Enbiyâ Sûresi 78. Ayet

وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ  ...

Dâvûd ile Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدَاوُودَ ve Davud’u
2 وَسُلَيْمَانَ ve Süleyman’ı
3 إِذْ hani
4 يَحْكُمَانِ onlar hükmediyorlardı ح ك م
5 فِي hakkında
6 الْحَرْثِ bir ekin ح ر ث
7 إِذْ zaman
8 نَفَشَتْ yayıldığı ن ف ش
9 فِيهِ orada
10 غَنَمُ davarının غ ن م
11 الْقَوْمِ toplumun ق و م
12 وَكُنَّا biz de idik ك و ن
13 لِحُكْمِهِمْ onların hükümlerine ح ك م
14 شَاهِدِينَ şahid ش ه د
 
Rivayete göre, bir koyun sürüsü geceleyin komşunun tarlasına girerek oradaki ekini tahrip eder; ekin sahibi zararın telâfisi için mahkemeye başvurur. Bu davaya bakan Dâvûd ile oğlu Süleyman, farklı hükümler verirler. Dâvûd, tahrip edilen ekinin kıymetinin, koyunların kıymetine denk olduğu kanaatine vararak koyunların tazminat olarak ekin sahibine verilmesine hükmeder. Süleyman ise bu cezayı ağır bularak, hükmün değiştirilmesini teklif eder. Ona göre tarladaki zararkoyunlardan elde edilecek gelirle ödenebilir; bu sebeple hükmün şöyle olması gerekir: Tarla koyun sahiplerine verilmeli, onlar, ziyandan önceki haline gelinceye kadar tarlanın bakımını üstlenmelidir. Koyunlar da tarla sahibine verilmeli, o da tarlası ziyandan önceki haline gelinceye kadar bu koyunların sütünden, yününden ve kuzularından yararlanmalıdır. Nihayet tarla sahibinin zararı karşılanınca tarla ve koyunlar sahiplerine iade edilmelidir. Hz. Dâvûd, oğlunun bu çözümünü beğenir, kendi görüşünden vazgeçer (Şevkânî, III, 470-471).
 
 Âyette olayın ayrıntısız anlatılması, Araplar arasında bu hadisenin yaygın olarak bilindiğini, dolayısıyla sadece göndermede bulunulduğunu göstermektedir.
 
 Müfessirler olayı bu şekilde anlatmışlardır; hatta Râzî, aynı konuda sahâbe ve tâbiînin ittifakı bulunduğunu söylemiştir (XXII, 195-196). Ancak Kur’an ve güvenilir hadis kaynaklarında ayrıntılı bilgi mevcut değildir.
 
 “Süleyman’ın dava konusunu iyice anlamasını biz sağladık” ifadesi Râgıb el-İsfahânî tarafından üç türlü açıklanmıştır: a) Allah’ın Süleyman’a anlama kabiliyeti vermesi, b) Allah’ın Süleyman’ın kalbine bu hükmü ilham etmesi, c) Allah’ın bu hükmü Süleyman’a vahyetmesi (el-Müfredât, “fhm” md.). “Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik” ifadesi de farklı hüküm vermiş olsalar bile ikisinin de tam bir hak ve adalet duygusuna, sorumluluğuna sahip olduklarına işaret eder.
 
 Müfessirler dağların ve kuşların tesbihinin hakikat mi mecaz mı olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir grup müfessir bunun hakikat olduğunu, dağların ve kuşların bizim anlamadığımız bir dil ile Allah’ı zikrettiğini, Hz. Dâvûd güzel sesiyle Zebûr’u okuyup terennüm ederken kuşların havada durarak onunla birlikte tesbih ettiklerini, dağların da bu tesbihi tekrarladıklarını söylemişlerdir (İbn Kesîr, V, 352). Bazı müfessirlere göre ise bu, mecazi anlamda bir tesbihtir; dağlar ve kuşlar Allah’ın varlığına, kudretine ve büyüklüğüne delâlet ettiği için lisân-ı hâl ile Allah’ı tesbih etmektedirler (Râzî, XXII, 199; Şevkânî, III, 471; ayrıca bk. Sebe’ 34/10). Onların tesbihi bütün tabii varlıklar gibi en ufak bir sapma göstermeksizin ilâhî kanuna boyun eğmeleridir (evrendeki her şeyin Allah’ı tesbih ettiğine dair bilgi için bk. İsrâ 17/44).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 692-693
 

وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  دَاوُ۫دَ  mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, اذكر  (zikret) şeklindedir. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri,  اذكر خبر داود وسليمان  (Davud ve Süleyman'ın haberini hatırla) şeklindedir.

سُلَيْمٰنَ  atıf harfi  وَ ’la  دَاوُ۫دَ ’a matuftur.  سُلَيْمٰنَ  ve  دَاوُ۫دَ  kelimeleri gayri munsariftir. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaman zarfı  اِذْ, mukadder muzâfa mütealliktir. Takdiri,  خبر دَاوُ۫دَ  (Davud’un haberini) şeklindedir.

يَحْكُمَانِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَحْكُمَانِ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

فِي الْحَرْثِ  car mecruru  يَحْكُمَانِ  fiiline müteallıktır.

اِذْ  zaman zarfı,   يَحْكُمَانِ  fiiline mütealliktir.

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَفَشَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَفَشَتْ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  غَنَمُ  fail olup lafzen merfûdur. 

الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ

 

وَ  haliyyedir.  كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا  mütekellim zamir  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

لِحُكْمِهِمْ  car mecruru  شَاهِد۪ينَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

شَاهِد۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi  olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

شَاهِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  شهد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ 

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin bu ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Muzâfun ileyh olan  دَاوُ۫دَ ’nin amili ve muzâfı mahzuftur. Takdiri,  اذكر خبر داود وسليمان (Davud ve Süleyman'ın haberini hatırla) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِذْ  mazi ifade eden, cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. Muzâfun ileyh olan  يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِذْ ’in müteallakı  يَحْكُمَانِ  fiilidir. Muzari fiil, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يَحْكُمَانِ  fiiline müteallik olan ikinci zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumunda olan  نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ  Yani ikisini de zikret demektir.  اِذْ  edatı ikisinden bedeldir.  نَفَشَ, gece yayılmak demektir.  ْلِحُكْمِهِمْ  kelimesindeki zamir çoğul gelmiştir, çünkü bununla Davud, Süleyman ve muhakeme olmak üzere onlara gelen kişiler kastedilmiştir.

(Keşşâf) 

يَحْكُمَانِ  [Hüküm veriyorlardı] ayetinde her ne kadar bir arada kendilerinden söz edilmekte ise de hüküm vermekte ikisinin bir araya gelmeleri kastedilmemiştir. Çünkü aynı konu ile ilgili olarak iki hakimin (bir arada) hüküm vermeleri caiz değildir. Onların her birisi tek başına hüküm vermiştir. Bu hükmü doğru olarak kavrayan ise yüce Allah'ın ona kavratması sayesinde Süleyman (a.s.) olmuştu. (Kurtubî) 


 وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ

 

Cümle haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لِحُكْمِهِمْ, ihtimam için amili ve  كَان ’nin haberi olan  شَاهِد۪ينَۙ ’ye takdim edilmiştir.

كَان ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

يَحْكُمَانِ - لِحُكْمِهِمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

يَحْكُمَانِ - لِحُكْمِهِمْ - شَاهِد۪ينَۙ  kelimeleri arasında tesniye ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)