بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا مُوسٰٓى ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfi, مُوسٰٓى münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. Nidanın cevabı اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ ‘dır.
اِمَّٓا tahyir harfidir.
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri; إلقاؤك (Senin atman) şeklindedir.
تُلْقِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
وَ atıf harfidir. اِمَّٓا tahyir harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuf olup mahallen merfûdur.
نَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri نحن ’dir.
اَوَّلَ kelimesi نَكُونَ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَلْقٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اَلْقٰى mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. تُلْقِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ, sihirbazların Hz. Musa'ya söylediklerini bildiriyor.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ cümlesi, nidanın cevabıdır.
اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ cümlesine dahil olan اِمَّٓا , muhayyerlik ifade eden tahyir harfidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُلْقِيَ şeklindeki muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri; إلقاؤك (Senin atman) şeklindedir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki كاَنَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel önceki masdar-ı müevvele matuftur. كاَنَ ’nin haberi olan اَوَّلَ ’nin muzâfun ileyhi olan مَنْ ’in sılası اَلْقٰى , müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Mekulü’l-kavlde mütekellim sihirbazlar, muhatap Hz. Musa (as)’dır.
اِمَّٓا İki yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّٓا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. Mâlekî talebi cümlelerden sonra kullanılan اِمَّٓا edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّٓا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَنْ edatı mabâdiyle birlikte gizli bir fiille mansubdur ya da mahzuf mübtedanın haberidir. (Beyzâvî)
تُلْقِيَ - اَلْقٰى kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اِمَّٓا ve اَنْ ‘lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Musa) dedi ki |
|
2 | بَلْ | hayır |
|
3 | أَلْقُوا | siz atın |
|
4 | فَإِذَا | (bir de ne görsün) |
|
5 | حِبَالُهُمْ | onların ipleri |
|
6 | وَعِصِيُّهُمْ | ve sopaları |
|
7 | يُخَيَّلُ | gibi görünüyor |
|
8 | إِلَيْهِ | ona |
|
9 | مِنْ | ötürü |
|
10 | سِحْرِهِمْ | büyülerinden |
|
11 | أَنَّهَا | gerçekten |
|
12 | تَسْعَىٰ | koşuyor |
|
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb ( اِضْرَابْ )” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada, yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli, اَلْقُوا ‘dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَلْقُوا fiili, ن ‘un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
فَ atıf harfidir. اِذَا mufacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.
حِبَالُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِصِيُّهُمْ atıf harfi وَ ‘la حِبَالُهُمْ ‘e matuftur.
يُخَيَّلُ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُخَيَّلُ merfû meçhul muzari fiildir. اِلَيْهِ car mecruru يُخَيَّلُ fiiline müteallıktır.
مِنْ سِحْرِهِمْ car mecruru يُخَيَّلُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ سِحْرِهِمْ sözündeki مِنْ harf-i ceri sebebiyye içindir. (Âşûr)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يُخَيَّلُ fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur. هَا muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
تَسْعٰى fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تَسْعٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan بَلْ اَلْقُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İdrâb harfi بَلۡ intikal içindir.
فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Cümle, takdiri …فألقوا [Ve attılar] olan mukadder istînâfa atfedilmiştir. Yani cümleler arasında meskutun anh mevcuttur.
Mufacee harfinin dahil olduğu فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ şeklindeki isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamında olur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında gelen تَسْعٰى cümlesi mübteda olan حِبَالُهُمْ ‘un haberidir. عِصِيُّهُمْ , temâsül nedeniyle mübtedaya atfedilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mübteda, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهَا تَسْعٰى cümlesi, masdar teviliyle, meçhul bina edilmiş olan يُخَيَّلُ fiilinin naib-i faili konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اَنَّهَا تَسْعٰى cümlesi gizli zamirden bedel-i iştimâldir. (Âşûr)
اَنَّ ‘nin haberi olan تَسْعٰى cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
تَسْعٰى fiilinin, iplere ve değneklere isnad edilmesinde mecaz-i aklî sanatı vardır.
بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ [Siz atın, bir de baktı ki ipleri…] cümlesinde hazif yoluyla îcaz vardır. (Onlar attılar, Bir de baktı ki ipleri..) takdirindendir. Mana delalet ettiği için bu cümle hazf edilmiştir. وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ [Sağ elindekini at] Ta-ha/ 69 cümlesinden sonra gelen ve فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً [Büyücüler secdeye kapandılar.] Ta-ha / 70 cümlesinde de durum aynıdır. Buradan uzun bir ibare hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: "Musa asasını attı. Asa, onların büyü olarak yaptıklarını yuttu. Bunun üzerine büyücüler secdeye kapandılar." Ayetin manası bu hazf edilen ibareye delalet ettiği için bu hazif güzel olmuştur. Buna hazif yoluyla îcaz denir. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu ayette hayvan ve ölü (cansız) varlıkların, insanlar gibi konuşturulması şeklinde bir anlatım (mecaz) söz konusudur. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْجَسَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
ف۪ي نَفْسِه۪ car mecruru اَوْجَسَ fiiline müteallıktır.
