12 Mayıs 2025
Tâ-Hâ Sûresi 77-87 (316. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Tâ-Hâ Sûresi 77. Ayet

وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى  ...


(Firavun’un imana yanaşmaması üzerine) Mûsâ’ya, “Kullarımı (İsrailoğullarını) geceleyin (Mısır’dan) yürütüp çıkar. Yakalanmaktan korkmaksızın, endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç” diye vahyettik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَوْحَيْنَا biz vahyetmiştik و ح ي
3 إِلَىٰ
4 مُوسَىٰ Musa’ya
5 أَنْ diye
6 أَسْرِ geceleyin yürüt س ر ي
7 بِعِبَادِي kullarımı ع ب د
8 فَاضْرِبْ ve vur ض ر ب
9 لَهُمْ onlar için
10 طَرِيقًا bir yol ط ر ق
11 فِي
12 الْبَحْرِ denizde ب ح ر
13 يَبَسًا kuru ي ب س
14 لَا
15 تَخَافُ korkma خ و ف
16 دَرَكًا yetişme(sin)den د ر ك
17 وَلَا ve
18 تَخْشَىٰ endişe etme خ ش ي

وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلٰى مُوسٰٓى  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  مُوسٰٓى  elif üzere mukadder kesra ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi tefsiriyyedir. اَسْرِ  fiili, illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

بِعِبَاد۪ي  car mecruru اَسْرِ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اضْرِبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

لَهُمْ  car mecruru  اضْرِبْ  fiiline müteallıktır.  طَر۪يقاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فِي الْبَحْرِ  car mecruru  طَر۪يقاً ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır.  يَبَساً  kelimesi  طَر۪يقاً ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى

 

 

Cümle,  اضْرِبْ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

دَرَكاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لَا تَخْشٰى  atıf harfi و ’la makabline matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَخْشٰى  mukadder fetha ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Bir cümlenin öncesindeki kelamın bir cüzü olarak gelmesiyle önceki kelamdan kopuk olarak istinaf şeklinde gelişi arasındaki fark, istînaf olarak gelmesi durumunda, başka bir şeymiş gibi olması ve özel bir bir ayrıcalık taşıyarak önceki kelamdan farklılık taşımasıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, s. 271)

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Bu kelamın başında yeminin zikredilmesi, içeriğine son derece önem verildiğini göstermek içindir. (Ebüssuûd)

فِي الْبَحْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  على harfi yerine kullanılmıştır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir.  ذِكْر۪يۚ  içine girilecek bir şeye benzetilmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَسْرِ بِعِبَاد۪ي  cümlesi, masdar tevilinde, tefsiriyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üslupta gelen  فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ   cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle, tefsir cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.

بِعِبَاد۪ي  kelimesinin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, kullara şeref ve tazim ifade eder.

Burada İsrailoğulları’nın, “kullarım” unvanıyla ifade edilmeleri, onlara merhamet izhar etmek, durumlarına önem verildiğini bildirmek, onlar Allah'ın kulları oldukları halde Firavun’un kendilerini köle edindiğine ve onlara çeşitli zulümler uyguladığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Car mecrur  لَهُمْ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir. Mef’ûl olan  طَر۪يقاً ’daki tenvin tazim ifade eder.

فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً  ibaresinde mecazî isnad vardır. Aslı إضرب البحر dır. Yani ‘yola vur değil’, ‘denize vur’ olmalıydı.

Masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  يَبَساً  kelimesi  طَر۪يقاً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

 

 لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى

 

Cümle  اضْرِبْ ’deki failin halidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu halin sürekliliğine işaret eder.

Aynı üslupla gelen  وَلَا تَخْشٰى  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümledeki nefy harfi, olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.

Fillerin muzari sıygada gelmesi, hudûs ve istimrarî teceddüt ifade etmiştir.

Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

تَخَافُ - تَخْشٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  لَا nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mef’ûl olan  دَرَكاً ’in tenkiri, nev ve kıllet ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, umuma işarettir.

Korkmak manasındaki  تَخَافُ  fiilinden sonra yine aynı manadaki  تَخْشٰى  fiilinin zikredilmesinden maksat, Hz. Musa’nın korkmaması gerektiğini vurgulu olarak belirtmektir.

وَلَا تَخْشٰى cümlesi yeni söz başıdır.  أنت لا تخشى (Sen korkmazsın) demektir ya da  تَخَافُ ‘ ya atıftır. Elifi de işbâ içindir.  وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا  (Ahzab Suresi, 10) ayetinde olduğu gibi. Yahut  و  ile birlikte hal’dir, mana da boğulmaktan korkmayarak demektir. (Beyzâvî) 
Tâ-Hâ Sûresi 78. Ayet

فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ  ...


Bunun üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü de, deniz onları görülmedik bir şekilde kuşatıp yuttu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَتْبَعَهُمْ onların ardına düştü ت ب ع
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 بِجُنُودِهِ askerleriyle ج ن د
4 فَغَشِيَهُمْ örttü (boğdu) غ ش و
5 مِنَ -den
6 الْيَمِّ deniz- ي م م
7 مَا şey
8 غَشِيَهُمْ onları örten غ ش و

فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اَتْبَعَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فِرْعَوْنُ  fail olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 بِجُنُودِه۪  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَشِيَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْيَمِّ  car mecruru  غَشِيَهُمْ  fiiline müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   غَشِيَهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

غَشِيَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اَتْبَعَهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ

 

فَ  atıftır. Cümle, takdiri …ففعل موسى ما أمر به  (Musa ona emredileni yaptı) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir. Cümleler arasında meskutun anh mevcuttur.

فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin ikinci mef’ûlünun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

فَاَتْبَعَهُمْ  fiili,  إتّبعهم  manasınadır, böyle okunması da bunu destekler,  بِ ’de tadiye içindir, zait olduğu da söylenmiştir. (Beyzâvî)

بِ  harf-i cerinin zait olma ihtimaline göre mana; ‘’Firavun, ordusunu onların arkasına düşürdü’’ şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin ikinci cümlesi olan  فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ  cümlesi makabline (kendinden öncesine)  فَ  ile atfedilmiştir. Cümleler arasında hükümde ortaklık ve tenasüp vardır.

غَشِيَهُمْۜ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  غَشِيَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Car mecrur  مِنَ الْيَمِّ , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

فَغَشِيَهُمْ  fiilinde, irsâd sanatı vardır.

İşin ne kadar korkunç ve dehşetli olduğunu ifade etmek için müsnedün ileyh, ism-i mevsûlle gelebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetindeki  مَا غَشِيَهُمْۜ  ifadesi, tek başına ve bütün kısalığına rağmen pek çok anlamı bünyesinde barındırır ve özetle “Derinlikli hakikatını ancak Allah’ın bilebileceği şeyler onları kapladı.” şeklinde anlaşılabilir. Dolayısıyla îcâz-ı kısardır.

