emrine işaret eder. Yani denize, onu (bebeği) sahile atmasını, kendilerinden uzak bir mekâna götürmemesini emrettik. Burada marife olarak gelen السّاحِلُ ise bilinen bir sahil olup Firavun ailesinin yüzmek için gittiği yerdir. (Âşûr)
يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ
cümlesi, فَ karînesi olmadan gelmiş cevap cümlesidir.
Mahzuf şart ve mezkür cevabından oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَدُوٌّ - اقْذِف۪يهِ - يَمُّ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Benim ve senin düşmanın şeklinde عَدُوٌّ kelimesi tekrarlanmıştır. Bu ıtnâbın amacı Firavun’un kötülüğüne ve düşmanlığına dikkat çekerek önemini ortaya koymaktır. Ayrıca bununla birlikte, kelimedeki tenvin düşmanlığın had safhada olduğuna işaret etmektedir.
Ayetin metninde düşman kelimesinin iki kez tekrar edilmesi mübalağa için, emri sarihleştirmek için ve bir de şu gerçeği bildirmek içindir: Firavun'un, Hz. Musa'ya olan düşmanlığı muhakkak olduğu halde onu etkilemez ve ona zarar vermez; aksine muhabbetine sebep olur. Zira zahiren helak sebebi olan bir şeyi, yani büyük suya atılmasını ve hem Allah'ın düşmanı, hem de kendisinin düşmanı olan Firavun'un eline düşmesini emretmek, bize bildiriyor ki, zahirî bir kahır altında gizli bir lütuf vardır. (Ebüssuûd)
وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
وَ ‘la atfedilen cümle istînâfiyye veya قد takdiriyle haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Sebep bildiren masdar ve cer harfi لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte اَلْقَيْتُ fiiline müteallıktır.
مَحَبَّةً kelimesindeki tenvin bizim anlayamayacağımız bir nev’e işaret ediyor olabilir. Veya kıllet için olabilir. Allah Teâlâ’nın en az muhabbeti dahi akıllara sığmayacak derecedir. Ya da kesret ifade eder.
إلْقَي ألْمحبة ifadesinde istiare vardır. Burada gerçek anlamda Musa’nın üzerine bırakılması/atılması kastedilmiyor. Ancak bu ifade şu anlama geliyor: Ben seni, gören herkesin seveceği ve kalbinin sana meyledeceği şekilde yarattım. Hatta Firavun ve eşi de seni görüp sevdiler, seni evlat edindiler, seni terbiye edip yetiştirdirler, sana sütanne tuttular, bakımını üstlendiler. Bu ifade على وَجْهِ فُﻻَنٌ قَبُولٌ (Falancanın yüzünde kabul (hoşnutluk) var) sözü gibidir. Gerçekte burada onu işaret eden hiçbir şey yoktur. Şu var ki, ona, onun yüzüne her bakan kimsenin kalbi onu sever, ruhu ona ısınır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Allah'ın düşmanı Firavun onu o kadar çok sevdi ki neredeyse ondan hiç ayrılamıyor. İşte ["Sana karşı tarafımdan bir büyük sevgi bırakmışımdır"] cümlesi, bunu ifade etmektedir. Allah (cc) tarafından kalplere ekilen bu muhabbet, o kadar büyüktü ki, Hz. Musa'yı gören kimseler neredeyse ondan ayrılamıyorlardı. İşte bundan dolayıdır ki, Firavun ve ailesi de Hz. Musa'yı çok seviyorlardı. (Ebüssuûd)
وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ [Gözümün önünde yetiştirilmen için] cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. Aşırı derecede korunma ve gözetlenme, bakanın gözü önünde yetiştirilen kimseye benzetildi. Çünkü bir şeyi koruyan, genellikle sürekli bir şekilde ona bakar. İşte bu, başkasının gözü önünde yetiştirilen kimseye benzetilmiştir. (Safvetü’t Tefâsîr)
Buradaki عَيْن۪ ile, bilme manası veya bakıp gözetme manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
عَلٰى عَيْن۪يۢ harf-i cerindeki istilâ, mecazî istilâdır. Yani güçlü bir beraberlik ifadesi için beraberlik manasındaki بِ harf-i cerinin yerine gelmiştir.
عَيْن۪يۢ kelimesi, gözetleme manasında mecazen gelmiştir. (Âşûr)
يَأْخُذْهُ - عَلَيْكَ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
فَلْيُلْقِهِ - اَلْقَيْتُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَدُوٌّ - مَحَبَّةً ve فَاقْذِف۪يهِ - فَلْيُلْقِهِ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
["Üzerine, tarafımdan bir sevgi attım."] Zemahşerî şöyle der: " مِنّ۪يۚ ‘deki harf-i cer ya اَلْقَيْتُ fiiline müteallıktır ki buna göre mana: "Ben seni sevdim. Allah'ın sevdiğini, bütün kalpler de sever" şeklindedir. Ya da bu harf-i cer mahzûf bir fiile müteallıktır" İşte bu husustaki ikinci görüş de budur. O mahzuf şey, ayetteki "muhabbet" kelimesinin sıfatı olup, "Benim tarafımdan hasıl olan bir sevgi, yani Benim tarafımdan olan ve Benim yaratmamla olan bir sevgiyi senin üzerine attım. Bundan ötürü Firavun'un karısı, seni sevdi ve ["Benim için de, senin için de bir göz aydınlığı! Onu öldürmeyin"] (Kasas, 9) dedi" demektir. Rivayet olunduğuna göre, Hazreti Musa (as)'ın yüzünde öyle bir güzellik, gözlerinde öyle bir tatlı bakış vardı ki gören ona bakakalır, bundan kendini alamazdı. Bu tıpkı, 'Rahman onlar için (gönüllerde) bir sevgi verecektir '(Meryem/96) ayetinde olduğu gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
Keşşâf sahibi şöyle der: Ayetteki zamirlerin hepsi, Hazreti Musa (as)'a racidir. Çünkü bunların bir kısmını Hazret-i Musa (as)'a bir kısmını da tabuta vermek, ayetin nazmında bir tenâfür (uygunsuzluk) bulunduğu neticesine götürür. Buna göre şayet, "Denize atılan da; sahile atılan da tabuttur" denirse, biz deriz ki: Denize atılan tabutun içinde olarak yine Hazret-i Musa (as) olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. Binaenaleyh bütün zamirlerin mercii farklı farklı olmamış ve böylece ayetin nazmında bir tenâfür olmamış olur. (Fahreddin er-Râzî)
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | تَمْشِي | gidiyordu |
|
3 | أُخْتُكَ | kızkardeşin |
|
4 | فَتَقُولُ | ve diyordu |
|
5 | هَلْ | mi? |
|
6 | أَدُلُّكُمْ | size göstereyim |