خ۪يفَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُوسٰى muahhar fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اَوْجَسَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وجس ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Önceki ayetteki …اِذَا حِبَالُهُمْ cümlesine فَ ile atfedilen ayet müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خ۪يفَةً ‘deki tenvin kesret veya kıllet için olduğu gibi, daha önce tatmadığı cinsten bir korkuya da delalet edebilir.
Müteallik ve mef’ûlün faile takdim edilmesi, hz. Musa’nın o andaki hislerini, ruh halini ortaya koymak ve fasılaya riayet içindir.
ف۪ي نَفْسِه۪ ibaresindeki فِي harfinde istiare vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir. نَفْسِ , içine girilecek bir şeye benzetilmiştir.
Ayetin فَاَوْجَسَ مُوسٰى ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً şeklinde gelmesi durumunda, nazmın musikisinin bozulduğu görülür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خٖيفَةً - اَوْجَسَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Hz. Musa ansızın bu manzara ile karşılaşınca beşer tabiatının gereği olarak içinde bir çeşit korku hissetti. Zira beşer yaratılışında yılandan nefret etmek ve onların sokmak gibi zararlarında sakınmak duygusu vardır.
Diğer bir görüşe göre ise Hazret-i Musa, ‘insanların kafasının karışıp kendisine uymamalarından endişe etti’, demektir. Ancak bundan sonraki ifadelerden anlayacağımız gibi gerçek bu değildir. (Ebüssuûd)
الوجس kelimesi gizli ses anlamınadır. التوجس ise ‘işitmek, kulak vermek’ manasınadır. Buna göre ayetin manası: Musa, kendi içinde ansızın karşılaştığı manzaradan dolayı insan olması hasebiyle yılandan kaçma, ısırması ve benzeri tehlikeli durumlarından sakınma sebepleriyle yılandan bir parça korku duydu, olur. (Ruhu’l Beyan)قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
قُلْنَا لَا تَخَفْ
Fiil cümlesidir. قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, لَا تَخَفْ ‘dir. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْتَ fasıl zamiridir.
الْاَعْلٰى kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.قُلْنَا لَا تَخَفْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnad edilerek tazim edilmiştir.
قُلْنَا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَخَفْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. اِنَّ ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. اَنْتَ , fasıl zamiridir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Müsned olan الْاَعْلٰى , onun yaşadığı korkunun delili olmak üzere marife gelmiştir. (Âşûr)
Müsnedin, ism-i tafdil kalıbında isim olarak gelmesi durumun devamlılığındaki mübalağaya işaret etmiştir.
İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Birden fazla tekid unsuru taşıyan cümle hz. Musa’nın korkusunu gidermek ona destek vermek amacına matuftur. Peygamberlerde bulunan yüce vasıflar sebebiyle Allah (cc), Hz. Musa’da meydana gelen bu korkuyu reddetmek için ifadeyi inkârî haber şeklinde inzal etmiştir.
Allah Teâlâ, اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى [Çünkü üstün (gelecek), muhakkak sen olacaksın.] buyurarak ona güvence vermiştir. Bu ifadede pek çok çeşit mübalağa ve tekid çeşitleri bulunmaktadır:
a) Tekid edatı olan اِنَّ ‘nin getirilmesi.
b) Zamirlerin tekrarlanması.
c) Haberde, elif lâmın gelmiş olması.
d) Yücelik lafzının getirilmesi ki الْاَعْلٰى ulûv (maddi üstünlüğü) ifade eder.
Tafsilatlı olanına gelince, bu da Cenab-ı Hakk'ın, "Elindekini bırakıver..." emridir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَلْقِ | ve at |
|
2 | مَا | olanı |
|
3 | فِي |
|
|
4 | يَمِينِكَ | sağ elinde |
|
5 | تَلْقَفْ | yutsun |
|
6 | مَا | şeyleri |
|
7 | صَنَعُوا | onların yaptıkları |
|
8 | إِنَّمَا | çünkü |
|
9 | صَنَعُوا | onların yaptıkları |
|
10 | كَيْدُ | hilesidir |
|
11 | سَاحِرٍ | bir büyücünün |
|
12 | وَلَا | ve asla |
|
13 | يُفْلِحُ | iflah olmaz |
|
14 | السَّاحِرُ | büyücü |
|
15 | حَيْثُ | nereye |
|
16 | أَتَىٰ | varsa |
|
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَلْقِ illet harfinin hazfi ile emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي يَم۪ينِكَ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen تَلْقَفْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تلق ما (Şeyi atarsan…) şeklindedir.
تَلْقَفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
Müşterek ismi mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası صَنَعُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
صَنَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مَا ism-i mevsûl olup اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası صَنَعُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
صَنَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَيْدُ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. سَاحِرٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُفْلِحُ merfû muzari fiildir. السَّاحِرُ fail olup lafzen merfûdur. حَيْثُ mekân zarfı, يُفْلِحُ fiiline müteallıktır.
حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.
اَتٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَتٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
السَّاحِرُ kelimesi sülâsî mücerred olan سحر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُفْلِحُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. ف۪ي يَم۪ينِكَ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ talebin cevap fiili olarak meczumdur.
تَلْقَفْ fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan صَنَعُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.
[Sağ elindekini at] ifadesinde ne olduğunu söylemeyip kapalı bırakması onu gözden düşürmek içindir. Yani onların iplerine ve sopalarına aldırma, elindeki o sırık parçasını at demektir ya da onu büyütmek için söylemiştir, yani o şeylerin çokluk ve kalabalığına aldırma; çünkü senin sağ elindeki şey etki bakımından onlardan daha büyüktür.
تَلْقَفْ fiilinin aslı تَتَلْقَفْ şeklindedir. İki تَ 'den biri hazf edilmiştir. Muzaraat harfinin te’nise de hitaba da ait olması ihtimali vardır. O zaman fiil müsebbebe (sonuca) isnat edilmiş olur. (Beyzâvî)
Sağ elindeki asanı yere atıver, demektir. Nitekim A'râf sûresinde böyle zikredilmektedir. Burada asanın açık olarak zikredilmeyip müphem bırakılması, durumunu korkunç göstermek, şanını tazim etmek ve bu asanın, normal eserleri olan asalar cinsinden, olmadığını, fakat bu asanın, cinsinin diğer fertlerinin dışında, mahiyeti müphem ve eserleri garip bir asâ olduğunu bildirmek içindir. Başka ayetlerde asanın sarih olarak zikredilip bu nüktenin gözetilmemesi, hadisenin hikâye edilmesinde de bunun gözetilmemesini gerektirmez. ( Ebüssuûd)
اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin müşterek ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’nin sılası olan صَنَعُوا , müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan كَيْدُ سَاحِرٍ cümlesi, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
سَاحِرٍۜ ’deki tenvin tahkir içindir.
سَاحِرٍۜ 'in tekil olması ondan mutlak cins murat edilmesindendir. Bunun içindir ki وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ buyurmuştur. Yani sihirbaz cinsi iflah olmaz demektir. Birinci سَاحِرٍۜ 'in nekre olması muzâfı nekre kılmak içindir. (Beyzâvî)
وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
Cümle atıf harfi وَ ’la اِنَّمَا صَنَعُوا…رٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَتٰى cümlesi, mekân zarfı حَيْثُ ’nun muzâfun ileyhidir.
السَّاحِرُ ‘deki marifelik, bilinen cinsi kastetmesi dolayısıyla cins içindir. (Âşûr)
صَنَعُوا - السَّاحِرُ - مَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Asanın şanının ve ilâhî bir mucize olmasının belirtilmesi, sebebi daha da takviye edeceği halde belirtilmemesi, bunların açık olduğunun zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Cümle mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فألقى موسى عصاه فتلقّفت كلّ ما صنعوا (Ve Musa (as) asasını attı ve asa onların yaptığı her şeyi yuttu) şeklindedir.
اُلْقِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. السَّحَرَةُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
سُجَّداً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. سُجَّداً kelimesi sülâsî mücerred olan سجد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى ’dır. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بِرَبِّ car mecruru اٰمَنَّا fiiline müteallıktır. هٰرُونَ muzâfun ileyh olup fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُوسٰى kelimesi atıf harfi وَ ’la هٰرُونَ ‘ye matuf olup elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.
اٰمَنَّا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً
Cümle, takdiri فألقى موسى عصاه فتلقّفت كلّ ما صنعوا (Ve Musa (as) asasını attı ve asa onların yaptığı her şeyi yuttu) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir. Önceki ayetle bu ayet arasında meskutun anh vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُلْقِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mefule dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
سُجَّداً kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Burada sihirbaz kelimesiyle kastedilenler müminlerdir. Aslında müminler için sihirbaz kelimesi kullanılmaz. Burada geçmişteki vasıfları zikredilerek hatırlatılmıştır. Kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesinde mütekellim iman eden sihirbazlardır.
Beyzâvî ayette هٰرُونَ / Harun lafzının مُوسٰى / Musa lafzından önce zikredilmesiyle ilgili olarak üç ihtimalden bahseder:
“Birinci ihtimale göre, Harun, Musa’dan yaşça büyük olduğu için önce zikredilmiştir.
İkinci ihtimale göre, ayet sonlarının uyması için önce Harun sonra Musa zikredilmiştir. (fasılaya riayet). Zira ayetlerin fasılaları مُوسٰى / الْاَعْلٰى / اَتٰى / مُوسٰى şeklinde sıralanmaktadır.
Üçüncü ihtimal ise şudur: Firavun Musa’yı küçükken büyütmüştü. Eğer sadece Musa’nın Rabbi denilse idi ya da Musa as önce zikredilmiş olsaydı, zihne Rabden kastın Firavun olduğu, Harun’un da ona tabi olduğu için zikredilmiş olduğu ihtimali gelebilirdi.