Cenab-ı Hakk'ın, “Deniz kendilerini nasıl kapladıysa işte öyle kapladı.” ifadesi “O deniz Firavun ile ordusunun üzerine çıktı ve üzerlerini örttü.” demektir. Buradaki “nasıl kapladıysa” ifadesi, bunun çok dehşetengiz bir şey olduğunu bildirmek içindir, yani “Onları, künhünü, ne olduğunu ancak Allah'ın bilebileceği bir şey kapladı.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Rivayet olunur ki  Hz. Musa, gecenin ilk saatlerinde kavmini yola çıkardı. Sayıları altı yüz yetmiş bin idi. Firavun, bunu haber alınca askerleriyle onların peşine düştü. Firavun’un önden giden ordusu yedi yüz bin kişiden oluşuyordu. Firavun, İsrailoğullarının izini takip etti ve nihayet onlara yetişti; artık iki ordu birbirini iyice görüyordu. İşte o zaman Hz. Musa, asasını denize vurdu. Deniz on iki kola ayrıldı. Her birinin suları koca bir dağ gibiydi. Hz. Musa, İsrailoğullarının on iki kolu ile bu geçitlerden sağ salim olarak geçti. Firavun da askerleriyle onların peşinden gitti. Onlar denizde açılan geçitlere tamamen girince tarifi imkânsız korkunç dalgalar, onları yakalayıverdi. (Ebüssuûd)

غَشِيَهُمْ  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Tâ-Hâ Sûresi 79. Ayet

وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى  ...


Firavun, halkını saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَضَلَّ ve saptırdı ض ل ل
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 قَوْمَهُ toplumunu ق و م
4 وَمَا ve
5 هَدَىٰ doğru yola iletmedi ه د ي

وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اَضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  فِرْعَوْنُ  fail olup gayri munsariftir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَوْمَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  هَدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

اَضَلَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet, müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَمَا هَدٰى  cümlesi  وَ ’la istînâfa matuftur. Menfî mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayetteki ıtnâb, özel lafzın genel lafza atfedilmesine örnektir. Çünkü  اَضَلَّ  lafzı irşâdı terk ile birlikte saptırmayı da kapsar ve  مَا هَدٰى  cümlesi ise sadece irşâdı terk anlamına gelir. Yapılan ıtnâbın gayesi özelin önemine işarettir. Çünkü Firavun, “Ben size ancak rüşt yolunu gösteririm.” diyerek kavmini kandırmaya çalışıyordu. Allah Teâlâ ise onunla alay etmek ve onu tahkir etmek için Firavun kavmine doğru yolu göstermedi, buyurmuştur. (Selim Güzel, Tâhâ Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili) 

Ayette telmih sanatı vardır.  مَا هَدٰى [Hidayete erdirmedi] ifadesi, yine Firavunun [Sizi doğru yoldan başkasına iletmiyorum. (Mümin Suresi, 29)] demiş olmasından ötürü, onun sözüne karşılık ve Firavunla alay etmedir.

اَضَلَّ (Saptırdı) - هَدٰى (Doğruyu gösterdi) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Firavun, kavmini öyle bir yola iletti ki o yol, her iki cihanda onu kavmiyle beraber hüsrana götürdü. Nitekim onlar, küfür üzere o korkunç dünyevî azapla öldüler ve bu azabın devamında da uhrevî sonsuz azap vardır. (Ebüssuûd)

 
Tâ-Hâ Sûresi 80. Ayet

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى  ...


(Allah, şöyle dedi:) “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size Tûr’un sağ yanını va’dettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا بَنِي oğulları ب ن ي
2 إِسْرَائِيلَ İsrail
3 قَدْ andolsun
4 أَنْجَيْنَاكُمْ biz sizi kurtardık ن ج و
5 مِنْ -dan
6 عَدُوِّكُمْ düşmanınız- ع د و
7 وَوَاعَدْنَاكُمْ ve size va’dettik و ع د
8 جَانِبَ yanında ج ن ب
9 الطُّورِ Tur’un ط و ر
10 الْأَيْمَنَ sağ ي م ن
11 وَنَزَّلْنَا ve indirdik ن ز ل
12 عَلَيْكُمُ üzerinize
13 الْمَنَّ kudret helvası م ن ن
14 وَالسَّلْوَىٰ ve bıldırcın س ل و

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى

 

يَا  nida harfidir.  بَن۪ٓي  münada olup  cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dır. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِسْرَٓائ۪لَ  muzâfun ileyh olarak  cer alameti fethadır. Gayri munsarif kelimedir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayrı munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   اَنْجَيْنَاكُمْ dur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَنْجَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ عَدُوِّكُمْ  car mecruru  اَنْجَيْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir   كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وٰعَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

جَانِبَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الطُّورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاَيْمَنَ  kelimesi  جَانِبَ nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. 

نَزَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْكُمُ  car mecruru  نَزَّلْنَا  fiiline müteallıktır.  

الْمَنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  السَّلْوٰى  atıf harfi و ’la makabline matuftur.

اَنْجَيْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نجى ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وٰعَدْنَا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  وعد ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

نُنَزِّلُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ’nın, İsrailoğullarına lütf-u kereminin sayıldığı ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ey İsrailoğulları şeklindeki hitap, denizden kurtardıktan ve Firavun’u helak ettikten sonra Yahudileredir. “Onlara dedik” manasınadır ya da Peygamber (sav)  zamanındakilere, atalarının yaptıklarından dolayı hitaptır. (Beyzâvî)

Ayetin başında “Dedik ki” şeklinde bir ifade takdir edilir; Kur’an’da “söyle” ifadelerinin hazf edilmiş olduğu pek çok yer vardır. (Keşşâf)

Nidanın cevabı olan  قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ  [Allah’ın onları düşmanlardan kurtardığını belirttiği] cümle,  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber, talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

اَنْجَيَ  fiili ifal babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ  cümlesi nidanın cevabına  atfedilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İkinci mef’ûl olan  جَانِبَ الطُّورِ  ifadesinde, takdiri  إتيان  (gelmek) olan muzâf, mahzuftur.

Aynı üslupta gelerek nidanın cevabına atfedilen  وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى  cümlesinde car mecrur  عَلَيْكُمُ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  السَّلْوٰى , önceki mef’ûl  الْمَنَّ ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

Ayette fiiller mazi fiil sıygasında gelerek kesinlik, azamet zamirine isnad edilerek de tazim ifade etmiştir.

İsrailoğullarına Allah Teâlâ’nın lütfu, düşmanlardan kurtarma,  الْمَنَّ  ve  السَّلْوٰى  verilmesi olarak sayılmıştır. Bu üslup taksim sanatıdır.

İsrailoğullarına hitaben söylenen  وٰعَدْنَاكُمْ  fiilinde, mecazî isnad vardır. Çünkü onlar adına ahitleşen Hz. Musa’dır. 

جَانِبَ - الْاَيْمَنَ  ve  الْمَنَّ - السَّلْوٰى  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Allah Teâlâ, Hz. Musa’nın kavmine, çeşitli nimetler inam ettiği için onlara bu nimeti hatırlattı. Şüphe yok ki zararı gidermenin menfaat temininden daha önce ve daha önemli olması gerekir. Ve yine şüphe yok ki dini menfaatlere ulaştırmak, nimet olma bakımından, dünyevi nimetlere ulaştırmaktan daha büyüktür. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, “Sizi düşmanlarınızdan kurtardık.” sözüyle başlamıştır ki bu, zararın izale edilmesine işarettir. Çünkü Firavun onlara, öldürme, hor hakir kılma, yurtlarından çıkarma ve onları ağır işlerde çalıştırma gibi, zulüm nevinden pek çok şey reva görüyor ve yapıyordu. Cenab-ı Hak ikinci sırada menfaati zikretmiştir ki bu da “Tur'un sağ yanında sizinle sözleştik.” ifadesidir. Bunun bir menfaat ve fayda olma sebebi şudur: “Cenab-ı Hak onlara o zaman içinde dinlerinin beyanı ve şeriatlerinin izah ve şerhi bulunan bir kitap indirmiştir. Cenab-ı Hak üçüncü olarak, dünyevi menfaati zikretmiştir ki bu da: “Ve sizin üstünüze kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Sizi rızıklandırdığımız şeylerin en temizlerinden yiyin.” ifadesidir. Cenab-ı Hak onları daha sonra “Bu hususta haddi aşmayın. Sonra üzerinize gazabım vâcip olur.” sözüyle asi olmaktan men etmiş. Sonra da “Şüphesiz ki Ben... edenleri çok bağışlayacağım.” ifadesiyle isyan edip sonra da tövbe eden kimsenin tövbesinin, Allah katında makbul olduğunu beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Tâ-Hâ Sûresi 81. Ayet

كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى  ...


