اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
İsim cümlesidir. اَلرَّحْمٰنُ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هو ‘ dir.
عَلَى الْعَرْشِ car mecruru اسْتَوٰى fiiline müteallıktır. اسْتَوٰى fiili, mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. اسْتَوٰى fiili, ى üzere mukadder fetha ile mansubdur. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. اسْتَوٰى fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındandır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَلرَّحْمٰنُ kelimesi takdiri هو olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, zamandan bağımsız, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَلرَّحْمٰنُ kelimesinin mübteda veya mahzuf mübtedanın haberi olması caizdir.
İkinci haber olan اسْتَوٰى , müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Allah'ın göklerin ve yerin yaratıcısı olmakla vasıflandırılmasının ardından Rahmân olarak vasıflandırılması, göklerin ve yerin yaratılmasının, Allah'ın Rahmetinin eserlerinden olduğunu zımnen bildirmek içindir. Nasıl ki, "Rahman olan Allah, göklerin ve yerin Rabbidir." ayetinde de Rahman olarak vasıflandırılması, O'nun Rabliğinin, rahmet olarak bulunduğunu bildirmek içindir.
Allah'ın Rahmân olarak vasıflandırılması aynı zamanda işaret ediyor ki, Kur’an'ın peyderpey indirilmesi de, O'nun rahmetinin hükümlerindendir. (Ebüssuûd)
عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى kasr vardır. Müşriklerin, ilâhları için yeryüzünde tasarruf edebildikleri zannını reddetmek için yapılmıştır. (Âşûr)
Burada اسْتَوٰى (istivâ etti) sözcüğünün akla gelen ilk anlamı oturmaktır. Ancak bu, İslam inancına zıttır. Çünkü oturma, Allah’ın cisim olmasını ve bir mekân edinmesini gerektirir. Bundan dolayı burada sözcüğün uzak anlamı (kuşatmak, istilâ etmek) kastedilmiştir. Ayette اسْتَوٰى sözcüğünden önce veya sonra, yakın ya da uzak anlamına delalet eden bir karîne (ipucu) zikredilmediği için burada tevriye-i mücerrede vardır. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
الْعَرْشِ اسْتَوٰى , hakimiyetle/mülkle eş anlamlı olan melik’in tahtıdır. Arş kelimesini, mülk kelimesinin yerine kinaye olarak kullanmışlar ve şöyle demişler: Falanca arşa istiva etti derken, mülkü/hakimiyeti ele geçirdi demek istiyorlar, her ne kadar söz konusu kişi (şeklen/gerçekte) tahta oturmamış da olsa… Gerçi tahta oturması, hakimiyeti sembolize etmesi açısından daha bariz, daha basit ve durumu daha açıklayıcıdır. (Ama tahta oturma olgusu, eyleme dönüşmese de الْاسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ tabiri, hakimiyeti sembolize eder. (Keşşâf III. 54, Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâf’ı)
Ayetlerin sonlarında, kelimelerin vezinlerinin farklı, son harflerinin aynı olması sanatı olan mutarraf seci vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi)
Arşı istiva etmek, hükümranlık ve saltanatın mecazî ifadesidir. Bundan murad, kâinatın icadının ve idaresinin Allah'ın (cc) üstün iradesine bağlı olduğunu beyan etmektir. (Ebüssuûd)