Görüldüğü gibi müfessirimiz burada Harun lafzının Musa kelimesinden önce yer almasını yaşına hürmet, fasılaları gözetmek ve şüpheyi izale etmek şeklinde üç nükteye bağlamaktadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Âşûr, Ebüssuûd)
Harun ve Musa'nın Rabb lafzına izafeti onları şereflendirmek içindir.
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Fir’avn) dedi ki |
|
2 | امَنْتُمْ | inandınız mı? |
|
3 | لَهُ | ona |
|
4 | قَبْلَ | önce |
|
5 | أَنْ | ki |
|
6 | اذَنَ | ben izin vermeden |
|
7 | لَكُمْ | size |
|
8 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
9 | لَكَبِيرُكُمُ | büyüğünüzdür |
|
10 | الَّذِي | kimsedir |
|
11 | عَلَّمَكُمُ | size öğreten |
|
12 | السِّحْرَ | büyüyü |
|
13 | فَلَأُقَطِّعَنَّ | öyleyse ben keseceğim |
|
14 | أَيْدِيَكُمْ | sizin ellerinizi |
|
15 | وَأَرْجُلَكُمْ | ve ayaklarınızı |
|
16 | مِنْ |
|
|
17 | خِلَافٍ | çapraz |
|
18 | وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ | ve sizi asacağım |
|
19 | فِي |
|
|
20 | جُذُوعِ | dallarına |
|
21 | النَّخْلِ | hurma |
|
22 | وَلَتَعْلَمُنَّ | ve bileceksiniz |
|
23 | أَيُّنَا | hangimizin |
|
24 | أَشَدُّ | daha çetinmiş |
|
25 | عَذَابًا | azabı |
|
26 | وَأَبْقَىٰ | ve sürekli imiş |
|
Qata'a قطع : قَطْعٌ ister cisimler gibi gözle görülen bir şey olsun ister aklın alanına girerek basiretle idrak edilen bir şey olsun onları aralarında aralık bırakarak ya da yarık oluşacak şekilde ayırmaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 36 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (mesafe) kat etmek, maktu', kat'i, kıta, makta, inkıta, ikta ve mukataadır . (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ ‘dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır. قَبْلَ zaman zarfı اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰذَنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru اٰذَنَ fiiline mütealliktir.
اٰمَنْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَب۪يرُكُمُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl , كَب۪يرُكُمُ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
عَلَّمَكُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
السِّحْرَ kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
عَلَّمَكُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi علم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ
فَ istînâfiyyedir. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. اُقَطِّعَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اَيْدِيَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرْجُلَكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la اَيْدِيَكُمْ ‘e matuftur.
مِنْ خِلَافٍ car mecruru الأيدي والأرجل ‘nin mahzuf haline müteallıktır. مِنْ خِلَافٍ sözündeki مِنْ harf-i ceri ibtidaiyye içindir. (Âşûr)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. اُصَلِّبَنَّكُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي جُذُوعِ car mecruru اُصَلِّبَنَّكُمْ fiiline müteallıktır. النَّخْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُقَطِّعَنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi قطع ‘dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى
وَ atıf harfidir. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. تَعْلَمُنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
تَعْلَمُنَّ fiili ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. İki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur.
اَيُّ müşterek ism-i mevsûl, تَعْلَمُنَّ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَشَدُّ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَشَدُّ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هو şeklindedir. عَذَاباً kelimesi temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبْقٰى atıf harfi وَ ‘la اَشَدُّ ‘ye matuf olup mukadder damme ile merfûdur.
اَبْقٰى - اَشَدُّ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ cümlesi, müspet mazi fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl, Firavun’un sözlerinden oluşmaktadır. Muhatapları, iman eden sihirbazlardır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اٰذَنَ لَكُمْ cümlesi, قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, kizbî haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan لَكَب۪يرُكُمُ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
كَب۪يرُكُمُ ‘un sıfatı konumundaki müfred has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Firavun Musa’nın onlara sihir öğreten üstatları olduğunu söylerken cümlesini اِنَّ ve lamla tekid etmiş, ayrıca Musa’dan (as) bahsederken ism-i mevsûl kullanmıştır. Bu, onu tahkir içindir.
فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى
Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. …لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere cümle iki unsurla tekid edilmiştir.
Aynı üsluptaki وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ ve وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى cümleleri, kasemin cevabına atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
لَتَعْلَمُنَّ fiilinin mef’ûlü konumundaki ism-i mevsûl اَيُّـ ’nun sılası olan ـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو olan mübteda mahzuftur. اَبْقٰى , haber olan اَشَدُّ ‘ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. عَذَاباً , temyizdir.