“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyin. Bu konuda aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım da kimin üzerine inerse, o muhakkak helâk olmuş demektir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كُلُوا yeyin ا ك ل
2 مِنْ -nden
3 طَيِّبَاتِ temizleri- ط ي ب
4 مَا şeylerin
5 رَزَقْنَاكُمْ sizi rızıklandırdığımız ر ز ق
6 وَلَا ama
7 تَطْغَوْا taşkınlık etmeyin ط غ ي
8 فِيهِ bu hususta
9 فَيَحِلَّ sonra iner ح ل ل
10 عَلَيْكُمْ üzerinize
11 غَضَبِي gazabım غ ض ب
12 وَمَنْ ve kimin
13 يَحْلِلْ inerse ح ل ل
14 عَلَيْهِ üstüne
15 غَضَبِي gazabım غ ض ب
16 فَقَدْ andolsun o
17 هَوَىٰ düşmüş(mahvolmuş)tur ه و ي

كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ 

 

Fiil cümlesidir.  كُلُوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ طَيِّبَاتِ  car mecruru  كُلُوا  fiiline müteallıktır. طَيِّبَاتِ  kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri,  قال ’dir. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقْنَاكُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

رَزَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَطْغَوْا  fiili,  ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir.  Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪يهِ  car mecruru  لَا تَطْغَوْا  fiiline müteallıktır.

فَ , sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, makablindeki nehiyden anlaşılan masdar manasına matuf olup mahallen merfûdur. Takdiri,  لا يكن منكم طغيان في الرزق فحلول غضب من الله (Rızık konusunda haddi aşmayın yoksa üzerinize Allah’ın gazabı iner.) şeklindedir. 

يَحِلَّ  mansub muzari fiildir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  يَحِلَّ  fiiline mütealliktir. 

غَضَب۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ی  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي  şart cümlesi olup mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَحْلِلْ  meczum muzari fiildir.  عَلَيْهِ car mecruru  يَحْلِلْ e müteallıktır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  هَوٰى  fiili, mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ 

 

Beyani istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetteki ‘yiyin ifadesi’, vücub ifade eden bir emir değil, [“... ihramdan çıktığınız zaman avlanınız.”] (Maide Suresi, 2) ayetinde olduğu gibi mübahlık ifade eden bir emirdir. (Fahreddin er-Râzî) 

Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا nın sılası olan  رَزَقْنَاكُمْ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil mazi fiil sıygasında gelerek kesinlik, azamet zamirine isnad edilerek de tazim ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)  

وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ  cümlesi, …كُلُوا  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ  ibaresinde, tebeî istiare vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet karinesiyle bol nimet içinde azgınlık yapan kişiye verilen çok nimet, nimet verilen kişiyi kuşatan kaba benzetilmiştir. Bu; meknî istiaredir. (Âşûr)

Fâ-i sebebiyyenin gizli  أنْ le masdar yaptığı  فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪ي  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle, makablindeki nehiyden anlaşılan masdar manasına matuftur. 

غَضَب۪ي ’ın Allah Teâlâ’ya ait zamire izafesi korkutmak ve tehdit maksatlıdır. 

Onda taşkınlık etmeyin yani size verdiğim rızıkta, şükrünü ihlal ederek ve Allah’ın hududunu aşarak mesela israf ve şımarıklık etmek, hak sahibine vermemek gibi taşkınlık etmeyin demektir. (Beyzâvî)

Bu kelam, mezkûr yiyeceklerin kendileri için mübah olduklarını beyan etmek ve Allah'ın onlara olan nimetini, tamamlamak için zikredilmiştir. Tayyib olanları, lezzetli olanları yahut helal olanları, demektir. Ayetlerde önce denizden kurtarma nimetinin, sonra dinî nimetin, sonra da dünyevî nimetin zikredilmesinde ne kadar güzel bir nazım ve pek hoş bir tertip olduğu gayet açıktır. (Ebüssuûd)


 وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  مَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

من  şart edatıdır. Bu istînaf cümlesinde mübteda olarak merfû mahaldedir. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِ  car mecruru fail olan  غَضَب۪ي ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ هَوٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil ayet, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber talebî kelamdır.

غَضَب۪ي  ibaresinin tekrarı, Allah’ın gazabından korkutup çekindirmek gayesiyle yapılmış ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda ayrıca reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayetteki  فَقَدْ هَوٰى [uçuruma yuvarlanmıştır] ifadesi “şaki oldu” demektir. Bunun uçuruma yuvarlandı manasına tefsir edilmesi de söz konusudur. Nitekim Arapçada, bir şey yüksekten aşağı doğru düştüğünde, böyle denir. (Fahreddin er-Râzî)

فَقَدْ هَوٰى  [helak oldu] cümlesinde istiare vardır. Yüksekten aşağıya düşmek anlamına gelen  هَوٰى  kelimesi, yok olma ve helak olma manasında müsteâr olarak kullanılmıştır. (Safvetü’t Tefasir)

يَحِلَّ -  يَحْلِلْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Size verdiğimiz rızkın şükrünü ihlal etmek, size tayin edilen sınırı aşıp israf etmek ve şımarıklık göstermek ve müstahakların hakkını engellemek suretiyle taşkınlık etmeyin! Bunu yaparsanız, benim azabım sizi bulur. Ve kim ki hışmıma uğrarsa o gerçekten helak olmuştur. Yahut cehenneme yuvarlanmıştır. (Ebüssuûd)

 
Tâ-Hâ Sûresi 82. Ayet

وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى  ...


“Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنِّي ve ben
2 لَغَفَّارٌ çok bağışlayıcıyımdır غ ف ر
3 لِمَنْ kimseye karşı
4 تَابَ tevbe eden ت و ب
5 وَامَنَ ve inanan ا م ن
6 وَعَمِلَ ve iş yapan ع م ل
7 صَالِحًا yararlı ص ل ح
8 ثُمَّ sonra da
9 اهْتَدَىٰ yola gelen ه د ي

وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ى  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. غَفَّارٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  غَفَّارٌ a müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَابَ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

تَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup  takdiri هو dir.

اٰمَنَ  atıf harfi و la makabline matuftur.  اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup  takdiri هو dir.

عَمِلَ  atıf harfi و la makabline matuftur.  عَمِلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Veya mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, عمل عملًا صالحًا  şeklindedir. 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ  : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اهْتَدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

اهْتَدٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

صَالِحاً  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَفَّارٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى

 

وَ  istînâfiyyedir.  وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ  şeklindeki ayetin ilk cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

غَفَّارٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

“Kulun üç (menfi) ismi vardır: zalim, zalûm ve zallâm. Zalim, “O (insanlardan), kendisine zalim olanlar vardır.” (Fatır Suresi, 32) ayetinde; zalûm, “O (insan) zalûm ve çok cahildir.” (Ahzab Suresi, 72) ayetinde geçer. Bu manada zulüm insandan çokça sadır olursa ona “zallâm” denilir. Allah'ın, bu isimlerin her birine mukabil bir ismi vardır: Buna göre Cenab-ı Hak sanki kula: “Eğer zalim olursan, Ben gâfirim; eğer zalûm olursan Ben gafurum, eğer zallâm olursan, Ben gaffarım” demek istemiştir. İşte bundan ötürü, “(Bununla beraber) şüphesiz ki tevbe ve iman edenlere... gaffarım, çok bağışlayıcıyım.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , başındaki harf-i cerle birlikte, غَفَّارٌ ’a mütealliktir. Sılası olan  تَابَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَاٰمَنَ   ve  وَعَمِلَ صَالِحاً  cümleleri, sıla cümlesi olan  تَابَ ’ye matuftur. Her iki cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayetin son cümlesi olan  ثُمَّ اهْتَدٰى , aynı üslupta gelerek  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir.