|
7 | عَلَىٰ |
|
|
8 | مَنْ | birini |
|
9 | يَكْفُلُهُ | ona bakacak |
|
10 | فَرَجَعْنَاكَ | böylece seni geri verdik |
|
11 | إِلَىٰ |
|
|
12 | أُمِّكَ | annene |
|
13 | كَيْ | ki |
|
14 | تَقَرَّ | aydın olsun |
|
15 | عَيْنُهَا | gözü |
|
16 | وَلَا | ve asla |
|
17 | تَحْزَنَ | üzülmesin |
|
18 | وَقَتَلْتَ | ve sen öldürmüştün |
|
19 | نَفْسًا | bir adam |
|
20 | فَنَجَّيْنَاكَ | seni kurtarmıştık |
|
21 | مِنَ |
|
|
22 | الْغَمِّ | tasadan |
|
23 | وَفَتَنَّاكَ | ve seni denemiştik |
|
24 | فُتُونًا | (iyi bir) deneyişle |
|
25 | فَلَبِثْتَ | sonra kaldın |
|
26 | سِنِينَ | yıllarca |
|
27 | فِي | arasında |
|
28 | أَهْلِ | halkı |
|
29 | مَدْيَنَ | Medyen |
|
30 | ثُمَّ | sonra |
|
31 | جِئْتَ | bize geldin |
|
32 | عَلَىٰ |
|
|
33 | قَدَرٍ | belirlediğimiz vakitte |
|
34 | يَا مُوسَىٰ | Musa |
|
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ
اِذْ zaman zarfı, اَلْقَيْتُ fiiline veya تُصْنَعَ ‘ya veya takdiri أذكر fiiline müteallıktır.
تَمْش۪ٓي ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) بَيْنَا ve بَيْنَمَا dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. Burada mef’ûlun fihdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَمْش۪ٓي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اُخْتُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. تَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
Mekulü’l-kavli هَلْ اَدُلُّكُمْ ‘dur. تَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. اَدُلُّكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl عَلٰى harf-i ceriyle birlikte اَدُلُّكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَكْفُلُهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَكْفُلُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. رَجَعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰٓى اُمِّكَ car mecruru رَجَعْنَا fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَيْ ve masdar-ı müevvel mukadder ل۪ harf-i ceri ile birlikte رَجَعْنَاكَ fiiline müteallıktır.
تَقَرَّ mansub muzari fiildir. عَيْنُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَحْزَنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
قَتَلْتَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. قَتَلْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. نَفْساً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْغَمِّ car mecruru نَجَّيْنَاكَ fiiline müteallıktır.
نَجَّيْنَا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. فَتَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فُتُوناً۠ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ istînâfiyyedir. لَبِثْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
سِن۪ينَ zaman zarfı, لَبِثْتَ fiiline müteallıktır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ‘dir. ف۪ٓي اَهْلِ car mecruru لَبِثْتَ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. مَدْيَنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جِئْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى قَدَرٍ car mecruru جِئْتَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; موافقا لما قدّر لك أو كائنا على قدر معيّن (Sana takdir edilene veya belli bir miktara razı olarak) şeklindedir.
يَا nida harfidir. مُوسٰى münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mukadder fiilin mef’ûlun bihi olarak mansubdur. Takdiri; أدْعوُ (Çağırıyorum) şeklindedir.
مُوسٰى kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ
Fasılla gelen ayetle önceki ayet arasında meskutun anh mevcuttur.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَتَقُولُ cümlesi öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Hz. Musa’nın kız kardeşinin sözleri olan mekulü’l-kavl cümlesi هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, عَلٰى harfiyle birlikte اَدُلُّكُمْ fiiline müteallıktır. Sılası olan يَكْفُلُهُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ
Cümle, takdir edilmiş bir müstenefeye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mazi sıygada gelmesi hudûs, temekkün ve istikrar, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Masdar harfi كَيْ ve akabindeki تَقَرَّ عَيْنُهَا cümlesi, mukadder ل۪ harf-i ceri ile birlikte رَجَعْنَاكَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nefy üslubunda, talebî inşâî isnad olan وَلَا تَحْزَنَۜ cümlesi تَقَرَّ عَيْنُهَا cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
‘Gözü aydın olsun’ dedikten sonra ‘üzülmesin’ sözünün ilavesi onun mutluluğunun ne denli fazla olduğunu belirtmeye yönelik ıtnâbdır. Gözü aydın olan zaten hüzünlenmeyeceği için ikinci cümle birinciyi kuvvetlendirmiştir.
Burada göz zikredilip insan kastedilmiştir. Maksat sevinç, mutluluktur. Bu da en çok gözden anlaşılır. Cüz’iyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Ayetteki, "Gözü aydın olsun ve tasalanmasın diye" cümlesine gelince, bununla şu kastedilmiştir: "Senin annene döndürülmenden maksat, annenin sevinmesi ve hüznünün gitmesidir." Bununla şu kastedilmiştir: "Annenin, sana kavuşmadan dolayı gözü aydın olsun ve kendisinden başkasının sütünün senin midene girmemesi sebebi ile de hüznü zail olsun." (Fahreddin er-Râzî)
وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠
وَقَتَلْتَ نَفْساً , istînâf cümlesidir. Cümleler arasında meskûtun anh vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ cümlesi, قَتَلْتَ cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlelerin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmektedir.
Aynı üslupla gelen فَتَنَّاكَ cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlu mutlak olan فُتُوناً۠ , cümleyi tekid etmiştir.
