فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَفَهَّمْنَاهَا | onu bellettik |
|
2 | سُلَيْمَانَ | Süleyman’a |
|
3 | وَكُلًّا | ve hepsine |
|
4 | اتَيْنَا | verdik |
|
5 | حُكْمًا | hükümdarlık |
|
6 | وَعِلْمًا | ve bilgi |
|
7 | وَسَخَّرْنَا | ve boyun eğdirdik |
|
8 | مَعَ | onunla beraber |
|
9 | دَاوُودَ | Davud’a |
|
10 | الْجِبَالَ | dağları |
|
11 | يُسَبِّحْنَ | tesbih eden |
|
12 | وَالطَّيْرَ | ve kuşları |
|
13 | وَكُنَّا | ve biz |
|
14 | فَاعِلِينَ | (bunları) yaparız |
|
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ
Cümle atıf harfi فَ ile يَحْكُمَانِ fiiline matuf olup mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. فَهَّمْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سُلَيْمٰنَ ikinci mef’ûlun bih olup gayrı munsariftir. Sonundaki elif ve nun ziyadedir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلاًّ kelimesi, اٰتَيْنَا ’nın mukaddem mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. حُكْماً ikinci mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur.
فَهَّمْنَا atıf harfi وَ ’la حُكْماً ’e matuftur. فَفَهَّمْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فهم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ’la فَفَهَّمْنَا ’ya matuftur. Fiil cümlesidir.
سَخَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ zaman zarfı يُسَبِّحْنَ fiiline mütealliktir.
دَاوُ۫دَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. جِبَالَ
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جِبَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُسَبِّحْنَ fiili, الْجِبَالَ ’in hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُسَبِّحْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
الطَّيْرَ atıf harfi وَ ’la الْجِبَالَ ’e matuftur.
كُنَّا فَاعِل۪ينَ atıf harfi وَ ’la سَخَّرْنَا ’ya matuftur.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamir كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
فَاعِل۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
سَخَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاعِل۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi فعل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ
Ayetin ilk cümlesi olan فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ, önceki ayetteki …يَحْكُمَانِ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. فَفَهَّمْنَاهَا ’daki هَا zamiri hikmete aittir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ cümlesinde وَ, itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.
كُلاًّ manevi tekid kelimelerindendir. Cümlenin cüzlerini tekid eder. اٰتَيْنَا fiilinin mukaddem mef’ûludür. Kelimedeki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
حُكْماً ve عِلْماًۘ kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Ebu Hanife'ye (r.a.) göre eğer zarar meydana getiren hayvanın yanında onu süren veya birlikte biri bulunmuyorsa, tazminat lazım gelmez. İmam Şafiî'ye göre ise bu gibi hadiseler gece olursa tazminat lazım gelmez; gündüz olursa lazım gelir. (Ebüssuûd)
وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ cümlesine وَ ’la atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُسَبِّحْنَ cümlesi, fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. الْجِبَالَ ’den hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
وَالطَّيْرَ kelimesi, الْجِبَالَ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. الطَّيْرَۜ kelimesi ya öncesindeki الْجِبَالَ ْ kelimesine atfedilmiştir veya mef'ûlün meahtır. جِبَالَ (dağlar) kelimesinin لطَّيْرَۜ (kuşlar) kelimesinden önce gelmesinin sebebi; dağların amade kılınmasının ve tesbih etmesinin daha şaşırtıcı olması sebebiyledir. Allah’ın kudretine daha kuvvetli delalet eder ve daha büyük bir mucizedir. Zira onlar cansız varlıklardır, kuşlar ise ses çıkaran -ama konuşamayan- canlılardır. (Keşşâf)
وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
Ayetin fasılası, …وَسَخَّرْنَا مَعَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetteki cümleler, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Âşûr ise farklı görüştedir. Ona göre وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ cümlesi Davud’a (a.s.) verilen haberler arasına girmiş mutarıza cümlesidir. (Âşûr)
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)
Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Burada Davud (a.s.) ve Süleyman (a.s.) hüküm ve ilim konusunda cem edilmiş, her birine verilen şeyler ayrıca zikredilmiştir. Böyle bir sınıflandırma zihinlerde daha kalıcı olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi) cem' ma’at-taksim sanatıdır.
وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ [Herbirine hüküm ve ilim verdik] cümlesinde, Davud’un (a.s.) makamının eksik olduğu vehmini gidermek için ihtiras ıtnâbı sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)
Allah Teâlâ, ayette Davud ve Süleyman’ı ilim ve hikmet bakımından eşitlemiş, sonra Süleyman’ı fehm (belleme, anlama, anlayış) bakımından üstün kılmıştır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
“Onunla beraber yürürlerdi.” anlamında olduğu da söylenmiştir ki bu da سِباحة (yüzmek) lafzından gelir, haldir. Ya da nasıl ram olduğunu açıklamak için yeni söz başıdır. مَعَ lafzı da سَخَّرْنَا veya يُسَبِّحْنَ 'ye mütealliktir. الطَّيْرَۜ kelimesi الْجِبَالَ ’ye matuftur ya da mef’ûlün meahtır. (Beyzâvî)
Bu 78-79. ayetlerin ilkinden anlaşılan, Davud ve Süleyman’ın (a.s.) hüküm verme ehliyeti konusunda eşit tutulmuş olmalarıdır. Fakat devamında Allah, Süleyman’ın (a.s.) verdiği kararın doğruluğunu bildirmiş ve onu babasından bir adım öne çıkarmıştır. Fakat baba hakkı gözetilerek daha sonra وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ ifadesiyle tekrar iki peygamberin bu konudaki eşitliğine dönüş yapılmıştır. İlk ayette bu yönüyle cem‘ul-muhtelife ve’l-mu’telife sanatının olduğunu ifade eden İbni Ebi’l, ayetin baş kısmında kullanılan zamirin وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ ifadesinde değişmesi dolayısıyla burada iltifat sanatının ve iki peygamber olmasına rağmen لِحُكْمِهِمْ kelimesindeki cemî zamiri ile bir hükmün hakimin yanı sıra davalı ve davacıyı da gerektirmesi nüktesinden dolayı tenkît sanatının olduğunu ifade etmiştir.
Bu nükte aynı zamanda hükmün ittibâ edilmesi gerekliliğine de bir işaret taşımaktadır. Ayrıca bu ayette iki sanatın iç içe geçmesinden dolayı idmâc sanatı da vardır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’an’da Anlamsal Bedi Sanatları)