صَالِحاً  kelimesi mef’ûlu mutlaktan naibdir. Çünkü masdarın sıfatıdır. Aslı; عمل عملًا صالحًا şeklindedir. Bu kelimenin mef’ûl olduğu da söylenmiştir.

Allah Teâlâ’nın hitap ettiği İsrailoğulları arasında masum olduğunu bildiğimiz peygamber de bulunduğu halde mağfiret dilemelerinin istenmesi, peygamberin günah işlemesi söz konusu olmadığından, onun şahsında diğer insanlara emirdir.

Müfessirlerin bazıları “Kişinin önce küfürden tövbe etmesi, sonra ikinci olarak iman etmesi gerekir.” demektedir. Bu görüşlerine de bu ayeti delil getirerek; “Çünkü Allah Teâlâ bu ayette tövbeyi imandan önce zikretmiştir.” demişlerdir. Alimlerimiz, amel-i salihin imandan başka bir şey olduğuna bu ayetle istidlal ederek “Çünkü Cenab-ı Hak salih ameli imana atfetmiştir. Matuf ise matufun aleyhden başkadır.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ  [Ben günahları çok bağışlayıcıyım] cümlesinde mübalağa sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)

تَابَ - اٰمَنَ - صَالِحاً - اهْتَدٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tâ-Hâ Sûresi 83. Ayet

وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى  ...


(Mûsâ, Tûr’a varınca): “Seni, acele ile kavminden uzaklaştıran nedir, ey Mûsâ?” (dedik.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا nedir?
2 أَعْجَلَكَ seni aceleyle sevk eden ع ج ل
3 عَنْ -den (ayrılmaya)
4 قَوْمِكَ kavmin- ق و م
5 يَا مُوسَىٰ Musa

A‘râf sûresinde belirtildiği üzere Hz. Mûsâ kırk gece sürecek bir buluşma için Allah Teâlâ’nın huzuruna çağırılmış, Mûsâ bu amaçla kavminden ayrılırken kardeşi Hârûn’u vekil olarak bırakmış ve ona şöyle demişti: “Kavmimin içinde benim yerime geç; onları ıslah et; bozguncuların yoluna uyma” (7/142).

Bu süre içinde Sâmirî isimli bir kuyumcu, altından bir buzağı yaparak İsrâiloğulları’nın ona tapmalarını sağlamış, Hz. Hârûn bunu önlemeye çalışmakla beraber başarılı olamamıştı. Kavminin Sâmirî tarafından saptırıldığını vahiy yoluyla öğrenen Hz. Mûsâ son derece kızgın ve üzgün bir biçimde geri dönüp ağabeyi Hârûn’a çıkışmıştı, çünkü onun görevini yerine getirmede kusurlu olduğunu düşünüyordu. Oysa Hârûn bu sapkın hareketi engelleme çabalarında ısrarcı davrandığı takdirde kardeşi Mûsâ tarafından kavmi içinde bozgunculuğa yol açmakla itham edilebileceğinden endişe ediyordu. Bu durumu ona açıklayınca Mûsâ’nın öfkesi yatıştı (bu konuda ayrıca bk. A‘râf 7/148). 84. âyetin “onlar da benim izimdeler” şeklinde tercüme edilen kısmı genellikle “onlar ardımdan geliyorlar ve yakınımdalar” anlamıyla açıklanmıştır (bk. Taberî, XVI, 195-196; Râzî, XXII, 98-99). Bazı müfessirler bu ifadede, Hz. Mûsâ’nın seçkin bir grupla

Allah’ın huzuruna çağırılmış ve kendisinin onları beklemeksizin ilâhî huzura koşmuş olduğuna delâlet bulunduğunu belirtirler (Râzî, XXII, 99; Şevkânî, III, 427). Fakat burada Hz. Mûsâ onların kendilerine bildirilen hak din ve tevhid inancı üzere olduklarına işaret etmek istemiş olmalıdır. Zira 85. âyette onların tâbi tutuldukları sınavda başarılı olamadıkları ve hak yoldan saptıkları, dolayısıyla, durumun Mûsâ’nın düşündüğü gibi olmadığı bildirilmiştir. Bugünkü Tevrat metninde buzağı heykelinin yapımıyla ilgili olarak verilen bilgi şöyledir: “Ve dağdan inmek için Mûsâ’nın geciktiğini kavmi görünce, kavmi Hârûn’un yanında toplandı, ve ona dediler: Kalk, bizim için ilâh yap, önümüzden gitsinler; çünkü Mûsâ’ya, bizi Mısır’dan çıkaran bu adama, ne oldu bilmiyoruz. Ve Hârûn onlara dedi: Karılarınızın, oğullarınızın ve kızlarınızın kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkarın, ve onları bana getirin. Ve bütün kavmi kendi kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkardılar ve onları Hârûn’a getirdiler. Ve onu ellerinden aldı, ve oymacı aletiyle ona biçim verdi ve onu dökme bir buzağı yaptı... Ve Rab kavmi vurdu, çünkü Hârûn’un yaptığı buzağıyı yaptılar” (Çıkış, 32/1-4,35). Bu konu, Brill tarafından uzun bir süredir hazırlıkları sürdürülen ve “bir Batı dilinde Kur’an hakkında yayımlanan ilk çok ciltli ve kapsamlı müracaat eseri” olarak tanıtılan Kur’an ansiklopedisinin örnek fasikülünde “Altın Buzağı” başlığı altında özel olarak incelenmekte, fakat Çıkış bölümünde (32/2-3) bu buzağının “altın yüzüklerden” yapıldığı bilgisinin verildiği ileri sürülmektedir. Oysa yazarın belirttiği üzere orijinal metindeki tamlama “nizmey ha zahab” şeklindedir ki bu “altın küpeler” anlamına gelmektedir (bk. Geral R. Hawting, “Calf of Gold”, Encyclopedia of the Qur’an, Volume A-D [Preview], s. 16). Put yapıp toplumun ona tapmasını sağlamanın bir peygamber için asla düşünülemeyeceği ortada olmakla beraber, bugünkü Tevrat metninde bu iddianın yer tutabilmiş olması bu kutsal metnin tahrife uğramış olduğunun açık kanıtlarındandır.