‘’Seni çeşitli denemelerle denemiştik’’ sözü, çeşitli belalara maruz bırakmış ya da değişik imtihanlara tabi tutmuştuk demektir. فُتُوناً۠ kelimesi فتن 'in çoğuludur. (Beyzâvî)
فُتُوناً ; Deneme manasında masdar olarak gelmiştir. Hem kötü hem de iyi deneme manasını barındırır. الفِتْنَةُ şeklindeki tekil hali ise sadece zarar veren manada kullanılır. Kelimenin sonundaki tenvin taklîl ifade eder. (Âşûr)
فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
فَ , istînâfiyyedir. فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ , müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupla gelen جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ cümlesi, ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلٰى قَدَرٍ derken harf-i cer mecazî istilâ için temekkün manasında gelmiştir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayetin sonundaki nida ve münada, takdiri أدعو (Çağırıyorum) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. İtiraziyye olan cümle nidâ üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Ayetin sonunda "Ey Musa!" denilmesi, Hz. Musa'yı teşrif için ve birinciden sonra ikinci kez anlatılan hikâyenin sonuna gelindiğine dikkat çekmek, içindir. (Ebüssuûd)
اَدُلُّكُمْ - يَكْفُلُهُۜ ve اُخْتُكَ - اُمِّكَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, قَتَلْتَ - نَجَّيْنَا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatları vardır.وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اصْطَنَعْتُكَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri تُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِنَفْس۪ي car mecruru اصْطَنَعْتُكَ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اصْطَنَعْتُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi صنع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. Burada اصْطَنَعْتُ fiilinin fael fiili ص olduğu için iftial babının ت si ط harfine çevrilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
Önceki ayetteki جِئْتَ fiiline matuf bu ayet, o cümlenin devamı niteliğindedir. Müspet mazi fiil faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ cümlesi, Tâ-Hâ Suresi 39. ayette geçen “ولِتُصْنَعَ عَلى عَيْنِيَ إذْ تَمْشِي أُخْتُكَ” cümlesine reddü’l-acüz ale’s-sadr menzilindedir. (Âşûr)
لِنَفْس۪يۚ izafeti, نَفْس۪ ‘i tazim içindir.
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ [Seni kendim için seçtim] cümlesinde istiare vardır. Yüce Allah Musa'yı (as) kendisine yakın kılmasını ve seçmesini, hükümdarın, kendisinde bulunan güzel huylardan dolayı değer vermeye ve yakınına almaya layık görüp kendisi için seçtiği, dostluğuna tercih ettiği ve önemli işleri için görevlendirdiği kimsenin haline benzetmiştir. Bunun için اصْطَنَعْ kelimesini müstear olarak kullandı. Bu, istiare-i tebeiyyedir. (Safvetü’t Tefâsir)
Allah'ın (cc), bazı hususiyetleriyle hükümdar yanında Hz. Musa'ya yakınlık kazandırması, onu kendisi için elçi seçmesi ve bazı büyük vazifeler için aday göstermesi, ona bahşettiği manevî haşmetin temsilî anlatımıdır. (Ebüssuûd)
اصْطَنَعْ , bir sanat edinme ve yapma anlamında olup, صُنْع masdarından, اِفْتِعال veznindedir. اِفْتِعال babı fiile mutavaat, müşareket, izhar, ihtiyar, cehd ve talep manaları katar. Arapça'da, "Falanca falancayı yetiştirip büyüttü" anlamında kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
Fiil cümlesidir. اِذْهَبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Munfasıl zamir اَنْتَ fiildeki müstetir zamiri tekid eder, mahallen merfûdur.
Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide ‘tevkid’ de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد ), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked ( مَؤَكَّدٌ ) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır.
LAFZÎ TEKİD: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخُوكَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اَخُوكَ harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ‘dır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاٰيَات۪ي car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَنِيَا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي ذِكْر۪ي car mecruru تَنِيَا fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi Musa’ya (as) emirdir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetlerden kasıt mucizelerdir. بِاٰيَات۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ tazim edilmiştir.
بِ harf-i ceri, Allah’ın ayetleriyle beraber olacağına dair Musa (as)’ın tatmin olması için musahabe (beraberlik) manasındadır. Yani ‘Firavun’un karşısında doğru olduğuna delalet eden delillerle beraber olacaktır’ demektir. (Âşûr)
Mucizenin Delil Olması: Buradaki بِ harf-i ceri, ‘ile, birlikte’ manasınadır. Çünkü Musa (as) ve Harun (as), Firavun'un yanına, yanlarında mucize olmaksızın gitmiş olsalardı Firavun'u imana zorlayamazlardı. Bu, taklidin yanlış bir yol olduğunu gösteren en kuvvetli delillerdendir. (Fahreddin er-Râzî)
Mucizeler: Eğer, "Cenab-ı Hak, mucize olan asa ve yed-i beyza için tesniye değil de cemi sıygası kullanmıştır?" diye sorulursa, buna şu şekilde cevap verilebilir:
a) Asa tek bir mucize değil, birçok mucize sayılır. Çünkü onun, canlı bir varlık haline dönüşmesi bir mucizedir.
b) Sonra bu asa işin başında küçüktü. Zira Cenab-ı Hak, ["Bir küçük yılan (جَٓانٌّ) gibi kıvrılıyor"] (Kasas, 31) buyurmuştur. Bu sonra büyümüştür ki bu da bir başka mucizedir.
c) Sonra bir ejderha (sü'bân) halini almıştır ki bu da bir başka mucizedir.
d) Sonra Musa (as), elini onun ağzına sokuyordu, ama o ona zarar vermiyordu ki bu da bir başka mucizedir.
e) Sonra o yine bir ağaç haline geliyordu. Bu da bir mucizedir.
f) Hazreti Musa (as)'ın eli de böyledir. Çünkü elinin parlaklığı bir mucize: ışık saçması, bir diğer mucize; sonra ondan böylesi harikulade haller gerçekleştikten sonra eski haline dönmesi de bir başka mucizedir. Binaenaleyh bu ikisinin, iki mucize değil, birçok mucize oldukları söylenebilir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪ي cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Aynı zamanda bu cümleler hükümde ortaktır. Emir bu kez iki kişiyedir.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
لا تَنِيا (gevşeklik göstermeyin) fiili لا تَضْعُفا (zayıf olmayın) manasındadır. (Âşûr)
ذِكْر۪ي izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ذِكْر۪ için tazim ve tekrim ifade eder.
اِذْهَبْ ve تَنِيَا fiilleri arasında müfredden tesniyeye iltifat sanatı vardır.
Zikirden murad, risaleti tebliğdir. Çünkü zikir, her türlü ibadet manasında kullanılır. Risaleti tebliğ, ibadetlerin en büyüklerindendir. Gevşemeyin, aksine Benim zikrimi, maksadınızı gerçekleştirme vesilesi, vasıtası edininiz veya Beni Firavun'un yanında anma hususunda gevşek davranmayın manasındadır. Zikir, o ikisinin Firavun ve adamlarına, Allah'ın onların küfrüne razı olmadığını, sevap ve ikabı, terğib ve terhibi (teşvik ve korkutma) hatırlatmaları şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
"Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi götürün ve beni anmada gevşek davranmayın."
