وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
وَ istînâfiyyedir. هَلْ istifham harfidir. اَتٰيكَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir ك mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
حَد۪يثُ fail olup lafzen merfûdur. مُوسٰىۢ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
وَ istînâfiyyedir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp muhatabın dikkat kesilmesini sağlamak amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müsnedün ileyh olan حَد۪يثُ مُوسٰىۢ , tazim kastıyla izafet formunda gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir.
اَتٰي fiilinin حَد۪يثُ ’ya isnadı mecaz-ı aklîdir. Haber bir şahıs yerine konularak önemi vurgulanmıştır.
Bu ayette, anlatılacaklara kulak vermeye teşvik ve tahrik vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
Zuhaylî’nin ifadesiyle buradaki istifham, istifhâm-ı takrîrî olup örnek alınması maksadıyla kıssayı dinlemeye teşvik için ve rağbet ettirmek içindir. İstifham ile başlanılması haberin (kalpte) iyice sabitleşmesini sağlamak ve muhatabın ruhunu etkilemesi içindir. Bu, Arap dilinde söz söylemede etkili bir üsluptur.
Râzî’ye göre, Allah Teâlâ surenin başında Kur’an’ı Kerim’in durumunun yüceliğine, Hz. Peygamber’in kendisine yüklenilen sorumluluk karşısındaki halinin büyüklüğüne dikkat çekti. Bunun ardından tebliğ hususunda Hz. Peygamber’in kalbini kuvvetlendirmek için diğer peygamberlerin durumlarını anlattı. Bunu da Hz. Peygamber’in kalbini yatıştırmak ve başına gelen zorluklara sabretmesini sağlamak için Musa (as)’ın hayatından başlayarak yaptı. Çünkü gerçekten o, çok büyük sıkıntılara ve fitnelere maruz kalmıştı. Dolayısıyla ifade cevabı muhatabın kalbine iyice yerleştirmek ve onu dinlemeye sevk etmek maksadıyla beliğ bir şekilde istifham üslubuyla gelmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Efendimiz (sav)'in peygamberliğine giriş yaptıktan sonra arkasından Musa kıssası gelmiştir ki, peygamberliğin yüklerini taşımada, risaleti tebliğde ve zorluklara dayanmada ona uysun. Çünkü bu sure ilk inenlerdendir.
(Beyzâvî)
Bu kelam, zikredilen hadiste de konu edilen tevhit hususunu izah etmekte ve bunun, peygamberler arasında da süregelen bir gelenek olduğunu beyan etmektedir. Nitekim ["Şüphe yok ki, Ben, evet Ben, Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur."] ayetinde Hz Musa'ya hitap edilirken de tevhit işlenmiş ve Hazret-i Musa, sözlerini de bununla tamamlamıştır.
Nitekim şöyle demiştir: ["Sizin ilâhınız, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan yalnız Allah'tır."]
Bazılarına göre, Hz Musa’nın hayatının Peygamberimize anlatılması, onun peygamberliğin ağır yükünü taşıması ve elçilik hükümlerinin tebliğinde karşılaştığı zorluklara sabretmesi ile teselli bulmak içindir. Ancak surenin başında, Peygamberimizin, aşırı derecede ağır meşakkatlere girmesinin men edilmesi, bu manaya müsait değildir. (Ebüssuûd)