Tâ-Hâ Sûresi 4. Ayet

تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ  ...

(O) yüksek gökleri yaratanın katından peyderpey indirilmiştir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَنْزِيلًا (O) indirilmiştir ن ز ل
2 مِمَّنْ tarafından
3 خَلَقَ yaratan خ ل ق
4 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
5 وَالسَّمَاوَاتِ ve gökleri س م و
6 الْعُلَى yüce ع ل و
 
Resûlullah’ın ve müslümanların çok zor şartlar altında bulundukları bir dönemde inen sûre, insanlık için bir lutuf olan Kur’an’ın ne yüce bir makamdan geldiğine dikkat çeken, muhataplarına mânevî huzur ve tatmin sağlayan, moral gücünü yükselten ifadelerle başlamaktadır. 2. âyetin “mutsuz olasın diye” şeklinde çevirdiğimiz kısmını “eziyet, zahmet çekesin diye” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Her iki mânaya göre âyetten çıkan sonuç şu olmaktadır: Kur’an’ın getirdiği ilâhî mesajın amacı, insanın yaşama sevincini kırmak veya yok etmek değil, yaratılış amacına uygun bir sorumluluk bilinci taşıyanlara yol göstermek, hatırlatma ve uyarılarda bulunmaktır. Bazı müfessirler Resûlullah’ın tebliğ görevi esnasında çektiği sıkıntıları ve gece ibadetinden ötürü tâkatten düştüğünü anlatan rivayetlerle bağ kurarak ve ibadette maksadın meşakkat olmadığını belirtmek için âyete, Kur’an’ın insanı güç yetiremeyeceği şeylerle sorumlu tutmak üzere gelmediği mânasını vermişler; bazıları da burada, Hz. Peygamber’in hep bu sıkıntılı duruma mahkûm kalmayıp güçlü ve itibarlı olacağı ve değerinin bilineceği günlere de kavuşacağı yönünde müjde verildiği yorumunu yapmışlardır (bk. Taberî, XVI, 137; Râzî, XXII, 3-4). Âyetlerin indiği dönemle ilgili rivayetler ışığında, hemşehrilerinin hakikatleri görmemekte ve elleriyle yaptıkları putları tanrı edinmekte direnmeleri karşısında mâneviyat kırıklığına uğrayan Hz. Peygamber’e teselli verildiği, Kur’an’ın, ancak insan olmanın sorumluluğunu taşıyanlar ve bunun hakkını verememekten korkanlar için öğüt ve uyarı etkisi yapacağı bildirilerek bu bilinçten yoksun olanlar için kendisini helâk etmemesi gerektiğine imada bulunulduğu anlaşılmaktadır.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 624-625
 

تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ

 

تَنْز۪يلاً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri; انزلناه ( biz onu indirdik) şeklindedir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَنْز۪يلاً ‘e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ الْاَرْضَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

السَّمٰوَاتِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.

الْعُلٰى  kelimesi  السَّمٰوَاتِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ

 

Ayet fasılla gelmiştir.  تَنْز۪يلاً  mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Cümlenin takdiri;  انزلناه (biz onu indirdik) ’dir. Mef’ûlu mutlakların amillerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mecrur mahalde  تَنْز۪يلاً ‘e müteallık olan müşterek ism-i mevsul  مَّنِ ’in sılası, mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidâî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

الْعُلٰى  kelimesi  السَّمٰوَاتِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

لسَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

Arzdan sonra, arza şamil olan semavatın zikredilmesi, husustan sonra umumun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

Yerin önce zikredilmesi, hisse daha yakın ve daha açık olmasından dolayıdır. Göklerin, yücelikle vasıflandırılması, azameti pekiştirmek içindir. (Ebüssuûd)

Önceki ayetlerdeki azamet zamirinden bu ayette, gaib zamire iltifat edilmiştir.

İkinci ayette kelama cemi mütekellim zamiri  اَنْزَلْنَا  kullanılarak başlanmıştır. Sözün akışına göre (bizim tarafımızdan indirilmiştir) denecek yerde [Yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından indirilmiştir] denilerek gaib sıygasıyla hikâye üslubuna geçilerek iltifat yapılmıştır. Beyzâvî buradaki iltifatı ve anlama kattığı incelikleri şöyle izah eder: “Mütekellim kalıbından gaibe geçilmesi, konuşmada sanat yapmak ve indirenin şanını iki açıdan yüceltmek içindir: 

Birincisi, indirmeyi şanı yüce birinin zamirine isnad etmek ve onu celâl ve ikram sıfatlarıyla özelleşen zata nispet etmek.

İkincisi şuna dikkat çekmek içindir ki ona iman ve itaat etmek vâciptir, zira bu, onun gibi bir ulunun sözüdür. Yüce Allah ayette yeri önce zikretti; çünkü hisse en yakın olan odur ve yüksek göklerden önce göze çarpmaktadır. 

Görüldüğü gibi Beyzâvî, makam ve halin gereğine uygun olarak yer ve gök lafızlarının ayetlerde yer alış sırasının değişiklik gösterdiği düşüncesindedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

لتشقى  [Güçlük çekesin] - يحشى  [Korkar] ayetlerin sonlarında kelamın güzellik ve değerini artıran güzel bir seci vardır. (Safvetü’t Tefâsîr)

2. ayetteki  تَنْز۪يلاً - اَنْزَلْنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Allah Teâlâ onu, yeri ve onca büyüklüğüne rağmen gökleri yaratandan bir "tenzil" olarak belirtmek suretiyle, Kur'an'ın şanını yüceltmiştir. Bunu şundan ötürü söylemiştir: Çünkü Allah'ın azamet ve yüceliği, onun yaratık ve nimetlerinin büyüklük ve yüceliğini ortaya koymakla zuhur eder. Cenab-ı Allah, Kur'an'ı tefekküre, mana ve hakikatlerini düşünmeye teşvik etmek için onun yüceliğini belirtmiştir. Bu durum görülen dünyamızda (şehadet âleminde)de genellikle bilinen bir şeydir. Çünkü, mesaj gönderenin makamına göre mesajına saygı gösterilir. Böylelikle elçinin sözünün dinlenilmesi daha çok sağlanmış olur. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayetler, "En güzel isimler Allah'a mahsustur." ayetine kadar Kur’an'ı indiren Allah'ın şanını tazım içindir ki bu da, indirilen Kur’an'ın şanının tazimini gerektirmektedir. Böylece mehabetin artması ve kalplere ilâhî korkunun girmesi sağlanmış olur ki bu, karşı çıkan isyankârların inat ve azgınlıklarından vazgeçmelerine ve Allah korkusuna yönelmelerine sebep olmaktadır. Bu da, ibret alıp iman etmek sonucuna götürmektedir. (Ebüssuûd)