Bu ayet “benim mesajlarımı tebliğde gevşeklik göstermeyin” demektir. Çünkü zikir (anmak), bütün ibadetler için kullanılmaktadır ve hepsinin en büyüğü de, peygamberlerin ilâhi emirleri tebliğ etmeleridir.
Bir diğer görüşe göre ise, yani nerede olsanız beni unutmayın; beni zikretmekle yardım ve destek dileyin ve bilin ki, her şey, ancak benim zikrimle müyesser olur. (Ebüssuûd)
ف۪ي ذِكْر۪يۚ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. عَنْ harfi yerine kullanılmıştır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir. ذِكْر۪يۚ içine girilecek bir şeye benzetilmiştir.اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ
Fiil cümlesidir. اِذْهَبَٓا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰى فِرْعَوْنَ car mecruru اِذْهَبَٓا fiiline müteallıktır. فِرْعَوْنَ kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ طَغٰىۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
طَغٰىۚ mazi fiili elif üzere mukadder fetha ile mansub, اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Allah Teâlâ’nın ikisine emridir.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
اِنَّهُ طَغٰىۚ
اِنَّهُ طَغٰى cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye ifade eden طَغٰىۚ cümlesi, müsneddir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümle 24. ayette de geçmektedir. Tekrarlanmasa da ِmana tamamlanmış olurdu. Fakat muhatabın zihninde manayı pekiştirmek ve muhataba meselenin ehemmiyetini bildirmek için ıtnâb yapılmıştır.
24. ayetteki cümle ile bu cümle arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
Böyle tekrarlar kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir.
اِنَّهُ طَغٰىۚ cümlesinde îcâz-ı kısar vardır. Haddi aşmak geniş bir kavramdır. Ayette ise Firavun’un işlediği inkâr, şirk, kibir, zulüm gibi birçok günah, îcâz-ı kısar yoluyla, kısaca anlatılmıştır. (Selim Güzel, Tâ-Hâ Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. قُولَا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru قُولَا fiiline müteallıktır.
قَوْلاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيِّناً kelimesi قَوْلاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيِّناً kelimesi فيعل vezninde sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَذَكَّرُ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخْشٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يَتَذَكَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Aslı يَتَذَكَّرُ şeklindedir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً
Ayet önceki ayetteki اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
قَوْلاً kelimesi, فَقُولَا fiilinden mef’ûlu mutlaktır.
لَيِّناً kelimesi, قَوْلاً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
اللِّينُ kelimesi aslında bedenin sıfatlarından birini, vücudun rutubetini ve yumuşaklığını ifade eder. Zıttı الخُشُونَةُ /sertlik, kabalıktır. Yumuşak davranmak ve bağışlama manasında müsteardır. (Âşûr)
["Yine de ona yumuşak söz söyleyin."] Zira yumuşak söz, inatçıların inadının çemberini kırar ve azgınların huyunu yumuşatır. İbn-i Abbâs (ra) diyor ki: "Sözlerinizi şiddetle söylemeyin!" (Ebüssuûd)
لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
Ta’liliyye veya beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfi لَعَلَّ ’nin dahil olduğu ayet, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde لَعَلَّ , ‘için’ manasına geldiğinden; cümle, vaz edildiği anlamın dışında mana kazanması dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir. Yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); ‘’ لَعَلَّ kelimesi, ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
اِنّ۪ٓ ’nin kardeşlerinden olan لَعَلَّ ’nin dahil olduğu cümlenin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Hükümde ortaklık nedeniyle اَوْ atıf harfiyle لَعَلَّهُ ‘nin haberine atfedilen ayetin son cümlesi olan يَخْشٰى , muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَقُولَا - قَوْلاً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَيِّناً - طَغٰىۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, يَتَذَكَّرُ - يَخْشٰى kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk'ın, [‘’Olur ki nasihat dinler, yahut Allah'tan korkar’’] buyruğu ile, Allah Teâlâ’nın bu hususta hâşa tereddütte olduğu manası kastedilmiş olamaz. Çünkü bu, Allah hakkında düşünülemez. Aksine bu ifade ile kastedilen ‘’Firavun’un nasihat dinleyeceğini yahut Allah'tan korkacağını umarak, yumuşak konuşun’’ manasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Fiil cümlesidir. قَالَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
رَبَّـنَٓا cümlesi itiraziyyedir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ , muzâftır.Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli, اِنَّـنَا نَخَافُ ‘dir. قَالَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَخَافُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. نَخَافُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel amili نَخَافُ olan fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَفْرُطَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْنَٓا car mecruru يَفْرُطَ fiiline müteallıktır.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ يَطْغٰى fiili, atıf harfi اَوْ ile اَنْ يَفْرُطَ ‘ya matuftur. يَطْغٰى elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Fasılla gelen ayette fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَا fiilinin mekulü’l-kavli olan … رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Bu tekidde muhataplarını inandırmak maksadı değil, korkularının fazla olduğuna işaret vardır.
Veya رَبَّـنَٓا cümlesi itiraziyye, اِنَّـنَا نَخَافُ cümlesi, قَالَا fiilinin mekulü’l-kavlidir. (Mahmud Sâfî)
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
اِنَّٓ ’nin haberi olan نَخَافُ muzari sıygada fiil cümlesidir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبَّـنَا izafetinde, Rabb isminin muzâfun ileyhi olan ـنَا zamirinin ait olduğu Hz. Musa ve kardeşi, şan ve şeref kazanmıştır. Bu izafet onların Allah’ın rububiyyet vasfına sığınma isteklerine ve rablerinden rahmet istirhamlarına işaret eder.
Cümledeki masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا muzari fiil cümlesi, masdar tevilinde نَخَافُ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen ikinci masdar-ı müevvel, birinciye hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
يَفْرُطُ /aşırı davranmak fiili acele etmek ve öne geçmek demektir. نَصَرَ babından (1. bab) فَرَطَ - يَفْرُطُ olarak gelir. الفارِطُ : İçmek için suya giden kalabalığı geçip suya ilk varan kişiye denir. (Âşûr)
اَنْ يَطْغٰى .. daki اَنْ , bu fiilde tekrarlanmış ve طَغٰىۚ fiili bu kez muzari gelmiştir. Bu, onun azgınlığının devam edeceğini düşündüklerini gösterir.
