وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | andolsun |
|
2 | قَالَ | demişti |
|
3 | لَهُمْ | kendilerine |
|
4 | هَارُونُ | Harun |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلُ | önceden |
|
7 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
8 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
9 | فُتِنْتُمْ | siz sınandınız |
|
10 | بِهِ | bununla |
|
11 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
12 | رَبَّكُمُ | Rabbiniz |
|
13 | الرَّحْمَٰنُ | çok esirgeyendir |
|
14 | فَاتَّبِعُونِي | bana tâbi olun |
|
15 | وَأَطِيعُوا | ve ita’at edin |
|
16 | أَمْرِي | buyruğuma |
|
A‘râf sûresinde belirtildiği üzere Hz. Mûsâ kırk gece sürecek bir buluşma için Allah Teâlâ’nın huzuruna çağırılmış, Mûsâ bu amaçla kavminden ayrılırken kardeşi Hârûn’u vekil olarak bırakmış ve ona şöyle demişti: “Kavmimin içinde benim yerime geç; onları ıslah et; bozguncuların yoluna uyma” (7/142).
Bu süre içinde Sâmirî isimli bir kuyumcu, altından bir buzağı yaparak İsrâiloğulları’nın ona tapmalarını sağlamış, Hz. Hârûn bunu önlemeye çalışmakla beraber başarılı olamamıştı. Kavminin Sâmirî tarafından saptırıldığını vahiy yoluyla öğrenen Hz. Mûsâ son derece kızgın ve üzgün bir biçimde geri dönüp ağabeyi Hârûn’a çıkışmıştı, çünkü onun görevini yerine getirmede kusurlu olduğunu düşünüyordu. Oysa Hârûn bu sapkın hareketi engelleme çabalarında ısrarcı davrandığı takdirde kardeşi Mûsâ tarafından kavmi içinde bozgunculuğa yol açmakla itham edilebileceğinden endişe ediyordu. Bu durumu ona açıklayınca Mûsâ’nın öfkesi yatıştı (bu konuda ayrıca bk. A‘râf 7/148). 84. âyetin “onlar da benim izimdeler” şeklinde tercüme edilen kısmı genellikle “onlar ardımdan geliyorlar ve yakınımdalar” anlamıyla açıklanmıştır (bk. Taberî, XVI, 195-196; Râzî, XXII, 98-99). Bazı müfessirler bu ifadede, Hz. Mûsâ’nın seçkin bir grupla
Allah’ın huzuruna çağırılmış ve kendisinin onları beklemeksizin ilâhî huzura koşmuş olduğuna delâlet bulunduğunu belirtirler (Râzî, XXII, 99; Şevkânî, III, 427). Fakat burada Hz. Mûsâ onların kendilerine bildirilen hak din ve tevhid inancı üzere olduklarına işaret etmek istemiş olmalıdır. Zira 85. âyette onların tâbi tutuldukları sınavda başarılı olamadıkları ve hak yoldan saptıkları, dolayısıyla, durumun Mûsâ’nın düşündüğü gibi olmadığı bildirilmiştir. Bugünkü Tevrat metninde buzağı heykelinin yapımıyla ilgili olarak verilen bilgi şöyledir: “Ve dağdan inmek için Mûsâ’nın geciktiğini kavmi görünce, kavmi Hârûn’un yanında toplandı, ve ona dediler: Kalk, bizim için ilâh yap, önümüzden gitsinler; çünkü Mûsâ’ya, bizi Mısır’dan çıkaran bu adama, ne oldu bilmiyoruz. Ve Hârûn onlara dedi: Karılarınızın, oğullarınızın ve kızlarınızın kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkarın, ve onları bana getirin. Ve bütün kavmi kendi kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkardılar ve onları Hârûn’a getirdiler. Ve onu ellerinden aldı, ve oymacı aletiyle ona biçim verdi ve onu dökme bir buzağı yaptı... Ve Rab kavmi vurdu, çünkü Hârûn’un yaptığı buzağıyı yaptılar” (Çıkış, 32/1-4,35). Bu konu, Brill tarafından uzun bir süredir hazırlıkları sürdürülen ve “bir Batı dilinde Kur’an hakkında yayımlanan ilk çok ciltli ve kapsamlı müracaat eseri” olarak tanıtılan Kur’an ansiklopedisinin örnek fasikülünde “Altın Buzağı” başlığı altında özel olarak incelenmekte, fakat Çıkış bölümünde (32/2-3) bu buzağının “altın yüzüklerden” yapıldığı bilgisinin verildiği ileri sürülmektedir. Oysa yazarın belirttiği üzere orijinal metindeki tamlama “nizmey ha zahab” şeklindedir ki bu “altın küpeler” anlamına gelmektedir (bk. Geral R. Hawting, “Calf of Gold”, Encyclopedia of the Qur’an, Volume A-D [Preview], s. 16). Put yapıp toplumun ona tapmasını sağlamanın bir peygamber için asla düşünülemeyeceği ortada olmakla beraber, bugünkü Tevrat metninde bu iddianın yer tutabilmiş olması bu kutsal metnin tahrife uğramış olduğunun açık kanıtlarındandır.
