لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Seraye ثري : Kelimedeki asli mana çoğaltıp büyütmeye/artırmaya istidadı bulunan geniş arazi demektir. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri servet ve Süreyya'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Ayet önceki ayetteki mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. وَمَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. مَا بَيْنَهُمَا atıf harfi و 'la makabline matuftur.
تَحْتَ mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. الثَّرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayet, önceki ayetin devamı olarak üçüncü haberdir.
Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُ mahzuf mukaddem bir habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, mukaddem haber ve muahhar mübteda arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. لَهُ mevsûf/maksûrun aleyh, مَا فِي السَّمٰوَاتِ sıfat/maksûrdur.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Ayetteki, birbirine tezâyüf nedeniyle atfedilmiş ikinci ve üçüncü mevsûllerin de sılası mahzuftur. Sılaların hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Burada müsnedin, ism-i mevsûl olan müsnedün ileyten önce zikredilmesinin sebebi, müsnedi müsnedün ileyhe tahsis etmektir.
Gökyüzünde, yeryüzünde, ikisinin arasında ve toprak altında olmak üzere bütün mekânlar sayılmıştır. Başka hiçbir ihtimal söz konusu değildir. Bu üslup taksîm sanatıdır.
Cenab-ı Hakk'ın "Göklerde yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında ne varsa (hepsi) O’nundur" ayetine gelince bil ki: Allah Teâlâ, ["O Rahman arşa istiva etmiştir"] buyurarak mülkünü anlatınca, mülk de ancak ve ilimle bulunup tam olunca, onun peşi sıra önce kudretini, sonra ilmini zikretmiştir. Kudreti, işte bu ayette anlatılandır. Bundan maksat şudur: Cenab-ı Hak, burada sayılan dört kısmın da malikidir. Binaenaleyh O, göklerde bulunan meleklerin, yıldızların ve bunlar dışındaki herşeyin; yerlerde bulunan madenlerin ve boş sahraların, bu ikisi arasında bulunan havanın ve toprak altında bulunan şeylerin malikidir. İmdi eğer "الثَّرٰى , alemin en son sathı, en alt tabakasıdır; onun altında bir şey bulunmaz. Öyleyse nasıl olur da Allah onun altında bulunan şeyin de sahibidir" denilebilir?" diye sorulursa cevaben deriz ki: "الثَّرٰى Arapça'da ‘nemli toprak’ demektir. Dolayısıyla, onun altında bir şey bulunması muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)
ما ve فى harflerinin tekrarında reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.