اَنْ ve نَا ‘ların tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَفْرُطَ - يَطْغٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Musa (as), önce, اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا [Bize karşı aşırı gitmesinden] demiş, sonra da yahut اَنْ يَطْغٰى [azgınlığını artırmasından] demiştir. Çünkü Firavun'un Allah hakkındaki azgınlığı, Hz. Musa ve Hz. Harun hakkındaki aşırı gidişinden daha büyük ve önemlidir. (Fahreddin er-Râzî)
["İkisi dediler ki: "Rabbimiz! Onun bize karşı aşırı davranmasından, yahut taşkınlık etmesinden korkuyoruz."]
Bunu söyleyen hakikatte Hz. Musa olduğu halde bu sözün her ikisine isnad edilmesi, şunu belirtmek içindir: Bu tebliğ ve irşatta, asıl olan Hz. Musa'dır; Hz. Harun ise, bütün yaptıklarında ona tâbidir. Mümkündür ki, Hz. Harun, ikisi buluştuktan sonra bunu söylemiş; sonra ayet nazil olduğunda, Hz. Harun'un sözü de Hz. Musa'nın sözü ile beraber hikâye edilmiştir. Burada mutlak olarak taşkınlığın (tuğyanın) zikredilmesi, hüsnü edeptendir. (Ebüssuûd)
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
قَالَ لَا تَخَافَٓا
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, لَا تَخَافَٓا ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَافَٓا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَعَكُمَٓا mekân zarfı, اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كُمَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَسْمَعُ fiili, اِنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. اَسْمَعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
اَرٰى fiili atıf harfi وَ ‘la اَسْمَعُ ‘ya matuftur. اَرٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
اَسْمَعُ ve اَرٰى fiilleri hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “ و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ لَا تَخَافَٓا
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulül kavli olan لَا تَخَافَٓا cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Önceki ayetteki نَخَافُ ile لَا تَخَافَٓا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَعَكُمَٓا car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
اِنَّ ‘nin ikinci haberi olan اَسْمَعُ cümlesi, muzari sıygada fiil cümlesidir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin sonunda atıfla gelen اَسْمَعُ ve اَرٰى cümlelerinin hal olması da caizdir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
["Çünkü ben sizinle beraberim"] ifadesi; Hz. Musa ile Hz. Harun'a ziyadesiyle tesellidir. Allah'ın onlarla beraber olmasından maksat, onlara kemâliyle yardım etmek ve kendilerini korumaktır. Nitekim ["İşitir ve görürüm"] ifadesi de bunu bildirmektedir. Yani sizinle Firavun arasında cereyan edecek konuşmaları ve fiilleri ben işitir ve görürüm. Onun için zarar ile şerri defetmek ve fayda ile hayrı celbetmek gibi her duruma uygun olanı mutlaka sizin için yapacağım. (Ebüssuûd)
اَسْمَعُ - اَرٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأْتِيَاهُ | haydi varın ona |
|
2 | فَقُولَا | deyin ki |
|
3 | إِنَّا | şüphesiz biz |
|
4 | رَسُولَا | elçileriyiz |
|
5 | رَبِّكَ | senin Rabbinin |
|
6 | فَأَرْسِلْ | gönder |
|
7 | مَعَنَا | bizimle |
|
8 | بَنِي | oğullarını |
|
9 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
10 | وَلَا | ve |
|
11 | تُعَذِّبْهُمْ | onlara azab etme |
|
12 | قَدْ | kuşkusuz |
|
13 | جِئْنَاكَ | biz sana getirdik |
|
14 | بِايَةٍ | bir ayet |
|
15 | مِنْ | -den |
|
16 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
17 | وَالسَّلَامُ | ve Esenlik |
|
18 | عَلَىٰ | üzerinedir |
|
19 | مَنِ | kimseler |
|
20 | اتَّبَعَ | uyan |
|
21 | الْهُدَىٰ | hidayete |
|
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. أْتِيَاهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قُولَٓا atıf harfi فَ ile makabline matuftur. فَ , matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُولَٓا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنَّا رَسُولَا ‘dir. قُولَٓا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. رَسُولَا kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti tesniye elifidir. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. اَرْسِلْ fiili mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; تنبّه فأرسل (Dikkat et ve gönder.) şeklindedir.
اَرْسِلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevâzendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعَنَا mekan zarfı, اَرْسِلْ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَن۪ٓي mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ‘dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِسْرَٓائ۪لَ muzâfun ileyh olarak cer alameti fethadır. Gayri munsarif kelimedir.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf ( اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ )” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُعَذِّبْهُمْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُعَذِّبْهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ‘dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlun herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَرْسِلْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جِئْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاٰيَةٍ car mecruru جِئْنَا fiiline müteallıktır.
مِنْ رَبِّكَ car mecruru اٰيَةٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. السَّلَامُ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu عَلٰى harf-i ceriyle اَنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اتَّـبَعَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّـبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
الْهُدٰى mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
اتَّـبَعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ‘dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ
Önceki ayetteki … لَا تَخَافَٓا cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi فَأْتِيَاهُ , Musa (a.s) ile Harun’a (as) ‘’İkiniz gidin!’’ emridir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üsluptaki فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
قُولَٓا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mekulü’l-kavl Allah Teâlâ'nın onlara, Firavun’a aktarmaları için öğrettiği sözlerdir.
رَبِّكَ izafeti veciz ifade içindir.
Hz. Musa ile Hz. Harun'un bu şekilde emrolunmaları, daha baştan hakkı tahkik etmek içindir. Ta ki o azgın, onların şanını bilsin de cevabını ona göre versin. Keza burada Rabb isminin zikri de bunun içindir. (Ebüssuûd)
Tamlama; davetin en uzağındaki Firavun’a ait olan muhatap zamiri كَ ile rabbe izafe edilmiştir. Çünkü Allah'ın, Musa ile Harun’un Rabbi olduğu "Biz senin Rabbinin elçileriyiz" şeklindeki sözlerinden ve Allah’ın insanların Rabbi olduğu sözünden anlaşılmaktadır. Oysa Firavun onlara kendisinin Rab olduğunu öğretmişti. (Âşûr)
فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ
فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ cümlesine dahil olan فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Takdiri تنبّه /dikkat et! olan mukadder istînâfa matuftur. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiş olan وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ
Ta’liliyye veya beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
رَبِّكَ lafzı ayette tekrarlanmıştır. Tekrarlama ve zamir yerine isim kullanılması şeklinde yapılan ıtnâbla رَبِّ ismi yüceltilerek, muhatabın zihnine iyice yerleşmesi sağlanmıştır.