اَشَدُّ ve اَبْقٰى ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Meydânî bu ayet-i kerimede belâgatçıların وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ ifadesinde في harf-i cerinin istiare-i tebeiyye yoluyla على harfi yerine kullanıldığını ifade etmektedir. Meydânî belâgatçıların Firavun’un inanan kimselere şiddetli bir şekilde işkence edeceği için ayet-i kerimede في harf-i cerinin على ‘nın yerine kullanıldığı kanaatinde olduğunu beyan eder. Çünkü في harf-i ceri bir nesnenin bir şeyin içinde bulunduğunu ifade etmek için kullanılır. Ayette ise insanların cesetlerinin çivilerle ağaca şiddetli bir şekilde çakılı olduğunu ifade etmek için في harf-i ceri على ‘nın yerine kullanılmıştır. Ebû Muhammed Abdullah b. Muslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, Edebü’l-kâtib Meydânî, belâgatçıların bu nedenle في harf-i cerinin على ‘nın yerine kullanılmasını istiare-i tebeiyye konusunda ele aldıklarını ifade eder. (İbrahim Kara , Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Belâgat İlmine Katkıları, Âşûr)
Bilindiği gibi ف۪ي harfi, zarfiyedir. İdam işi ağacın içinde değil üzerinde olur. Dolayısıyla burada على harfi olmalıydı. Alimlere göre harf-i cerler birbirinden naib olmazlar. Bunun için kendi manasında kullanılmayan harfin niçin tercih edildiğini araştırmak gerekir. Harfler söz konusu olduğu zaman harf, harfin manası ve müteallakının düşünülmesi gerekir. على harfinin manası isti’lâdır. Bu mananın müteallakı galib gelenlerdir, yani düşmanını yenerek galip gelen ve onları hurma ağacına asma fiilini işleyen kişilerdir. ف۪ي ise zarfiyedir. Müteallakı da hurma ağacının içindekilerdir. Burada ‘‘alâ’’ mânâsının müteallakı, ف۪ي manasının müteallakına ve على ‘nın isti’lâ manası, ف۪ي ‘nin zarfiye manasına benzetilmiştir. Böylece istilânın müteallakı, zarfiyenin müteallakına benzemiş oldu. Yani; bir şeyi yenerek galip gelmek, bir şeyin içinde olmaya benzetildi. Câmi’; sübûttur (Devamlı olmak). Ağacın üzerine asılan kişiler, ağacın gövdesinin içinde olan kişilere benzetildi (Yani ağaç gövdesi, zarfa benzetildi). Böylece kapalı bir yerde asılan kişilerin gören kimse olmadığı için hiçbir kurtuluş ümidinin olmadığı ifade edilmiş oldu. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا [Hangimizin olduğunu elbette bileceksiniz] sözüyle Firavun kendisi ile Musa'yı kastetmektedir, çünkü, اٰمَنْتُمْ لَهُ demiştir. Allah'ın kitabında nerede iman lafzı lâm ile birlikte geçmişse Allah'tan başkası murad edilmiştir. Firavun böyle "hangimizin olduğunu bileceksiniz” demekle Musa'yı küçültmek ve onunla alay etmek istemiştir.
Çünkü Musa'nın azapla bir alakası yoktu. Sihirbazların îman ettiği Rabbı da denilmiştir. (kastettiği de söylenmiştir.) (Beyzâvî, Ebüssuûd )
اَيْدِيَكُمْ - اَرْجُلَكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. كُمْ zamirinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَتَعْلَمُنَّ - عَلَّمَكُمُ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَاُقَطِّعَنَّ - لَاُصَلِّبَنَّ kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.
Bazı alimlere göre اَيُّـنَٓا (hangimizin) ifadesiyle Firavun kendini ve Musa'nın Rabbini kastetmiştir. اَشَدُّ عَذَاباً [Daha şiddetli azap] demesi de kendisinin dünya azabını ve bunun şiddetini görmüş olmasındandır. Çünkü o, ahiret azabını ve şiddetini görmemişti. (Ruhu’l Beyan)
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | لَنْ | asla |
|
3 | نُؤْثِرَكَ | seni tercih edemeyiz |
|
4 | عَلَىٰ |
|
|
5 | مَا |
|
|
6 | جَاءَنَا | bize gelene |
|
7 | مِنَ |
|
|
8 | الْبَيِّنَاتِ | açık delillere |
|
9 | وَالَّذِي | ve kimseye |
|
10 | فَطَرَنَا | bizi yaratan |
|
11 | فَاقْضِ | o halde yap |
|
12 | مَا | şeyi |
|
13 | أَنْتَ | sen |
|
14 | قَاضٍ | yapacağın |
|
15 | إِنَّمَا | ancak |
|
16 | تَقْضِي | (istediğini) yapabilirsin |
|
17 | هَٰذِهِ | bu |
|
18 | الْحَيَاةَ | hayatında |
|
19 | الدُّنْيَا | dünya |
|
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli لَنْ نُؤْثِرَكَ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
نُؤْثِرَكَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl , عَلٰى harf-i ceriyle birlikte نُؤْثِرَكَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
جَٓاءَنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ الْبَيِّنَاتِ car mecruru نَا zamirinin mahzuf haline müteallıktır.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl وَ ‘la müşterek ism-i mevsûl مَا ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası فَطَرَنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
فَطَرَنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
نُؤْثِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أثر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردت عقابنا (Bizi cezalandırmak istersen) şeklindedir.