85, 87 ve 95. âyetlerde, buzağı heykelini yapan kişinin adı belirtilerek bu iddianın bir iftira olduğu ayrıca ortaya konmuş olmaktadır. 87. âyette işaret edilen kavmin Mısırlılar olması muhtemeldir. Kitâb-ı Mukaddes’te de Mısır’dan çıkış tasvir edilirken şu ifadelere yer verilmiştir: “Ve İsrâiloğulları Mûsâ’nın sözüne göre yaptılar; ve Mısırlılar’dan gümüş şeyler ve altın şeyler ve esvap istediler; ve Rab Mısırlılar’ın gözünde kavme lutuf verdi ve istediklerini verdiler. Ve Mısırlılar’ı soydular” (Çıkış, 12/35-36). Tevrat’ın buradaki açıklaması ile Kur’an’ın bu konudaki ifadesi arasında bir paralellik görünmekle birlikte, yukarıda aktarılan anlatım, heykel yapımında kullanılan malzemeye ilişkin bilgi açısından da eleştiriye açık görünmektedir. Zira Kur’an İsrâiloğulları’nın o kavmin ziynet eşyalarından yüklendiklerini, Tevrat da onların Mısırlılar’dan (“soydular” ifadesine bakılırsa muhtemelen ödünç adı altında fakat iade etmemek niyetiyle) gümüş ve altın şeyler istediklerini belirtmektedir. Yukarıda nakledilen buzağı yapımı tasvirinde ise sadece kulaklardaki altın küpelerin kırılıp ortaya konmasından söz edilmektedir. 88. âyetin sonundaki “fakat o unuttu” anlamındaki cümlede unutulanın ne olduğu konusunda farklı açıklamalar yapılmıştır. Bir görüşe göre burada Sâmirî’nin Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği dini bir tarafa bıraktığından ve gerçek Tanrı’yı unuttuğundan söz edilmektedir. Taberî’nin de kuvvetli bulduğu yoruma göre ise bu, Sâmirî’nin Hz. Mûsâ hakkındaki sözüdür. Sâmirî bu ifadesiyle Hz. Mûsâ’nın Tûr’da aramaya gittiği asıl tanrının işte bu buzağı olduğunu ama Mûsâ’nın bunu dikkatten kaçırdığını iddia ederek toplumu ikna etmeye çalışmıştır (Taberî, XVI, 200-201; Zemahşerî, II, 444). Bu yorum esas alındığında söz konusu ifadede Hz. Mûsâ’nın Firavun’un sarayında tam bir Mısırlı olarak yetiştiğine dair bir ima bulunduğu söylenebilir (Esed, II, 637).95-104. 85, 87 ve 95. âyetlerde Sâmirî diye sözü edilen şahsın kökeniyle ilgili olarak klasik tefsir kitaplarında değişik bilgilere yer verilmiştir; kimi rivayetlere göre o İsrâil kökenlidir, hatta Hz. Mûsâ’nın dayısının oğludur, kimilerine göre komşusu bir Kıptî olup kendisiyle birlikte Mısır’dan çıkanlar arasında yer almıştır, kimilerine göre aslen Kirmanlıdır (bk. İbn Atıyye, IV, 57-58; Zemahşerî, II, 443-444; Râzî, XXII, 101; bunlar hakkında değerlendirme için bk. Derveze, III, 84-85; Esed, II, 635).

 

96. âyette geçen ve “elçi” diye tercüme ettiğimiz resul kelimesi müfessirler tarafından genellikle Cebrâil olarak anlaşılmış ve âyetin diğer kısımlarına da buna göre mâna verilmiştir. Bu açıklamaların özeti, Sâmirî denen şahsın Cebrâil’i gördüğü ve onun bineğinin ayak bastığı yerden bir miktar toprak alıp attığı şeklindedir. Bu yoruma göre “Onların görmediklerini gördüm” cümlesinin anlamı, Sâmirî’nin Cebrâil’i gördüğünü ileri sürmüş olmasıdır. Râgıb el-İsfahânî’nin açıklamalarına göre ise basura fiilinin Arap dilinde kalbî (zihnî) bir idrak anlamıyla birlikte olmaksızın sırf görme organının algılamasını belirtmek için kullanımı nâdirdir. Bu fiil daha çok “bir şeyin künhüne vâkıf olmayı, bilinçli bilgiyi” ifade eder (el-Müfredât, “bsr” md.).

Râzî, İsfahânî’nin bu izahından yola çıkarak Cebrâil merkezli yorumları eleştirir ve burada “elçi” kelimesi ile Hz. Mûsâ’nın kastedilmiş olduğu yorumunu yapar. Râzî’nin yorumuna göre Sâmirî’nin âyette aktarılan sözünün anlamı şudur: “Ben onların göremediklerini gördüm yani sizin izlediğiniz yolun doğru olmadığını anladım ve ey elçi senin dininden ve sünnetinden bir kısmını çıkarıp attım” (XXII, 111).

M. Esed, Râzî’nin bu yorumunu esas alan açıklamalarında önce Sâmirî’nin, müteâl ve görünmeyen Tanrı ya da Allah fikrine karşı çıktığına ve halkın ‘görünen, elle dokunulabilen somut’ bir tanrıya inanması gerektiğini düşündüğüne dikkat çekmekte, “Elçinin izinden bir avuç avuçladım ve onu attım” ifadesini de “Resulün öğretisinden bir tutam (yani onun bir kısmını) aldım ve onu (öğretinin muhtevasından) çıkarıp attım” şeklinde izah etmektedir. Kur’an’da yer alan bu kıssanın teması ile ilgili olarak Esed’in daha sonra ortaya koyduğu şu açıklama da dikkat çekicidir: “Kanaatimizce, Sâmirî’nin Hz. Mûsâ’nın öğretisinden bir kısmını reddetmesi, onun putperestliğe ve Allah’tan başka nesnelere ya da varlıklara tanrısal nitelikler yakıştırmaya ilişkin bilinç altı eğilimlerini açığa vurmaktadır: Tanrısal varlığın yahut en azından onun ‘tecellisi’ olarak tasarlanabilen şeyin somut bir imajını ortaya koyarak (koymaya kalkışmak) kavranamaz, tasarlanamaz olanı insanın sınırlı algı ve duyu alanına yaklaştırmayı amaçlayan boş ve aldatıcı bir hayalcilikten ibarettir, bu yoldaki bütün çabalar insanın Allah’a ilişkin kavrayışını aydınlatacağına daha da bulanık bir hale soktuğundan, bu yönde atılan her adım en başta kendi amacını baltalamakta ve böylece çıkmaz bir yola sokulmuş olan dindar eğilimli kişinin mânevî potansiyeli büsbütün ziyan edilmektedir: Kur’an’daki veriliş tarzı itibariyle, altın buzağı kıssasıyla anlatılmak istenen gerçek de, şüphesiz budur” (II, 638).

Hz. Mûsâ, Sâmirî’yi yanından uzaklaştırırken İsrâiloğulları’nın onunla aynı ortamı paylaşmalarını yasaklamış, böylece Sâmirî’ye toplumdan tecrit (bir çeşit aforoz) edilme şeklinde çok ağır bir ceza verilmişti. 97. âyette bu hususa işaret edildiği anlaşılmaktadır (Taberî, XVI, 206). Bunun yanı sıra, Allah tarafından Sâmirî’nin insanlardan uzak durmaya mecbur eden veya zürriyet sahibi olmasını engelleyen fiziksel bir hastalık verilerek cezalandırıldığı yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXII,112). 

Kuran Yolu Tefsiri

وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى

 

 Cümle  mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Takdiri, قلنا له (ona dedik) şeklindedir.