Firavun’a hitap ederken “biz Rabbimizin elçileriyiz” değil, “biz senin Rabbinin elçileriyiz” demelerini buyurması dikkate değer bir inceliktir.
Bu ayetlerde Allah Teâlâ, hz. Musa ve Harun’u yatıştırmış, korkularını almış, sonra da nasıl konuşacaklarını öğretmiştir. Önce ‘’Söyleyin’’ buyurarak yumuşak söz söylemelerine giriş yapmıştır. Bu istidrâc sanatıdır.
İstidrâc, muhatabı fethetmek için onu etkileyecek, yaklaştıracak veya korkutup rağbet ettirecek, vazgeçirecek, teşvik edecek şeyleri aniden değil de alıştıra alıştıra söyleme sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Onların Allah (cc) tarafından mucize getirmeleri, onların peygamberliklerini tahkik ve izah etmekte ve emirlerine uyulmasını zorunlu kılmaktadır. (Ebüssuûd)
فَأْتِيَاهُ - جِئْنَاكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
رَسُولَا - اَرْسِلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
جاء fiili ‘geldi’ demektir. بِ harf-i ceriyle kullanıldığında ‘getirdi’ manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
قَدْ جِئْناكَ بِآيَةٍ مِن رَبِّكَ cümlesi içerisinde إنّا رَسُولا رَبِّكَ cümlesinin açıklamasını barındırır. İlk cümle icmali olup ikincisi beyanidir. Burada, ikisinin de Allah tarafından gönderilmiş elçiler olması hasebiyle, Allahın onlardan birinin eliyle hakikati göstereceğinin sebebi vardır. Her ikisi de cümlenin, ondan önce gelen kısmına fasılla gelmesi gerektiğini gösterir. (Âşûr)
وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى
Ayetin son cümlesindeki وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلٰى مَنِ ‘in müteallakı olan haber mahzuftur. Cümle sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, عَلٰى harfiyle birlikte mahzuf habere müteallıktır. Sılası olan اتَّـبَعَ cümlesi müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
السَّلَامُ kelimesi, ‘selamet, esenlik’ anlamındadır. Buradaki عَلٰى harf-i ceri, لِ harf-i ceri anlamındadır. Nitekim اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ [Lanet onlara, yurdun kötüsü de onlara] (Ra'd/25) buyurulmuştur ki; bunun manası عَليهم ’dir. Cenab-ı Hak yine مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِه۪ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ [Kimi iyi amel ederse, kendi lehine kimi de kötülük ederse bu da kendi aleyhinedir] (Fussilet/46) buyurmuştur. Bir diğer yerde de اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ [Eğer iyilik yaparsanız kendiniz için yapmış olursunuz. Eğer kötülük yaparsanız bu da onun aleyhinedir] (İsrâ/7) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
السَّلامُ ; Selamet ve şeref demektir. Burada selam verilecek muayyen biri olmadığı için selamlama veya Firavun'u selamlamak kastedilmemiştir. Çünkü selamlama ilk karşılaşma esnasında olur, kelamın ortasında olmaz. (Âşûr)
عَلى harf-i ceri temekkün içindir. Yani hidayete uyanların emniyeti sabittir, onlar için hiçbir şüphe yoktur. (Âşûr)
Bu kelam, hz. Musa ile Harun'a uymalarını en nazik şekilde açıkça teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اُو۫حِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. اِلَيْنَٓا car mecruru اُو۫حِيَ fiiline müteallıktır.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel اُو۫حِيَ fiilinin naib-i faili olup lafzen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu عَلٰى harf-i ceriyle اَنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
تَوَلّٰى atıf harfi وَ ‘la كَذَّبَ ‘ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
İstînâfiyye olarak fasılla gelen bu ayette, Allah Teâlâ’nın Musa (as) ile Harun’dan (as) söylemelerini istediği sözler devam etmektedir. Cümle اِنَّ ve قَدْ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve قَدْ tekid harfi, isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere birden çok tekid unsuru taşıması sebebiyle bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
اُو۫حِيَ fiil cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak merfû mahaldedir. Cümlede müsned, mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, اُو۫حِيَ fiilinin naib-i failidir. اُو۫حِيَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, عَلٰى harfiyle birlikte اَنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Sılası olan كَذَّبَ cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
العَذاب kelimesindeki tarif cins içindir. Yani bu ek, nekrelik mesabesindedir. Adeta yalanlayanlara gelen bir azap olduğu söylenmiştir. (Âşûr)
السَّلام ve العَذاب kelimelerinin dünya ve ahiret ile kayıtlanmadan gelmesi de müjde ve uyarıların umumiliği içindir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
تَوَلّٰى fiili aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
كَذَّبَ yalanladı, inkâr etti, تَوَلّٰى ise döndü, yüz çevirdi demektir. كَذَّبَ sözünden sonra تَوَلّٰى sözünün zikredilmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sana azap vardır denmemiş, kim yalanlar ve yüz çevirirse ona azap vardır buyrularak tariz yapılmıştır.
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli, فَمَنْ رَبُّكُمَا ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أوحي إليكما فمن ربّكما (Size vahyolunuyorsa Rabbiniz kimdir?) şeklindedir.
İstifham ismi مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
رَبُّكُمَا mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَا nida harfidir. مُوسٰى münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mukadder fiilin mef’ûlun bihi olarak mansubdur. Takdiri; أدْعوُ (Çağırıyorum) şeklindedir.
مُوسٰى kelimesi gayri munsarıftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf ( اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ )” da denir.
Burada مُوسٰى kelimesi Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) olmasıyla beraber , ‘ucme/ a’cemi: Bir ismin yabancı bir dilden Arapçaya geçmiş olmasından dolayı gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetler arasında meskûtun anh mevcuttur.
Allah Teâlâ’nın ikisine öğrettiği sözleri içeren ayetlerden hemen sonra Firavun’un cevabı gelince, Musa (as) ve Harun’un (as) Firavun’a gidip öğrendikleri sözleri aktardıklarını anlıyoruz.
مَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى cümlesi, takdiri … إن أوحي إليكما (Eğer size vahyolunuyorsa) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta فَ ‘si, bu hazfin işaretidir. Bu فَ harfini fasiha olarak yorumlayan alimler de vardır.
Cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi مَنْ mübtedadır. Müsned olan رَبُّكُمَا , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Mahzuf şart ve cevabından oluşan terkip قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin sonundaki nida ve münada, takdiri أدعو [Çağırıyorum] olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür.
Ayetin sonundaki itiraziyye olan يَا مُوسٰى cümlesi nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Firavun: ‘’Siz İkinizin Rabbi kim?’’ diyerek, iki kişiye hitap etmiş, ama nidayı, "Ey Musa" diyerek, sadece birine yöneltmiştir. (Fahreddin er-Râzî) Dolayısıyla iltifat vardır.
Hazret-i Musa ve Harun, Firavun'a varıp emrolunduklarını ona tebliğ ettikten sonra Firavun dedi ki: … Bunların zikredilmemesi, îcâz için ve onların aldıkları emirleri hiç gecikmeksizin süratle yerine getirdiklerini ve bir de bunların sarahatle zikrine ihtiyaç olmayacak kadar açık olduklarını zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd ve Âşûr)
Hazret-i Musa ve Harun (as) "Biz şüphesiz Rabbinin elçileriyiz.", "Biz gerçekten Rabbinden sana bir mucize getirdik" sözlerinde Firavun'a "senin rabbin" dedikleri halde, Firavun, onların sözlerini hikâye etmek yoluyla da olsa, "benim Rabbim de kim?" dememesi, son derece azgınlığının ve serkeşliğinin ifadesidir. "Sizin Rabbiniz de kim?" demiş, çünkü elçileri gönderenin, elçilerin Rabbi olması lazımdır. Yahut Hz. Musa ile Harun, "Şüphesiz biz, alemlerin Rabbinin elçisiyiz." sözlerinde kendi Rablerinin, herkesin Rabbi olduğunu sarahatle belirtmişlerdi. Yani siz Rabbinizin iki elçisi iseniz, o halde bana söyleyin; sizi gönderen Rabbiniz kimdir?
Firavun, her ikisine hitap ettiği halde nidayı Hz. Musa'ya tahsis etmiş (ey Musa! demiş), çünkü peygamberlikte asıl olan Hz. Musa'dır; Hz. Harun ise, onun veziridir. (Ebüssuûd ve Âşûr)
Firavun, Hazreti Musa (as) ile, Cenab-ı Hakk'ın mevcut olması konusunda münakaşa etmemiş, aksine Allah'ın mahiyetini sormuştur. Dolayısıyla bu, Firavun'un Allah'ın varlığını itiraf ettiğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak bu surede Firavun'un, "Ey Musa, sizin Rabbiniz kim"dediğini, Şuara Suresinde ise, قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ [Alemlerin Rabbi ne?] (Şuara/23) dediğini nakletmiştir. Binaenaleyh burada, keyfiyetin sorulduğu مَنْ /kim? edatı ile, orada ise mahiyetin sorulduğu مَا /ne? edatı ile soru sormuştur. Bu ikisi, birbirinden farklıdır, ama sorulan hadise ve varlık aynıdır. Doğrusu, "Kim" edatı ile sorulanın, "ne" edatı ile sorulandan önce olmasıdır. Çünkü Cenab-ı Hak, "Ben, Allah'ım ve Rabbim" diye cevap vermiştir. Firavun da: "Sizin Rabbiniz kim" demişti. Bunun üzerine Hazret-i Musa (as), Allah'ın varlığına deliller getirip, bu deliller çok açık ve net olduğundan dolayı Firavun bunlara cevap veremeyeceğini anlayınca, ikinci hususa yani mahiyeti sormaya geçmiştir. Bu da, onun Allah'ı bildiğine dikkat çeken hususlardandır. Çünkü o, bunu çok açık ve net olarak bildiği için bu hususta münakaşa etmeyi bırakmış ve en zor konu olan Allah'ın mahiyeti (ne olduğu) konusuna geçmiştir. Çünkü insan için Allah'ın mahiyetini bilmek mümkün değildir. (Fahreddin er-Râzî)قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى ‘dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. رَبُّنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَعْطٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. اَعْطٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خَلْقَهُ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَدٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَعْطٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عطو ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ayette Musa ve Harun (as) Firavun’un sorusunu cevaplamaktadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Müsnedün ileyh olan رَبُّنَا , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. Ayrıca bu izafet muzâfun ileyhin şanı içindir.
Cümlenin müsnedi olan الَّـذ۪ٓي , sonraki habere dikkat çekmek amacının yanında tazim ve yüceltmek için ism-i mevsûlle marife olmuştur. Sılası olan اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette müsned, ism-i mevsûl olarak zikredilmiştir. Yaratmak ve doğru yolu göstermek çok büyük iştir ve ancak ilah olan bir varlığın yapabileceği bir şeydir. Firavun ise aciz bir mahluk olduğundan bunların hiçbirine muktedir değildir. Ayet bu gerçeği vurgulamak, Firavun’u hakir görüp Rabbi yüceltmek için müsnedi ism-i mevsûl olarak zikretmiştir.
Musa (as)'ın buradaki "Bizim Rabbimiz her şeyi yaratıp sonra da yol gösterendir sözündeki الَّـذ۪ٓي kelimesi, marife olan bir mefhumu malum bir cümle ile tavsif etmeyi ifade eder. Dolayısıyla bu mananın mutlaka, Firavun tarafından bilindiğine hükmetmek gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
شَيْءٍ ‘deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
الخَلْقُ ; meydana getirme anlamında bir masdardır ve الإعْطاءِ yani verme fiili ile birlikte kullanılarak, yaratmanın ve meydana getirmenin bir nimet olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu şekildeki kullanım hem rububiyete hem de nimetlerin hatırlatılmasına bir istidlal niteliğindedir. (Âşûr)
ثُمَّ hem zamansal (kronolojik) hem rütbe (sıra) anlamında bir düzeni ifade eden atıf harfidir. (Âşûr)
Ayetin sonundaki هَدٰى fiili, ثُمَّ atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, فَمَا بَالُ الْقُرُونِ ‘dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كان ربّك قد أعطى وهدى ..(Eğer senin Rabbin verdi ve hidayet ettiyse.. ) şeklindedir.
İstifham ismi مَا mübteda olarak mahallen merfûdur.
بَالُ الْقُرُونِ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرُونِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْاُو۫لٰى kelimesi الْقُرُونِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mütekellim Firavun’dur. Mekulü’l-kavl Firavun'un sorusudur.