اقْضِ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْتَ قَاضٍ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَاضٍ haber olup mahzuf ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdirî îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَاضٍ kelimesi; sülâsî mücerred olan قضي fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
تَقْض۪ي mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. İsm-i işaret هٰذِهِ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْحَيٰوةَ ism-i işaretten bedel veya atfı beyan olarak mahallen mansubdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ ’in sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
الدُّنْيَا kelimesi maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan … لَنْ نُؤْثِرَكَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mekulü’l-kavl iman eden sihirbazların Firavun’a verdikleri cevaptır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, عَلٰى harfiyle birlikte نُؤْثِرَكَ fiiline müteallıktır. Sılası olan جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا cümlesinde وَ kasem وَ ‘ıdır. Mecrur mahaldeki has ismi mevsul الَّذ۪ي , mahzuf kasem fiiline müteallıktır. Cümle gayrı talebî inşaî isnadtır. Veya الَّذ۪ي ve sılası, atıf harfi وَ ile önceki mevsûl مَا ‘ya matuftur.
Ayette Allah'ın (cc) Fâtıriyyet (yoktan var etmek) unvanıyla zikredilmesi, bu hükmün gerekçesini zımnen bildirmek içindir. Zira Allah'ın, onların Yaratıcısı olması ve Firavun'un da yaratılmışlar cümlesinden bulunması, Firavun'u Allah'a tercih etmemelerini gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ
فَ rabıtadır. Bu; cümleden önce mahzuf bir şart olduğunun işaretidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan اقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.
Takdiri … إن أردت عقابنا [Bizi cezalandırmak istersen] olan mahzuf şart ve mezkür cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan اَنْتَ قَاضٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlenin müsnedi olan قَاضٍ , ism-i fail kalıbında gelmiştir. Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümle kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّمَا kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Firavun’un hüküm vermesi dünya hayatına kasredilmiştir. Ahirette o hüküm veremez. Hakiki kasrdır. (Âşûr)
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Dünya hayatının هٰذِهِ ile işaret edilmesi mütekellimin dünya hayatını küçümseme ve tahkir kastına işarettir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اقْضِ - قَاضٍ - تَقْض۪ي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّا | kuşkusuz biz |
|
2 | امَنَّا | inandık |
|
3 | بِرَبِّنَا | Rabbimize |
|
4 | لِيَغْفِرَ | bağışlaması için |
|
5 | لَنَا | bizim |
|
6 | خَطَايَانَا | günahlarımızı |
|
7 | وَمَا | ve şeyleri |
|
8 | أَكْرَهْتَنَا | bizi yapmaya zorladığın |
|
9 | عَلَيْهِ | üzerine |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | السِّحْرِ | büyüyü |
|
12 | وَاللَّهُ | Allah |
|
13 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
14 | وَأَبْقَىٰ | ve daha süreklidir |
|
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنَّا بِرَبِّنَا cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بِرَبِّنَا car mecruru اٰمَنَّا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
dur.
لِ harfi, يَغْفِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اٰمَنَّا fiiline müteallıktır.
يَغْفِرَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَنَا car mecruru يَغْفِرَ fiiline müteallıktır.
خَطَايَانَا mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye ( وَ )’den sonra, 6) Sebep fe ( فَ )’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , atıf harfi وَ’la خَطَايَانَا ‘ya matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَكْرَهْتَنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih mahallen mansubdur.
عَلَيْهِ car mecruru اَكْرَهْتَنَا fiiline müteallıktır. مِنَ السِّحْرِ car mecruru عَلَيْهِ ‘deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.
اٰمَنَّا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. خَيْرُ haber olup lafzen merfûdur.
اَبْقٰى kelimesi atıf harfi وَ ’la خَيْرٌ ‘e matuftur.
خَيْرٌ - اَبْقٰى kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri itnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim iman eden sihirbazlar, muhatap Firavun’dur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Sebep bildiren masdar ve cer harfi lâm-ı ta’lilin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte اٰمَنَّا fiiline müteallıktır.
بِرَبِّنَا izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. Mütekellimin, Allah’ın rububiyet ve rahmet sıfatına sığınma isteğine işarettir.
خَطَايَانَا ‘ya matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi, onların sözlerindeki kararlılığı belirtmektedir
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Cümle وَ ‘la mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi, sübut ve istimrar ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan Allah ismiyle marife olması, telezzüz, teberrük ve kalplerin mutmain olması içindir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاَبْقٰى , haber olan خَيْرٌ ’a matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür. Her ikisi de ism-i tafdil vezninde gelerek, mübalağa ifade etmiştir.
اللّٰهُ ve بِرَبِّنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette hem Allah hem de Rabb ismi bir arada zikredilerek, Rabbin, Allah olduğu vurgulanmıştır.
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَأْتِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
رَبَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُجْرِماً kelimesi يَأْتِ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)..(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
لَهُ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
جَهَنَّمَ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-i munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُجْرِماً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Cümle لَهُ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَمُوتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪يهَا car mecruru يَمُوتُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَحْيٰى mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim, Allah Teâlâ’dır. Bunun iman ettikten sonra sihirbazların söylediği sözlerden olduğu söylendiği gibi, yüce Allah'ın söylediği sözlerin başı olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil, şart üslubunda faide-i haber inkarî kelam olan مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ terkibi اِنَّ ’nin haberidir.