85, 87 ve 95. âyetlerde, buzağı heykelini yapan kişinin adı belirtilerek bu iddianın bir iftira olduğu ayrıca ortaya konmuş olmaktadır. 87. âyette işaret edilen kavmin Mısırlılar olması muhtemeldir. Kitâb-ı Mukaddes’te de Mısır’dan çıkış tasvir edilirken şu ifadelere yer verilmiştir: “Ve İsrâiloğulları Mûsâ’nın sözüne göre yaptılar; ve Mısırlılar’dan gümüş şeyler ve altın şeyler ve esvap istediler; ve Rab Mısırlılar’ın gözünde kavme lutuf verdi ve istediklerini verdiler. Ve Mısırlılar’ı soydular” (Çıkış, 12/35-36). Tevrat’ın buradaki açıklaması ile Kur’an’ın bu konudaki ifadesi arasında bir paralellik görünmekle birlikte, yukarıda aktarılan anlatım, heykel yapımında kullanılan malzemeye ilişkin bilgi açısından da eleştiriye açık görünmektedir. Zira Kur’an İsrâiloğulları’nın o kavmin ziynet eşyalarından yüklendiklerini, Tevrat da onların Mısırlılar’dan (“soydular” ifadesine bakılırsa muhtemelen ödünç adı altında fakat iade etmemek niyetiyle) gümüş ve altın şeyler istediklerini belirtmektedir. Yukarıda nakledilen buzağı yapımı tasvirinde ise sadece kulaklardaki altın küpelerin kırılıp ortaya konmasından söz edilmektedir. 88. âyetin sonundaki “fakat o unuttu” anlamındaki cümlede unutulanın ne olduğu konusunda farklı açıklamalar yapılmıştır. Bir görüşe göre burada Sâmirî’nin Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği dini bir tarafa bıraktığından ve gerçek Tanrı’yı unuttuğundan söz edilmektedir. Taberî’nin de kuvvetli bulduğu yoruma göre ise bu, Sâmirî’nin Hz. Mûsâ hakkındaki sözüdür. Sâmirî bu ifadesiyle Hz. Mûsâ’nın Tûr’da aramaya gittiği asıl tanrının işte bu buzağı olduğunu ama Mûsâ’nın bunu dikkatten kaçırdığını iddia ederek toplumu ikna etmeye çalışmıştır (Taberî, XVI, 200-201; Zemahşerî, II, 444). Bu yorum esas alındığında söz konusu ifadede Hz. Mûsâ’nın Firavun’un sarayında tam bir Mısırlı olarak yetiştiğine dair bir ima bulunduğu söylenebilir (Esed, II, 637).95-104. 85, 87 ve 95. âyetlerde Sâmirî diye sözü edilen şahsın kökeniyle ilgili olarak klasik tefsir kitaplarında değişik bilgilere yer verilmiştir; kimi rivayetlere göre o İsrâil kökenlidir, hatta Hz. Mûsâ’nın dayısının oğludur, kimilerine göre komşusu bir Kıptî olup kendisiyle birlikte Mısır’dan çıkanlar arasında yer almıştır, kimilerine göre aslen Kirmanlıdır (bk. İbn Atıyye, IV, 57-58; Zemahşerî, II, 443-444; Râzî, XXII, 101; bunlar hakkında değerlendirme için bk. Derveze, III, 84-85; Esed, II, 635).
96. âyette geçen ve “elçi” diye tercüme ettiğimiz resul kelimesi müfessirler tarafından genellikle Cebrâil olarak anlaşılmış ve âyetin diğer kısımlarına da buna göre mâna verilmiştir. Bu açıklamaların özeti, Sâmirî denen şahsın Cebrâil’i gördüğü ve onun bineğinin ayak bastığı yerden bir miktar toprak alıp attığı şeklindedir. Bu yoruma göre “Onların görmediklerini gördüm” cümlesinin anlamı, Sâmirî’nin Cebrâil’i gördüğünü ileri sürmüş olmasıdır. Râgıb el-İsfahânî’nin açıklamalarına göre ise basura fiilinin Arap dilinde kalbî (zihnî) bir idrak anlamıyla birlikte olmaksızın sırf görme organının algılamasını belirtmek için kullanımı nâdirdir. Bu fiil daha çok “bir şeyin künhüne vâkıf olmayı, bilinçli bilgiyi” ifade eder (el-Müfredât, “bsr” md.).