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَعْجَلَكَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اَعْجَلَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  مُوسٰى  münadadır. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى

 

Ayet, takdiri  قلنا له (ona dedik) olan mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi  مَٓا  müsnedün ileyh,  اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ  cümlesi müsneddir. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayetin sonundaki itiraziyye olan  يَا مُوسٰى  cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

Burada, mezkûr vadeleşme gereğince Hz. Musa’nın, Allah ile münacaatta bulunma yerine geldiğinde, Allah ile kendisi arasında cereyan edenler hikâye edilmektedir. Hz. Musa'nın temsilcilerden önce gelmesinin sebebini sormakta ve onlardan ayrı olarak tek başına gelmesinin hoş karşılanmadığını bildirmektedir. (Ebüssuûd)

‘’Ey Musa, seni kavminden acele ettiren nedir?’’ cümlesiyle Allah Teâlâ acelenin sebebini sormakta ve zımnen hoşnutsuzluk ifade etmektedir; çünkü o, bizzat bir eksikliktir. Bir de onda kavmini ihmal etme ve onlara karşı büyüklenme vardır. Bunun içindir ki Hz. Musa iki duruma da cevap vermiş ve reddi (hoşnutsuzluğu) öne almıştır. Çünkü o daha önemlidir. (Beyzâvî)

Bazı müfessirler Hz. Musa’nın kavminden seçkin bir toplulukla birlikte Tur Dağı’na çağrıldığını, fakat Musa’nın (as) bir an önce Allah’ın huzuruna çıkma iştiyakıyla kavmini beklemeksizin belirlenen yere geldiğini ve bu yüzden itab edildiğini söylemektedir. Râzî bu gayeyi ifade etmeden önce ayetteki istifhamın inkâr gayesi taşıyabileceğini de söylemektedir. Fakat bir sonraki ayette Hz. Musa’nın, “Onlar, işte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın diye acele ederek Sana geldim.” diyerek mazeret beyan etmesi kınama ihtimalini güçlendirmektedir.

 
Tâ-Hâ Sûresi 84. Ayet

قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى  ...


Mûsâ, şöyle dedi: “Onlar, işte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın diye, acele ederek sana geldim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 هُمْ onlar
3 أُولَاءِ işte
4 عَلَىٰ üzerindeler
5 أَثَرِي benim izim ا ث ر
6 وَعَجِلْتُ ve ben acele ettim ع ج ل
7 إِلَيْكَ sana
8 رَبِّ Rabbim ر ب ب
9 لِتَرْضَىٰ razı olman için ر ض و

قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l kavli  هُمْ اُو۬لَٓاءِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اُو۬لَٓاءِ  ism-i işaret mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

عَلٰٓى اَثَر۪ي  car mecruru mahzuf ikinci habere müteallıktır. Takdiri;  آتون  şeklindedir.

وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ  cümle  قد  takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir.  عَجِلْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl  zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْكَ  car mecruru  عَجِلْتُ  fiiline müteallıktır. 

رَبِّ  cümlesi itiraziyyedir.  رَبِّ  münada olarak mansubdur. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

لِ  harfi,  تَرْضٰى  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  عَجِلْتُ  fiiline müteallıktır.  

تَرْضٰى  fiili, elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى

 

Beyani istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Hz. Musa’nın cevabını bildiren ayet müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan cümle  هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي  şeklinde mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi olup sübut ve istimrar ifade etmektedir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin ismi işaret olması, Musa (as)’ın onları önemsediğini ortaya koymak içindir.

Müsned, muhatabın dikkatini çekmek için ismi işaret olarak zikredilebilir.

قد  takdiriyle hal konumundaki  وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.

Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Nida üslubunda gelen  رَبِّ , itiraziyye cümlesidir. Hz. Musa’nın Rabbiyle olan muhabbetine işaret etmek kastıyla gelen ıtnâbdır.

Bu kelamda “Ey Rabbim!” denilmesi, özrünün kabul edilmesi amacıyla ziyadesiyle yalvarma ve yakarış bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Nida üslubunda talebi inşai isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin, münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتَرْضٰى  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  عَجِلْتُ  fiiline müteallıktır. 

Hz. Musa dedi ki; onlar da benimle beraberdir; ben ancak birkaç adım (kısa bir mesafe) onların önündeyim. Bunun, beraberliğimize, birlikteliğimize halel getirmeyeceğini sanmıştım; çünkü bu kadarı, yol arkadaşları arasında da hiç önemsenmez. Hz. Musa bu kadar az bir mesafe onların önünde bulunmasının olumsuz bir kasıt taşımadığını zikrettikten sonra bunun, ilâhî rızayı kazanmak için olduğunu belirtmektedir. (Ebüssuûd)

 
Tâ-Hâ Sûresi 85. Ayet

قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ  ...


Allah, “Şüphesiz, biz senden sonra halkını sınadık; Sâmirî onları saptırdı” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 فَإِنَّا ama biz
3 قَدْ muhakkak
4 فَتَنَّا sınadık ف ت ن
5 قَوْمَكَ kavmini ق و م
6 مِنْ
7 بَعْدِكَ senden sonra ب ع د
8 وَأَضَلَّهُمُ ve onları saptırdı ض ل ل
9 السَّامِرِيُّ Samiri س م ر

Semera سمر : سُمْرَة siyah ve beyazın karışımından oluşan renklerden biridir. سَمَرٌ ise gece karanlığıdır. Yine gece yapılan konuşmaya da سَمَرٌ denir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri müsamere, esmer ve Semra'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli  فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ ’dır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نا  müekellim zamiri  اِنَّ nin  ismi olarak mahallen merfûdur.

قَدْ فَتَنَّا  fiili,  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. فَتَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

قَوْمَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamiri  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ بَعْدِكَ  car mecruru  قَوْمَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  

وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَضَلَّهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  السَّامِرِيُّ  fail olup lafzen merfûdur. 

اَضَلَّهُمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ

 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

قَالَ  fiilinin mekulül kavli olan  فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi, tahkik harfi  قَدْ  ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla unsurla tekid edilen bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ nin haberi olan  قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ  cümlesi,  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade etmektedir.

Fitne kelimesi bazan imtihan etmek, ayırdetmek manasına gelir. Nitekim Arapçada, cevherini posasından, iyisini kötüsünden ayırmak için altını ateşte erittiğinde  فَتَنت  dersin. İşte bu “Allah onlara çetin mükellefiyetler yüklemiştir.” manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)

Atıfla gelen ikinci cümle  وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavle matuf olan cümlenin atıf sebebi cümleler arasındaki lafzen ve manen mevcut olan ittifaktır. Müsned ve müsnedün ileyhleri farklı olan bu iki cümle, وَ ’la atfedilerek îrabda birleştirilmiştir.

Rivayet olunur ki onlar, Hz. Musa'nın gitmesinden itibaren yirmi gece onun vasiyetine bağlı kaldılar. Ancak onlar, bu gecelere günlerini ilave ederek süreyi kırk gün olarak kabul ettiler ve: “Biz sayıyı tamamladık, fakat hala Musa yok, ondan bir haber de yok.” dediler. Ve Sâmirî, onları yoldan çıkardı; zira fitneyi düzenleyen o idi. Nitekim Sâmirî, onlara demişti ki: “Musa'nın size verdiği süreden gecikmesinin yegâne sebebi şudur: Sizin yanınızda Mısırlıların ziynet eşyaları bulunmaktadır ve bunlar size haramdır.” dedi ve buzağı süreci böyle başladı. Şu halde Hz. Musa, Allah'ın huzuruna geldiğinde Allah'ın bunu kendisine haber vermesi, onun ilminde ve iradesinde tahakkuk etmesi itibarıyla olabilir. Yahut beklenen bir şeyin, olmuş gibi haber verilmesi kabilinden olabilir. Yahut Sâmirî, Hz. Musa gittikten sonra bu fitneyi gerçekleştirmeye azimli bulunuyordu ve onun hazırlıklarını yapmaya da girişmişti. Böylece fitne haber verildiğinde zaten gerçekleşmişti. (Ebüssuûd)

 
Tâ-Hâ Sûresi 86. Ayet

فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي  ...