Şart cümlesi مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً , mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ ’in haberi olan يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً , meczum muzari fiil sıygasında cümle şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ , sübut ifade eden isim cümlesidir. اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mahzuf şart ve mezkür cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. اِنَّ ‘nin haberi mahzuftur. لَهُ , bu mahzuf mukaddem habere müteallıktır. جَهَنَّمَۜ , muahhar mübtedadır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’ye dahil olan هُ zamiri اِنَّ ’nin ismidir. Şan zamiri olduğu da söylenmiştir. Mercii olmayan şan zamiri sadece اِنَّ ile gelir ve kelâma zerafet kazandırır. Bilindiği gibi müennesine de kıssa zamiri denir. Bunların genel adı ise iş zamiridir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً [Kim rabbine mücrim olarak varırsa] cümlesinde Rab kelimesi yerine zamir gelebilirdi, çünkü cümlenin öncesinde Rab lafzı geçmişti. Bu ıtnâbın amacı, Rab lafzına dikkat çekmek, onu önemsetmek ve yüceltmek içindir.
Kur’an ıstılahında mücrim, kâfir demektir. (Âşûr)
مُجْرِماً kelimesi يَأْتِ ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Ayetin son cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. لَهُ ‘deki zamirden veya جَهَنَّمَ ’den hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi onların veya cehennemin bu halinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَلَا يَحْيٰى cümlesi, makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir. لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَمُوتُ - يَحْيٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لَا يَمُوتُ ف۪يهَا cümlesi ile وَلَا يَحْيٰى cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Burada kıyamet gününde cehennemi hak eden insanların suçlular şeklinde zikredilmesi kevniyet alakası ile mecâz-ı mürseldir. Çünkü suç ve günah dünya ile alakalı kavramlardır. Ahirette ancak bunların karşılığı, cezası vardır. Onların bu isimle zikredilmelerinin sebebi, bu yaptıkları yüzünden azaba uğrayacaklarının altını çizerek bu dünyada onları günahlardan vazgeçirmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَأْتِه۪ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir ه۪ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مُؤْمِناً kelimesi يَأْتِ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ cümlesi يَأْتِه۪ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. عَمِلَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlün bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen mecrurdur.
لَهُمُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الدَّرَجَاتُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
الْعُلٰى kelimesi الدَّرَجَاتُ ‘nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.
مُؤْمِناً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
Ayet, önceki ayetteki مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Cümleler arasındaki atıf sebebi tezattır. Ayrıca aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan مَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً , sübut ifade eden isim cümlesidir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَأْتِه۪ مُؤْمِناً cümlesi, مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fasılla gelen قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ cümlesi يَأْتِه۪ ‘deki failden hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır. Başında وَ bulunmayan bu hal cümlesi, zü’l-halin bu durumunun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰى , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh işaret edilenlere tazim ve teşvik için işaret ismiyle marife olmuştur.
اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ , faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الدَّرَجَاتُ muahhar mübteda, الْعُلٰى onun sıfatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh şereflendirmek ve onlara isnat edilen hükmü vurgulamak için ismi işaret olarak gelmiştir.
Yine son cümlede müsnedün ileyh olan الدَّرَجَاتُ , muahhar mübtedadır ve الْعُلٰى ile vasıflanmıştır. Tehir edilmesinin sebebi, müsnedi müsnedün ileyhe tahsis etmek ve muhatabın dikkatini çekmektir. Müsnedün ileyhin manasını açmak ve onu övmek için de sıfatla ıtnâb yapılmıştır.
Bu ayette, salih amel işleme kaydı konularak yüksek derecelere erişme hükmü daraltılmıştır. Bu kaydın konulmaması durumunda mümin ya da kâfir, amel işleyen herkesin yüksek mertebelere erişeceği gibi yanlış bir intiba ortaya çıkabilirdi. Bu intibayı ortadan kaldırmak için, ayette tekmil yoluyla ıtnâb yapılmıştır.
müsnedün ileyh, salih amel işleyen müminleri diğerlerinden ayırmak, onları şereflendirmek ve onlara isnat edilen hükmü vurgulamak için ismi işaret olarak gelmiştir.
Yine son cümlede müsnedün ileyh olan الدَّرَجَاتُ , muahhar mübtedadır ve الْعُلٰى ile vasıflanmıştır. Tehir edilmesinin sebebi müsnedi, müsnedün ileyhe tahsis etmek ve muhatabın dikkatini çekmek olabilir. Müsnedün ileyhin manasını açmak ve onu övmek için de sıfatla ıtnâb yapılmıştır.