Takdiri … إن كان ربّك قد أعطى وهدى (Eğer senin Rabbin verdi ve hidayet ettiyse) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta فَ ‘si, bu hazfin işaretidir. Cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi, مَا mübtedadır. Haber olan بَالُ الْقُرُونِ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
الْاُو۫لٰى muzâfun ileyh olan الْقُرُونِ ’nin sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İlk nesillerin hali nedir? sorusu, öldükten sonra mutluluk veya bedbahtlık bakımından halleri nedir? demektir. (Beyzâvî)
İnsan; bazen bilinmezliğin karanlığında kalır. Bazen de nefsinin dalıp gittiği diyarlardan gelen korkuyla dolar. Ya geçmişin, ya da geleceğin pençesine takılır.
Kimi zaman yapması gereken işlerin yükü altında ezilir. Kimi zaman da yolundan çekilmek bilmeyen insanlardan yorulur. Ya keşkelerin, ya da acabaların etrafında döner dolaşır.
Duygularının yoğunluğuyla baş başa kalır. Düşüncelerinin ise saldırısına uğrar. Dua etmeye devam eder ama derinlerde bir yerde pes ettiğini hisseder. Bu duygu onu daha da çok korkutur ve umutsuzluğa iter.
Kendisi için ne yapabileceği konusunda kararsızdır. Kur’an-ı Kerim’e şifa umuduyla sarılır. Okudukça dünyaya olan bağlılığını ve aceleciliğini itiraf eder. Haline ağlar ama bir yandan da müjdelere şükreder.
Sanki hz. Musa’yla kardeşine söylenenler kendisine söylenmektedir. Kendi kendine mırıldanır: “Korkma, bil ki Allah seninle beraber, O işitir ve görür.” O halde, Allah’ın yardımıyla her şey mümkündür.
Kur’an’ın ışığında uyandıkça uyanır. Allah’ın rızasını umarak, nefsinin huysuzluğuna rağmen bulunduğu anları değerlendirmeye karar verir. Oturduğu yerde beklemektense, harekete geçer.
Ey bizi işiten ve gören Allahım! Benliğimizi, dünyanın ve nefsimizin karanlık hallerinden aydınlığa kavuştur. Bizi; geçmişin ve geleceğin, keşkelerin ve acabaların kelepçelerinden kurtar. Bize; yapmamız gerekenleri, yapılması gereken zamanlarda yapmamız için ihtiyacımız olan aklı, gücü ve isteği ver. Bizi; kelamını okudukça uyananlardan ve dirilenlerden; kelamın ile şifalananlardan ve kalbini kötülüklerden arındıranlardan eyle. Bizi; Senin rızan için şimdiyi değerlendirenlerden ve dünya yolunda, bir yolcu misali ilerleyenlerden eyle. Ey Allahım! Sana muhtacız. Sevgine ve rahmetine muhtacız. Bizi; sevgine, rahmetine ve şefaatine nail eyle.
Amin.
***
Tartışmalı paylaşımların özellikle de dini temalı olanların altında; sözde dinini savunmaya çalışanların küfürlü ve kibirli mesajlarını gördüğüm zaman aklıma firavuna gönderilen hz. Musa ve kardeşi gelir. Kendisine ilahlık sıfatı vererek ve İsrailoğullarına zulmederek sınırı çok aşan zalime, Allah’ın şu emri ile gittiler: ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslupla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer. (Taha: 44)
Belki de İslam’ı, sevdiğinden bahseder gibi anlatmalıdır. Kendisini işitmediğini bilse bile çirkin kelimeler ile yükselen sesinin onu incitme ihtimalinden ve düşüncesizce hatalı bir tablo çizmekten yani onu yanlış temsil etmekten çekinerek edebini korumalıdır. Hakkında bilinen yanlışları düzeltecek ve sorulan temel sorulara cevap verecek kadar da ona dair bilgisi olmalı ama doğruluğundan şüphe duymadığı bu hakikati, nefsani hırslara bürünerek savunmamalıdır. Kiminle muhatap olduğuna bakıp kalbiyle kulaklarını kapatandan uzaklaşacağı yani susacağı zamanı doğru hesaplamalıdır.
Belki de dinine, sevdiğine sahip çıkar gibi onu korumak için, sıkıca sarılmalıdır. Arada bir hatırlamak yerine, her gün aklına getirmeli ve onu merkeze oturtmalıdır. Kendisinin ve etrafındakilerin hevesine göre onu değiştirme ya da ondan taviz verme fikrinden uzaklaşmalıdır. Zira bazen zorlansa da, hatta anlamasa da, o indirildiği haliyle mükemmeldir. Kusur insandadır. Onunla hayatının tamamlandığı hissiyle dolduğu için ve yolun sonunda hakiki huzura kavuşacağını bildiği için başkalarını da bu yola davet eder. Sanki hastalığından kurtulan ve ilacını heyecan ile tavsiye eden biri gibidir.
Belki de kalbinde taşıdığı dünyalık sevgilerin ve hedeflerin hepsini bir kenara koymalıdır. Sonra muhabbetin asıl sahibi olan Allah’a yönelmelidir. Ancak o zaman yukarıda yazanlar hakiki bir anlama kavuşmuş olur. Zira yeryüzündeki sevgilerin hepsi tükenmeye mahkumdur. Ancak sevgilerin ve övgülerin hepsine layık olan Allah sonsuzdur. Mükemmel olan O’dur. Hakiki dost, yardımcı ve hakiki huzur O’dur. İşte bu yüzden nefsani duygularla savunulmaya ve hırsla anlatılmaya ihtiyacı yoktur. Zaten O, kalbi uyanık olan herkesin aradığıdır. Ancak bunları bilerek dinini tebliğ eden kişi, kendi nefsinden sıyrılır ve Allah’a kavuşmak umuduyla elini bir başkasına da uzatır. Maksat, elinin tutulması ya da tutulmaması değildir; Allah rızası için o eli açmaktır. Zira O’nu bilen, herkes bilsin ister…
Ey Allahım! Bizi iman nuruyla aydınlattığın, dillerimize adını söylettiğin, hayatlarımızı ibadetle süslediğin, bedenlerimize secde ettirdiğin, akıllarımızı tefekkürle çalıştırdığın ve kalplerimizi İslam’a açtığın için Sana sonsuz kere şükürler olsun. Bizi dinini doğru şekilde yaşayanlardan, başkalarına da doğru örnek olanlardan, yanlış yaptıklarını düzeltenlerden, Sana kavuşturacak yol olmasından dolayı İslam’ı sevenlerden ve sevdirenlerden eyle. Bizi affettiğin, sevdiğin ve sevdiklerine de sevdirdiğin salih kullarından eyle.
Amin.