Tâ-Hâ Sûresi 66. Ayet

قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى  ...

Mûsâ: “Yok, (önce) siz atın” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Musa) dedi ki ق و ل
2 بَلْ hayır
3 أَلْقُوا siz atın ل ق ي
4 فَإِذَا (bir de ne görsün)
5 حِبَالُهُمْ onların ipleri ح ب ل
6 وَعِصِيُّهُمْ ve sopaları ع ص و
7 يُخَيَّلُ gibi görünüyor خ ي ل
8 إِلَيْهِ ona
9 مِنْ ötürü
10 سِحْرِهِمْ büyülerinden س ح ر
11 أَنَّهَا gerçekten
12 تَسْعَىٰ koşuyor س ع ي
 
İsrâiloğulları’nın Mısır’daki varlığının ve Hz. Mûsâ tarafından eski yurtlarına götürülmeleri için ortaya konan çabanın Firavun yönetimi nezdinde oluşturduğu siyasî kaygılar, psikolojik bir harp ortamı doğurmuştu. Böyle bir ortamda, o günün şartları içinde geniş kitleleri derinden etkilemekte olan ve dinî bir hüviyet de taşıyan sihir olgusunu ön plana çıkaran bir mücadele metodu, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ve liderliğini kabul ettirmesini kolaylaştırabilecekti. Çünkü Firavun ve çevresindeki ileri gelenler de sihri tevhid çağrısına karşı kullanabilecekleri en etkili silâh olarak görüyorlar ve sihirbazlara bir taraftan baskı, bir taraftan da teşvik uygulayarak bu mücadeleden mutlak zaferle çıkacaklarını sanıyorlardı. İlâhî irade böyle bir atmosferde Hz. Mûsâ’yı sihirbazların bütün hünerlerini boşa çıkaracak mûcizelerle donatıp Firavun ve çevresindekilere bir imtihan fırsatı daha vermek şeklinde tecelli etmişti. Bu âyetlerde ve Kur’an’ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkârcılıktaki inatlarını sürdürdüler, Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi. Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun’un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun–hayatın bağışlanması tarzında bile olsa– dünyadaki hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler (bu olayla ilgili bilgilerin Kitâb-ı Mukaddes’tekilerle karşılaştırılması için bk. A‘râf 7/103-126). Tefsirlerde 56. âyette Firavun’a gösterildiği ifade edilen kanıtların neler olduğu açıklanırken genellikle tevhide (Allah’ın birliğine) ilişkindeliller ve Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ortaya koyan mûcizeler üzerinde durulur. Ayrıca, bunlardan “bütün kanıtlarımızı” şeklinde söz edilmiş olmakla beraber Arap dilindeki kullanımlar dikkate alınarak bu ifadenin, “pek çok âyetimizi / kanıtımızı, bunca âyetimizi / kanıtımızı” şeklinde anlaşılmasının uygun olacağı belirtilir (bk. Râzî, XXII, 70-71). 58. âyetin “uygun bir yer” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı, “iki tarafa eşit uzaklıkta bir yer, seyircilerin görüşünü engellemeyecek düz bir alan, iki tarafın da rızâ göstereceği bir yer, şu anda bulunduğumuz mekân” gibi mânalarla açıklanmıştır (bk. Râzî, XXII, 71-72). 59. âyette “şenlik günü” diye çevrilen yevmü’z-zîne tamlaması hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır; bunların ortak noktası, Hz. Mûsâ’nın o toplumda şenlik veya kutlama amacı taşıyan ve halkı bir araya getiren belirli bir güne atıfta bulunmuş olduğudur. Bu ifadenin Firavun’a ait olduğu yorumu da yapılmıştır (Zemahşerî, II, 438; Râzî, XXII, 72-73). 63. âyetin “tuttuğunuz örnek yolu” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “sahip olduğunuz onurlu ve seçkin konumu” şeklinde mâna vermek de mümkündür (bk. Taberî, XVI, 182-183; İbn Atıyye, IV, 51). 67-68. âyetlerden, sihirbazların halkın gözünü bağlayan bir büyü ortaya koyması karşısında Hz. Mûsâ’nın dahi bir an için etkilenip insanların buna kapılmalarından endişe duyduğu (İbn Atıyye, IV, 51-52), fakat Allah’ın gerçeği bildirmesiyle mâneviyatının yükseltildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 69. âyet onun üstün gelmesinin sihir yarışını kazanma anlamında alınmaması için sihirbazların ortaya koydukları çabanın dinen asla tasvip edilmediğine de dikkat çekilmiştir (sihir konusunda bilgi için bk. Bakara 2/102). 
Kuran Yolu Tefsiri
 

قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (  اِضْرَابْ  )” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada, yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli,  اَلْقُوا ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَلْقُوا  fiili,  ن ‘un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و’ ı fail olarak mahallen merfûdur.


فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى

 

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.

حِبَالُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عِصِيُّهُمْ  atıf harfi  وَ ‘la  حِبَالُهُمْ ‘e matuftur.

يُخَيَّلُ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُخَيَّلُ  merfû meçhul muzari fiildir.  اِلَيْهِ  car mecruru  يُخَيَّلُ  fiiline müteallıktır.

مِنْ سِحْرِهِمْ  car mecruru  يُخَيَّلُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ سِحْرِهِمْ sözündeki  مِنْ  harf-i ceri sebebiyye içindir. (Âşûr)

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يُخَيَّلُ  fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur. هَا  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

تَسْعٰى  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  تَسْعٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.
 

قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  بَلْ اَلْقُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İdrâb harfi  بَلۡ  intikal içindir.


فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى

 

Cümle, takdiri …فألقوا  [Ve attılar] olan mukadder istînâfa atfedilmiştir. Yani cümleler arasında meskutun anh mevcuttur. 

Mufacee harfinin dahil olduğu  فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ  şeklindeki isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamında olur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  تَسْعٰى  cümlesi mübteda olan  حِبَالُهُمْ ‘un haberidir. عِصِيُّهُمْ , temâsül nedeniyle mübtedaya atfedilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mübteda, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّهَا تَسْعٰى  cümlesi, masdar teviliyle, meçhul bina edilmiş olan  يُخَيَّلُ  fiilinin naib-i faili konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.

Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اَنَّهَا تَسْعٰى  cümlesi gizli zamirden bedel-i iştimâldir. (Âşûr) 

اَنَّ ‘nin haberi olan  تَسْعٰى  cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

تَسْعٰى  fiilinin, iplere ve değneklere isnad edilmesinde mecaz-i aklî sanatı vardır.

بَلْ اَلْقُواۚ  فَاِذَا حِبَالُهُمْ [Siz atın, bir de baktı ki ipleri…] cümlesinde hazif yoluyla îcaz vardır. (Onlar attılar, Bir de baktı ki ipleri..) takdirindendir. Mana delalet ettiği için bu cümle hazf edilmiştir.  وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ [Sağ elindekini at] Ta-ha/ 69 cümlesinden sonra gelen ve فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً  [Büyücüler secdeye ka­pandılar.] Ta-ha / 70 cümlesinde de durum aynıdır. Buradan uzun bir ibare hazf edil­miştir. Takdiri şöyledir: "Musa asasını attı. Asa, onların büyü olarak yap­tıklarını yuttu. Bunun üzerine büyücüler secdeye kapandılar." Ayetin ma­nası bu hazf edilen ibareye delalet ettiği için bu hazif güzel olmuştur. Buna hazif yoluyla îcaz denir. (Safvetü’t Tefâsir) 

Bu ayette hayvan ve ölü (cansız) varlıkların, insanlar gibi konuşturulması şeklinde bir anlatım (mecaz) söz konusudur. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)