Bunun üzerine Mûsâ, öfke dolu ve üzgün bir hâlde halkına döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz, size güzel bir vaadde bulunmadı mı? (Ayrılışımdan sonra) çok zaman mı geçti, yoksa üzerinize Rabbinizden bir gazap inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze uymadınız (ve buzağıya taptınız)?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَرَجَعَ bunun üzerine döndü ر ج ع
2 مُوسَىٰ Musa
3 إِلَىٰ
4 قَوْمِهِ kavmine ق و م
5 غَضْبَانَ çok kızgın bir halde غ ض ب
6 أَسِفًا üzüntülü ا س ف
7 قَالَ dedi ق و ل
8 يَا قَوْمِ Kavmim ق و م
9 أَلَمْ
10 يَعِدْكُمْ size va’detmemiş miydi? و ع د
11 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
12 وَعْدًا bir va’adle و ع د
13 حَسَنًا güzel ح س ن
14 أَفَطَالَ uzun mu geldi? ط و ل
15 عَلَيْكُمُ size
16 الْعَهْدُ süre ع ه د
17 أَمْ yoksa
18 أَرَدْتُمْ mi istediniz? ر و د
19 أَنْ diye
20 يَحِلَّ insin ح ل ل
21 عَلَيْكُمْ üstünüze
22 غَضَبٌ bir gazabın غ ض ب
23 مِنْ -den
24 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
25 فَأَخْلَفْتُمْ bu yüzden caydınız خ ل ف
26 مَوْعِدِي bana verdiğiniz sözden و ع د

فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  رَجَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

مُوسٰٓى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُوسٰى  kelimesi maksûr isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلٰى قَوْمِه۪  car mecruru  رَجَعَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir   ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰى  harf-i ceri mecruruna yönelme, intiha, tahsis, musahabe, zaman zarfı, mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada yönelme manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَضْبَانَ  kelimesi hal olup sonunda elif ve fethalı nun  انَ  bulunan özel isimlerden olup gayri munsariftir. اَسِفاً  ikinci hal olup lafzen fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır.  قَوْمِ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. Nidanın cevabı  اَلَمْ يَعِدْكُمْ ’dur.

Hemze, istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَعِدْكُمْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

رَبُّكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَعْداً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَسَناً  kelimesi  وَعْداً ‘in sıfat olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي

 

Hemze istifham harfidir.  ف  atıf harfidir.  طَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. 

عَلَيْكُمُ  car mecruru  طَالَ  fiiline müteallıktır.  الْعَهْدُ  fail olup lafzen merfûdur.

اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar.

Not: Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 

1. Muttasıl  اَمْ  

2. Munkatı  اَمْ

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرَدْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اَرَدْتُمْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerimde çok nadir de olsa bazen cümlede  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i cerini ve  اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını  (لَا)  görebiliriz. لِئَلَّا  şeklinde yazılır. Bazen ise bu  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının  (لَا)  hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَحِلَّ  mansub muzari fiildir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  يَحِلَّ  fiiline müteallıktır. غَضَبٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  غَضَبٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخْلَفْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مَوْعِد۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. 

اَخْلَفْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ 

 

فَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

‘Hz. Musa, kırk günü tamamlayıp Tevrat'ı aldıktan sonra kavmine döndü’ demektir. Yoksa ‘o fitne kendisine haber verilmesinin hemen akabinde döndü’, demek değildir. (Ebüssuûd)

غَضْبَانَ  ve  اَسِفاًۙ  Musa’dan (as) haldir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de nekre gelerek nev ve kesret ifade etmiştir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اَسِفاًۚ , aşırı öfkelenme manasındadır. Böyle olması halinde, ayette bir tekrardan bahsedilemez. Çünkü  غَضْبَانَ  kelimesi gazabın aslını,  اَسِفاًۚ  kelimesi ise onun doruk noktasını teşkil eder. (Fahreddin er-Râzî)

 

 قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ 

 

Beyani istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı  اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبُّكُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla kavim şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla onlara destek olduğunun işaretidir.

Mef’ûlü mutlak olan  وَعْداً , fiili tekid etmiştir.

حَسَناً  kelimesi  وَعْداً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  

Hz. Musa’nın, bu ayette kavmine yönelttiği sorulara, onlardan bir cevap almak amacı yoktur.  يَا قَوْمِ  ibaresinde muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri  يَ , hafiflik için hazf edilmiştir. Kelimenin sonundaki esre mütekellim zamirinden ivazdır.

Bu ayette bahsedilen  وَعْداً حَسَناًۜ  [güzel vaat], yaptıkları taatlere mukabil, mükâfat verileceğine dair olan sadık ve doğru vaattir. (Fahreddin er-Râzî)


اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي

 

اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ  cümlesiف  atıf harfiyle nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

أم  atıf harfiyle bu cümleye atfedilen sonraki cümle  اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ  cümlesi, masdar teviliyle  اَرَدْتُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiille ifade edilmesinin amacı, gazabı göz önünde canlandırmak ve Allah’ın gazabının tekrarlanabileceğine işaret etmektir. 

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي  cümlesi, …اَرَدْتُمْ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Bu cümledeki  مَوْعِد۪ي  ibaresinde sebep alakasıyla mecazi isnad vardır. Musa as’nın randevusundan değil kendi verdikleri sözden dönmüşlerdir.

يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ  cümlesiyle  فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَعِدْكُمْ - وَعْداً - مَوْعِد۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

إلهكم  yerine  رَبُّكُمْ  şeklindeki izafetle hitab etmesi ve bunun ayette tekrarlaması kavmine Rabbinin merhametini vurgular. Bu takrarda ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَخْلَفْتُمْ - مَوْعِد۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

“Altı yüz bine yakın sayıdaki mükellef bir kitlenin, hak dinden aynı anda bozukluğu ve batıl olduğu zorunlu olarak açık bir biçimde bilinen buzağıya tapmaya rücû etmeleri nasıl düşünülebilir? Sonra bu topluluk, o kimseleri bırakıp küfrü izhar ettiklerinde, Hz.  Musa’nın sadece kendilerine dönmesi sebebiyle, nasıl olur da aynı anda o batıl dinden tekrar o dine geri dönebilirler?” denilirse biz deriz ki: Bu, aptal insanlar için düşünülmesi imkânsız olmayan bir şeydir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Tâ-Hâ Sûresi 87. Ayet

قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ  ...


Şöyle dediler: “Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymış değiliz. Fakat biz Mısır halkının mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte onları ateşe attık. Sâmirî de aynı şekilde attı.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 مَا
3 أَخْلَفْنَا çıkmadık خ ل ف
4 مَوْعِدَكَ senin sözünden و ع د
5 بِمَلْكِنَا kendi malımızla م ل ك
6 وَلَٰكِنَّا fakat
7 حُمِّلْنَا bize yükletilmişti ح م ل
8 أَوْزَارًا yükler (günahlar) و ز ر
9 مِنْ -ndan
10 زِينَةِ süs(eşyas)ı- ز ي ن
11 الْقَوْمِ o milletin ق و م
12 فَقَذَفْنَاهَا onları attık ق ذ ف
13 فَكَذَٰلِكَ aynı şekilde
14 أَلْقَى attı ل ق ي
15 السَّامِرِيُّ Samiri de س م ر

قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  مَٓا اَخْلَفْنَا ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

مَا  nefî harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَخْلَفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مَوْعِدَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِمَلْكِنَا  car mecruru  اَخْلَفْنَا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَا  mütekellim zamiri  لٰكِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

حُمِّلْـنَٓا  fiil cümlesi  لٰكِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. حُمِّلْـنَٓا  sükun üzere mebni,  meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  naib-i faili olarak mahallen merfûdur.

اَوْزَاراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْ ز۪ينَةِ  car mecruru  اَوْزَاراً ’ın mahzuf haline müteallıktır.

الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخْلَفْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

حُمِّلْـنَٓا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  حمل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


 فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَذَفْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare amili  اَلْقَى  olan mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harftir.  ك  hitap zamiridir.

اَلْقَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  السَّامِرِيُّ  fail olup lafzen merfûdur. 

اَلْقَى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  لقى ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

قَالُوا  fiilinin mekulül-kavli olan  مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا  cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Önceki ayetteki  فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي  cümlesiyle,  مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Onlar da: Biz kendi isteğimizle vaadinden caymadık sözüyle bunu kendi irademizle yapmadık, çünkü eğer serbest olsa idik ve Sâmirî de bizi ayartmasa idi, sana ettiğimiz vaatten caymazdık demek istemişlerdir. (Beyzâvî)

حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ  cümlesi  وَ la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin ismi  نَٓا, haberi  حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ  cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لكن, istidrâk (yanlış bir zannı gidermek) ilişkisi kurar. Sözde veya yazıda akla gelebilecek ferʻî anlamları uzaklaştırmaya yarar. Bu edat, kendinden önceki cümleden çıkabilecek bir vehmi ve yanlış anlamayı kaldırmak için kullanılır ve anlam bakımından birbirinden ayrı iki söz arasına girer. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

اَوْزَاراً  (Ağırlık) servetten kinayedir.

Ganimet almak onlara haram kılınmıştı. Binaenaleyh onların ganimeti koruması, kendilerine bir fayda temin etmeyecekti. Dolayısıyla o ağırlıklar yük olarak kabul edilmiştir.

Dediler ki eğer biz kendi hakinize bırakılmış olsaydık ve Sâmirî’nin aldatması olmasaydı ve bazı şartlar da onun lehinde olmasaydı biz sana olan vaadimizden caymazdık. Fakat biz, Mısır'dan ayrılmaya karar verince düğünde takınmak bahanesiyle ödünç olarak Kiptîlerden aldığımız ziynet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiştik.

Diğer bir rivayete göre ise israiloğulları, kendi bayram günlerinde takmak için Kiptîlerden ziynet eşyasını ödünç olarak almışlardı; sonra Mısır'dan ayrılırken durumlarına vâkıf olurlar korkusuyla sahiplerine iade etmemişlerdi.

Başka bir görüşe göre ise bu ziynet eşyaları, firavun kavminin denizde boğulmasından sonra sahile vurup da İsrailoğullarının aldıkları ziynet eşyaları idi. Buna göre ayette bunların “ اَوْزَار (ağırlıklar)” olarak ifade edilmeleri, bunların vebal ve günah olmasından dolayıdır. Zira o zaman ganimetler helal değildi. Onların vebalinden kurtulmak umuduyla onları ateşe atmıştık; Sâmirî de yanında bulunanları ateşe atmıştı. Sâmirî de kendileri gibi yanında bulunan ziynet eşyasını ateşe atıyormuş gibi göstermişti. İşte bundan dolayı onlar o söylediklerini söylemişlerdi. Fakat aslında Sâmirî, resulün bastığı yerden aldığı toprağı ateşe atmıştı. Nitekim ileride gelecektir. (Ebüssuûd)

Ganimet almak onlara haram kılınmıştı. Binaenaleyh, onların ganimeti koruması, kendilerine bir fayda temin etmeyecekti. Dolayısıyla o, ağırlıklar, yük olarak kabul edilmiştir.

اَوْزَاراً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.  اَوْزَاراً  kelimesi  ز۪ينَةِ ’in çok olması sebebiyle gelmiştir. 

Buradaki  اَوْزَاراً  kelimesiyle ‘günahkâr’ manası kastedilmiştir. Bize günahlar yüklendi; günahlar yüklendik... denilmek istenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

فَقَذَفْنَاهَا  cümlesi,  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.


 فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ

 

Ayetin son cümlesine dahil olan  فَ  istînâfiyyedir. كَذٰلِكَ , amili  اَلْقَى  fiili olan mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Ayette fiiller mazi sıygada gelmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَقَذَفْنَا - اَلْقَى  ve  حُمِّلْـنَٓا - اَوْزَاراً  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı  sanatı,  اَلْقَى - حُمِّلْـنَٓا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Günün Mesajı
Her ne kadar oryantalistler, Samarya (Samiriye) adlı şehrin MÖ. 925'te İsrail krallığının başşehri olarak kurulduğundan hareketle'Kur'ân'a ve Peygamberimize dil uzatmaya kalksalar da, bizzat Kitab-ı Mukaddes, Samiriye'nin #Kral Omri tarafından Şemer adlı birisinden alınmış bir tepe olduğunu ve şehrin bu tepe üzerine kurulduğunu kaydeder. Samiri buradan biri olabileceği gibi Hz İbrahim zamanında Irak'ta yaşayan Sümerlerden olup daha sonra Mısır'a göçmüş biri de olabilir. Bilindiği gibi Hz İbrahim'den iki nesil sonra Hz Yusuf zamanında Mısır'da hükmeden Hiksoslar Suriye'den göç etmişti.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Kimden kaldığını bilmediğim ama okumaktan keyif aldığım anı defterinden rastgele bir sayfa açtım:


Dedem derdi ki; Kur’an-ı Kerim’i çok oku ve okurken de yaşa. Duygulardan duygulara, düşüncelerden düşüncelere olan bir yolculuğa çık. Oradan da dualar diyarına dal.


Gecenin karanlığında, yakalanma korkusuyla, zalim ellerden kaçan hz. Musa’yı ve İsrailoğulları’nı ve kurtuluştan sonraki hallerini hatırla:


Ey dertlerin dermanını, hastalıkların şifasını yaratan Allahım! Hapsolunan hallerden kurtuluş için çıkış kapılarını yaratansın. Açılan kapılardan rahmetini estirensin. Gecenin karanlığına çareyi, toprağın derinliklerine şifayı gizleyen Sensin. Dermanın nerede olduğunu bilensin. Dilediğine bildiren de, bulduran da Sensin. Sıkıntılarımın çaresini bulanlardan, ihtiyacım olan maddi manevi şifalarla karşılaşanlardan ve açılan rahmet kapılarından geçenlerden eyle beni. 


Ey her kulunu nimetleriyle donatan Allahım! Bizi; sahip oldukları için hamd edenlerden, elindekilerin kıymetini bilenlerden ve aşırıya kaçmaktan sakınanlardan eyle. Affetmeyi sevensin, benliğime tövbeyi sevdir. Halimi, tövbesini kabul ettiklerinin haline benzet; gönlü imanla dolulardan, bedeni salih amellerle meşgullerden ve ayakları yolunda sağlam basıp sebatla ilerleyenlerden eyle beni. Gazabından merhametine, uçurumdan yuvarlananların haline benzemekten korumana sığınırım.


Ey nefislerde gizlenen her tehlikeyi bilen Allahım! Nefsimi kötülüklerden arındır ve dünyaya meyil eden taraflarını terbiye etmemde yardımcım ol. Nefsimi kendi haline, beni de nefsimle baş başa bırakma. Beni; kul olarak verdiği sözleri tutanlardan, yalnızken ya da biriyle beraberken, daima Senin rızanı gözetenlerden eyle. Kullarını esirgeyen Sensin. Kendimi; attığım her adımda ve aldığım her kararda Sana emanet ediyorum. Nefsimin şaşırtmalarından ve dünyayı hoş gösteren hallerinden Sana sığınıyorum. Şüphesiz ki, Sen koruyucuların en hayırlısısın. 


Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji