وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. السَّمَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَرْضَ atıf harfi وَ ’la السَّمَٓاءَ ’ya matufur.
Müşterek ismi mevsûl مَا atıf harfi وَ ’la الْاَرْضَ ’ya matuf olup mahallen mansubdur.
بَيْنَهُمَا zaman zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَاعِب۪ينَ kelimesi خَلَقْنَا fiilinin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَاعِب۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi لعب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Ayet, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle azamet zamiriyle tazim edilmiştir.
السَّمَٓاءَ ’ye temâsül nedeniyle atfedilen, müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. بَيْنَهُمَا, bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
السَّمَٓاءَ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Ayetteki ilk مَا nefy harfi, ikincisi مَا ise ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsm-i fail kalıbındaki لَاعِب۪ينَ kelimesi, خَلَقْنَا fiilinin failinin halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Gök, yer ve arasındakilerin yaratılışının oyun olarak ifade edilmesi, bunu, Allah’tan sâdır olmasının imkânsız olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bir şey ile tasvir etmek yoluyla, Allah'ın hikmetsiz olarak yaratmaktan son derece münezzeh olduğunu beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)
Yüce Allah, Enbiya Suresinde [Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri, eğlence olsun diye yaratmadık], Duhan Suresi 38. ayette [Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri, eğlence olsun diye yaratmadık] buyurmaktadır. Bu tabirlerde teşâbüh ve ihtilaf söz konusudur. Bu da السَّمَٓاءَ /gök” kelimesinin Enbiya ayetinde tekil; Duhan ayetinde ise ألسماوات /gökler şeklinde çoğul gelmesidir. Bunun nedenlerinden biri de السَّمَٓاءَ / gök kelimesi ile bu kelimenin yer aldığı Enbiya Suresinin başı arasındaki uyumdur. Nitekim surenin baş kısmında Yüce Allah [Elçimiz dedi ki: Gökte ve yerde ne söylenirse Rabbim bilir. Çünkü O, her şeyi işiten, her şeyi bilendir.] buyurmaktadır. Duhan Suresinde çoğul gelen ألسماوات /gökler kelimesi de içinde bulunduğu surenin baş kısmındaki [kesin inanıyorsanız O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.] ayetiyle uygunluk arz etmektedir. Dolayısıyla her ayet, ait olduğu surenin başıyla uyum arzetmektedir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)