Râzî, İsfahânî’nin bu izahından yola çıkarak Cebrâil merkezli yorumları eleştirir ve burada “elçi” kelimesi ile Hz. Mûsâ’nın kastedilmiş olduğu yorumunu yapar. Râzî’nin yorumuna göre Sâmirî’nin âyette aktarılan sözünün anlamı şudur: “Ben onların göremediklerini gördüm yani sizin izlediğiniz yolun doğru olmadığını anladım ve ey elçi senin dininden ve sünnetinden bir kısmını çıkarıp attım” (XXII, 111).
M. Esed, Râzî’nin bu yorumunu esas alan açıklamalarında önce Sâmirî’nin, müteâl ve görünmeyen Tanrı ya da Allah fikrine karşı çıktığına ve halkın ‘görünen, elle dokunulabilen somut’ bir tanrıya inanması gerektiğini düşündüğüne dikkat çekmekte, “Elçinin izinden bir avuç avuçladım ve onu attım” ifadesini de “Resulün öğretisinden bir tutam (yani onun bir kısmını) aldım ve onu (öğretinin muhtevasından) çıkarıp attım” şeklinde izah etmektedir. Kur’an’da yer alan bu kıssanın teması ile ilgili olarak Esed’in daha sonra ortaya koyduğu şu açıklama da dikkat çekicidir: “Kanaatimizce, Sâmirî’nin Hz. Mûsâ’nın öğretisinden bir kısmını reddetmesi, onun putperestliğe ve Allah’tan başka nesnelere ya da varlıklara tanrısal nitelikler yakıştırmaya ilişkin bilinç altı eğilimlerini açığa vurmaktadır: Tanrısal varlığın yahut en azından onun ‘tecellisi’ olarak tasarlanabilen şeyin somut bir imajını ortaya koyarak (koymaya kalkışmak) kavranamaz, tasarlanamaz olanı insanın sınırlı algı ve duyu alanına yaklaştırmayı amaçlayan boş ve aldatıcı bir hayalcilikten ibarettir, bu yoldaki bütün çabalar insanın Allah’a ilişkin kavrayışını aydınlatacağına daha da bulanık bir hale soktuğundan, bu yönde atılan her adım en başta kendi amacını baltalamakta ve böylece çıkmaz bir yola sokulmuş olan dindar eğilimli kişinin mânevî potansiyeli büsbütün ziyan edilmektedir: Kur’an’daki veriliş tarzı itibariyle, altın buzağı kıssasıyla anlatılmak istenen gerçek de, şüphesiz budur” (II, 638).
Hz. Mûsâ, Sâmirî’yi yanından uzaklaştırırken İsrâiloğulları’nın onunla aynı ortamı paylaşmalarını yasaklamış, böylece Sâmirî’ye toplumdan tecrit (bir çeşit aforoz) edilme şeklinde çok ağır bir ceza verilmişti. 97. âyette bu hususa işaret edildiği anlaşılmaktadır (Taberî, XVI, 206). Bunun yanı sıra, Allah tarafından Sâmirî’nin insanlardan uzak durmaya mecbur eden veya zürriyet sahibi olmasını engelleyen fiziksel bir hastalık verilerek cezalandırıldığı yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXII,112).
Kuran Yolu Tefsiri
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır.
هٰرُونُ fail olup lafzen merfûdur. هٰرُونُ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ قَبْلُ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. قَوْمِ münadadır. قَوْمِ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. Mütekellim zamiri ي mahzuftur.
اِنَّمَا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
فُتِنْتُمْ nidanın cevabı olup sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru فُتِنْتُمْ fiiline müteallıktır.
اِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
رَبَّكُمُ kelimesi اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الرَّحْمٰنُ kelimesi اِنّ ’nin haber olup lafzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن صدّقتموني فاتّبعوني (Beni tasdik ediyorsanız bana tabi olun.) şeklindedir.
اتَّبِعُون۪ي damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَط۪يعُٓوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَمْر۪ي mef’ûlun bih olup mukadder fetha üzere mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّبِعُون۪ي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَط۪يعُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ
وَ istînafiyedir. قَدْ ise tahkik harfidir. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâzı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ cümlesi, kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede car mecrur, önemine binaen müsnedün ileyh olan هٰرُونُ ’ya takdim edilmiştir.
Bundan önce onların akli hükme karşı kibir gösterdikleri beyan edildikten sonra bu yemin cümlesi de onların, peygamberlerine karşı azgınlık ve isyan gösterdiklerini beyan ederek makablindeki inkâr ve takbihi tekid etmektedir. (Ebüssuûd)
مِنْ قَبْلُ ibaresindeki قَبْلُ kelimesi lafzen merfû, mahallen mecrurdur. قَبْلُ ’daki ötre muzâfun ileyhin mahzuf olduğuna işaret eder.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl, Harun’un (as) kavmine söyledikleridir.
قَوْمِ , münadadır. Mansubdur. Kelimenin sonundaki esre, muzâfun ileyh olan mütekellim zamirinden ivazdır.
Nidanın cevabı olan اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ cümlesi, kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr, fiille car mecrur arasındadır. فُتِنْتُمْ maksûr/sıfat, بِه۪ۚ maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yaşadıkları olay, imtihan edilmeye kasredilmiştir. Kasr اِنَّمَا ile yapılmıştır. Bu; kavmin, imtihan edildiklerinin bilincinde olduklarına işaret eder.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا , kâffe ve mekfufedir. مَا ismi, اِنَّ ’yi amelden düşürdüğü için اِنَّ burada amel etmez. فُتِنْتُمْ fiili meçhul bina edilmiştir.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Nidanın cevabına matuf olan وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ cümlesi, اِنَّ ve müsnedin marife oluşuyla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi olan رَبَّكُمُ az sözle çok anlam ifade yollarından olan izafet formunda gelmiştir.
Müsned olan الرَّحْمٰنُ ’ın el takısıyla marife gelmesi, bu vasfın müsnedün ileyhte kemal derecede olduğunu ifade eder.
Harun (as) sözlerinde, onlara ait zamiri رَبَّ lafzına izafe edip Allah Teâlâ’nın Rahman sıfatını zikretmiştir. Bu, Harun’un (as) kavmine karşı şefkat hislerinin belirtisi, onlar için üzülüp endişe duyduğunun göstergesidir.
Ayette Rahman isminin kullanılması mana lafız uyumu açısından teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
رَبَّكُمُ - الرَّحْمٰنُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
فَاتَّبِعُون۪ي cümlesi, rabıta olan فَ ’nin delaletiyle mahzuf şartın cevab cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri; إن صدّقتموني (Beni tasdik ediyorsanız) olan şart cümlesinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Aynı üsluptaki وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي cümlesi, şartın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
فَاتَّبِعُون۪ي - اَط۪يعُٓوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Harun (as), bu va'z-u nasihatında en güzel yolu takip etmiştir. Çünkü önce “Siz bu (buzağı) ile ancak imtihana çekildiniz.” diyerek, onları batıldan menetmiş; ikinci olarak, “Sizin hakiki Rabbiniz Rahmandır.” diyerek, Allah'ı tanımaya davet etmiş; üçüncü olarak “Haydi bana tabi olun.” diyerek peygamberliği tanıyıp kabul etmeye çağırmış ve dördüncü olarak, “Benim emrime itaat edin.” diyerek, onları şeriata davet etmiştir ki en güzel tertip budur. (Fahreddin er-Râzî)
Harun’un (as) kavmine bu şekilde hitabı, istidrâc sanatının güzel bir örneğidir.
İstidrâc: Muhatabı fethetmek için onu etkileyecek, yakınlaştıracak veya korkutup rağbet ettirecek, vazgeçirecek, teşvik edecek şeyleri aniden değil de alıştıra alıştıra söyleme sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Hz. Harun, özellikle “Sizin hakiki Rabbiniz Rahmandır.” demiş ve burada, Allah'ın Rahman adını zikretmiştir. Çünkü o onlara, ne zaman tövbe ederlerse Allah'ın tövbelerini kabul edeceğini, çünkü O'nun Rahman ve Rahim olduğunu haber vermiştir. Allah'ın onları Firavun’un belalarından kurtarışı da rahmetinin eseridir. (Fahreddin er-Râzî)
Bazı müfessirler Harun’un (as) buzağıya tapan Yahudileri sorgulaması üzerine onlardan [“Musa dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz.”] (Ta-Ha Suresi, 90) cevabını almasını da bu konu ile ilişkilendirerek bu uslûba uslûbu’l-ḥakîm’in tersi olan uslûbu’l-aḥmak tabirini kullanmışlardır. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)