74. ayetteki اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً (Şurası bir gerçek ki, kim günahkâr olarak Rabbine gelirse..) cümlesi ile bu ayetteki وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ (Kim de iyi davranışlarda bulunmuş bir kimse olarak Ona gelirse…) cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. Mukabele, iki veya daha çok mananın zikredilmesi, sonra da bunların karşıtının zikredilmesi demektir. (Safvetü’t Tefâsir)
مُجْرِماً - مُؤْمِناً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, جَهَنَّمَ - الدَّرَجَاتُ الْعُلٰى kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | جَنَّاتُ | cennetleri |
|
2 | عَدْنٍ | Adn |
|
3 | تَجْرِي | akan |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
6 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
7 | خَالِدِينَ | sürekli olarak kalırlar |
|
8 | فِيهَا | orada |
|
9 | وَذَٰلِكَ | ve işte budur |
|
10 | جَزَاءُ | mükafatı |
|
11 | مَنْ | kimselerin |
|
12 | تَزَكَّىٰ | arınan |
|
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
الدَّرَجَاتُ ‘den bedel olup lafzen merfûdur. عَدْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتُ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; من تحت بيوتها أو أشجارها (Ağaçlarının veya evlerinin altında) şeklindedir.
خَالِد۪ينَ hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘ye müteallıktır.
خَالِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
جَزٰٓؤُ۬ا mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَزَكّٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
تَزَكّٰى mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
تَزَكّٰى۟ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi زكو ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
جَنَّاتُ عَدْنٍ ifadesi, önceki ayetteki الدَّرَجَاتُ ‘den bedel olan bu ayet, fasılla gelmiştir. Fasl sebebi kemâl-i ittisâldir.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتُ için sıfattır. خَالِد۪ينَ ise haldir. Hal ve sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
‘Altlarından ırmaklar akar’ ibaresindeki altlarından kelimesi, sözü güzelleştirmek, ilgi çekmek amacına matuf ıtnâbdır. Çünkü ırmaklar zaten alttan akarlar.
وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ ile cezaya işaret edilerek arınmışların karşılığını önemsetmek ve hükmü vurgulamak amaçlanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, S. 190)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Muzâfun ileyh olan مَنْ müşterek ism-i mevsûlunun sılası olan تَزَكّٰى۟ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Son üç ayetin sihirbazların sözünden olma ihtimali de Allah Teâlâ'nın yeni kelamı olma ihtimali de vardır. (Beyzâvî ve Zemahşerî)
74 - 76 :
يَحْيٰى - تَزَكّٰى۟ kelimeleri arasında zorlama olmaksızın güzel seci vardır.
Mezkûr ayetlerde önce günahkârın halinin zikredilmesi, Firavun'un, "Hangimizin azabı en çetin ve en sürekli olanıdır." şeklindeki iddiasının reddi olarak, Allah'ın (cc) azabının en çetin ve en sürek olanı olduğunu acilen zikretmek içindir.
Diğer bir görüşe göre ise bu üç ayet, büyücülerin sözlerinin hikâyesinden olmayıp doğrudan doğruya Allah'ın (cc) kelamındandır. (Ebüssuûd)
Surenin genelinde olduğu gibi bu sayfada da, her ayetin sonundaki kelimeler arasında hiç zorlama olmaksızın uzun seci vardır.***
Başlangıçlara ve sonlara önem verilse de dünya hayatı, genel olarak süreçlerden ibarettir. Zira bir şeye başlamak ya da olanı sonlandırmak kolaydır. Öncesinde gerçekleşen ya da sonrasında takip eden süreçlere göre oldukça kısadırlar. Süreçler daha önemlidir çünkü başlangıçları ve bitişleri de belirleyici rol oynarlar. Bu demektir ki; sıradışı zorunluluklar haricinde, kimse aniden bir yola girmeyecektir ya da bulunduğu yoldan çıkmayacaktır.
İşte bu yüzden iç ve dış dünyamızda devam eden süreçlerin gidişatını kontrol etmek gerekir. Dünya hayatının sonu olan ölüm anında Allah’ı anmak isteyen bir kul, O’nu yaşarken de zikretmelidir. Başarmak istediği bir hedefin hayallerini kuran kişi, kendisini ona ulaştıracak süreci başlatmalıdır. Aksi takdirde, hafız olmak istediğini dile getiren ama daha Kur’an-ı Kerim’i okumayı öğrenmek için bile harekete geçmeyen bir cahil gibi olur.
Bununla şu gerçek açığa çıkar: içinde istek ya da tevbe barındırsın, bütün dualar kulun nazarında birer başlangıç ya da belki bitiş çizgisidir. Duasını ettikten sonra elinden gelen ne ise harekete geçmelidir yani Allah’ın takdirini pasif değil, aktif bir halle beklemelidir. Bunu idrak eden kişi; nefsine çekidüzen verir, başkalarını kıskanma ya da küçümseme huyundan vazgeçer ve onlara da dua eder yani kendi iyiliğini istediği kadar onların da iyiliğini ister.
Ey Allahım! Başlangıçların ve sonların sahibisin. Duaları işitensin. Süreçleri kolaylaştıransın. Bizi, her şeyi Senden isteyenlerden ve Senin rızan için elinden geleni yapanlardan eyle. Sana daha iyi bir kul olmak için başladığımız her salih ameli bize kolaylaştır ve bizden kabul buyur. Bizi, içinde ne ölünen ne de düzgün yaşanan cehennem hayatından muhafaza buyur. Bizi günahlarından arınanlardan ve cennet nimetleriyle sevinenlerden eyle.
Amin.