Tâ-Hâ Sûresi 8. Ayet

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى  ...

Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler O’nundur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah (ki)
2 لَا yoktur
3 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
4 إِلَّا başka
5 هُوَ O’ndan
6 لَهُ O’nundur
7 الْأَسْمَاءُ isimler س م و
8 الْحُسْنَىٰ en güzel ح س ن
 
Bütün evren rahmân olan Allah’ın hükümranlığı altında olduğuna göre, varlıklar âlemi O’nun merhametiyle kuşatılmış demektir, her varlık fark etse de etmese de O’nun rahmetinden payına düşeni almaktadır (“arş” ve “istivâ” kelimelerinin açıklaması için bk. A‘râf 7/54). Göklerde, yeryüzünde ve ikisi arasında bulunan her şeyin Allah’a ait olduğu birçok âyette ifade edilmiştir. Kur’an’ın sadece bu âyetinde, belirtilenlerin yanı sıra toprağın altındakilerin de O’na ait olduğu bildirilmiştir. Müfessirler genellikle bu ifadeyi yerin yedi kat altındakiler şeklinde açıklamışlardır; bu yaklaşıma göre insan için genellikle merak konusu olan bir alana işaret edilmiş olur. Âyette varlık ve olayların insan tarafından yakından gözlemlenebilen bir kesitine özel bir vurgu yapılmış olduğu düşüncesinden hareketle, bu ifade “toprağın hemen altındakiler” şeklinde de yorumlanabilir. Her hâlükârda, bu unsura özel olarak yer verilmesiyle, hiçbir şeyin Cenâb-ı Hakk’ın mutlak egemenliği dışında düşünülemeyeceğine dikkat çekildiği açıktır.
 
 Belirtilen mutlak egemenliğin en açık göstergesi, Allah’ın kâinattaki her varlık ve olayın bilgisine sahip olması ve hiçbir şeyin O’na gizli kalmamasıdır. İlâhî bilginin bütün inceliklere ve ayrıntılara nüfuz derecesini iyi kavramamız için, sadece saklananlara değinilmekle yetinilmeyip daha gizli olanlara ayrıca temas edilmiştir. 7. âyetteki “gizli” diye çevirdiğimiz sır ve “gizlinin gizlisi” diye çevirdiğimiz ahfâ kelimeleri değişik biçimlerde yorumlanmıştır. Bazı müfessirlere göre “sırdan daha gizli olan”ın anlamı “kişinin içinden geçirip dış dünyaya yansıtmadıkları”dır. Taberî bu konudaki görüşleri verdikten sonra kendi tercih ettiği yorumu şöyle belirtir: “Sırdan daha gizli olan, Allah’ın kullarından sakladığı, var olması imkân dahilinde bulunmakla birlikte henüz varlıklar alanına çıkmamış olanlar içinden kulların bilmedikleridir; zira bunları ancak Allah ve sonra da O’nun kendilerine bildirdiği kullar bilebilir” (XVI, 139-141 ). M. Esed ise âyetin bu kısmını, “O sadece insanın dile getirilmeyen bilinçli düşüncelerini değil, bilinç altında olup bitenleri de bilmektedir” şeklinde açıklar (II, 624).
 
 Tasavvufçular insanın mânevî varlığını derinliğe doğru “kalp, sır, ruh, hafî, ahfâ” şeklinde sıralarken (bk. H. Kâmil Yılmaz, s. 460), bu kelimelerin geçtiği âyetlere dayanmışlardır. Buna göre Allah, kâinatın özü olan insanın en derin ve en gizli boyutlarını da bilmektedir.
 
 8. âyette geçen ve “en güzel isimler” diye çevirdiğimiz esmâ-i hüsnâ, “Allah Teâlâ’nın en güzel ve en mükemmel anlamlara ve niteliklerine delâlet eden isimleri” anlamına gelir (bilgi için bk. A‘râf 7/180).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 625-626
 

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَٓا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  

اِلَّا  istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri;  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.


 لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى

 

İsim cümlesidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

الْاَسْمَٓاءُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْحُسْنٰى  kelimesi  الْاَسْمَٓاءُ ‘nın sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

الْاَسْمَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى  takdim kasrı vardır. Bu isimlerin başkalarında değil sadece Allah’da olduğunu ifade eder. (Âşûr)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Bütün esma-i hüsna ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâl telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için müsnedün ileyh olarak gelmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اَللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Mübteda olan lafza-i celâlin haberi, cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. 

هُوَۜ , cinsini nefyeden  لَٓا  ve isminin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr هُوَ  ile لَاۤ ’nın ismi olan  إِلَـٰهَ  kelimesi arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf hakiki kasrdır.

اَللّٰهُ - اِلٰهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Âşur’a göre lafzaî celâl, mahzuf mübtedanın haberidir.  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ  ve arkadan gelen cümle, lafza-i celâlden haldir. 

 

  لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى

 

Lafza-i celâlin ikinci haberi olan cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Bu takdim bu isimlerin sadece O’nun hakkı olması sebebiyle önemi dolayısıyla kasr ifade eder. Mevsuf olan  لَهُ  maksûrun aleyh, sıfat olan  الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى  maksûr olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani sıfat denilen bu vasıf, mevsuftan başkasında bulunmamaktadır. Hakiki kasrdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْحُسْنٰىۚ  ile sıfatlanan  الْاَسْمَٓاءُ , muahhar mübtedadır.  الْحُسْنٰىۚ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayette iki farklı yol izlenerek kasr yapılmıştır. Bunlardan ilki, nefy ve istisna harfleriyle, ikincisi ise takdim yoluyla oluşmuştur. Uluhiyet vasfının Allah'a tahsis edilmesi ve en güzel isimlerin sadece ona ait olması gerçeğe uygundur. Bu vasıflarla başka hiçbir varlık nitelenemeyeceği için bu kasırlar hakiki kasr grubuna girer. Sıfat mevsufa kasredilmiştir. İkisi de kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

Bu kelam, zikredilen Hâlık, Rahmân, Mâlik, Alîm olma kelimelerinin, Allah'ın isimleri ve sıfatları olduklarını, O'nun zatında ise teaddüt (birden fazla çokluk) olmadığını beyan etmektedir. Nitekim rivayet olunur ki, müşrikler, Peygamberimizin (sav) "Ya Allah, Ya Rahman!" dediğini duyduklarında, dediler ki: "Muhammed bizi iki ilâha tapmaktan men' ediyor; kendisi ise başka bir ilâha da tapıyor." (Ebüssuûd)