Enbiyâ Sûresi 80. Ayet

وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ  ...

Bir de Davud’a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. Şimdi siz şükrediyor musunuz?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَلَّمْنَاهُ ve ona öğretmiştik ع ل م
2 صَنْعَةَ yapmayı ص ن ع
3 لَبُوسٍ zırh ل ب س
4 لَكُمْ sizin için
5 لِتُحْصِنَكُمْ sizi korumak için ح ص ن
6 مِنْ -nden
7 بَأْسِكُمْ savaşın şiddeti- ب ا س
8 فَهَلْ (o halde) misiniz?
9 أَنْتُمْ siz
10 شَاكِرُونَ şükredenlerden ش ك ر
 
Zırh” diye çevirdiğimiz lebûs kelimesi sözlükte “zırh, kılıç, mızrak gibi silâhlar, giysi veya giysiler” anlamlarına gelmektedir. Burada zırh mânasında kullanılmıştır. Müfessirler bu bağlamda âyetteki be’s kelimesine bizim de tercih ettiğimiz “savaş” anlamını vermişlerdir (Râzî, XXII, 200; Şevkânî, III, 471). Rivayete göre Dâvûd aleyhisselâmdan önce zırhlar rahat kullanışlı olmayan levhalar halinde idi. Dâvûd ilk defa demiri yumuşatarak halkalar yapmış ve bu halkalardan kullanışlı zırh üretmiştir (krş. Sebe’ 34/10-11). Be’s kelimesinin “darlık, sıkıntı, bedbahtlık” anlamlarını, buna bağlı olarak lebûs kelimesinin de “giysi” anlamını tercih ederek âyete mecazi anlamda “takvâ giysisi” mânasını verenler de vardır. Bu mânayı tercih eden Muhammed Esed şöyle der: “Bu anlamda yorumlandığı zaman yukarıdaki âyet, Allah’ın Hz. Dâvûd’a, yandaşlarını, hem birbirlerine karşı duydukları korkuya hem de bilinmeyene karşı duydukları bilinçaltı korkulara karşı koruyacak derin bir takvâ ile (Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile) eğitme sanatını öğrettiğini ifade etmektedir” (II, 659; Dâvûd hakkında bilgi için bk. Bakara 2/251; Neml 27/15).
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 694
 

Be'ese بأس : بُؤْس - بَاْس - بَاْساء zorluk ve sıkıntı demektir. Ancak بُؤْس daha çok fakirlik ve savaş için, بَاْس ve بَاْساء ise yaralanma ve benzeri için kullanılır. بِئْسَ her tür kötülenen şey hakkında kullanılır. Nitekim نِعْمَ de her tür medhedilip övülecek şeyle ilgili kullanılmaktadır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli be'istir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ

 

Cümle  atıf harfi  وَ ’la  سَخَّرْنَا  matuftur.

Fiil cümlesidir. عَلَّمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

صَنْعَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  لَبُوسٍ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَكُمْ  car mecruru  لَبُوسٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  

لِ  harfi,  تُحْصِنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  عَلَّمْنَاهُ ’ya mütealliktir.  تُحْصِنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ بَأْسِ  car mecruru  تُحْصِنَكُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلَّمْنَاهُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن فعلنا لكم ذلك فهل أنتم شاكرون (Bunu sizin için yaparsak şükreder misiniz?) şeklindedir.

هَلْ  istifham harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

شَاكِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

شَاكِرُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi شكر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ

 

Ayet, önceki ayetteki  سَخَّرْنَا  fiiline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

لَبُوسٍ ’deki tenvin, nev ifade eder.

لِتُحْصِنَكُمْ  cümlesine dahil olan  لِ, muzariyi gizli  اَنْ ’le nasbeden lam-ı ta’lildir. Akabindeki cümlesi masdar tevilinde  لِ  harfiyle birlikte  عَلَّمْنَاهُ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَبُوسٍ ; Araplarca her türlü silahın adıdır. Bu ister tam bir zırh olsun, ister yarım zırh olsun, ister kılıç, ister mızrak olsun. (Kurtubî) 

لَكُمْ  sizin için bu da  عَلَّمْنَاهُ ’ya müteallik veya  لَبُوسٍ ’in sıfatıdır. “Sizi şiddetli savaşınızdan koruması için” ibaresinde harf-i cerin iadesiyle ondan bedel-i istimaldir. Zamir Davud’a (a.s.) yahut zırh tevili ile  لَبُوسٍ ’a aittir. Ebubekir ile Rüveys kıraatinde nûn ile (لِنُحْسِنَكُمْ)’dir ki zamir Aziz ve Celil olan Allah'a racidir. (Beyzâvî)  


 فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ

 

فَ, takdiri  إن فعلنا لكم ذلك  (Sizin için bunu yaparsak) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cevap cümlesi olan  فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi ve müsnedin ism-i fail olması, sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

هَلْ  soru harfi sadece fiilin başına gelir. Şayet ismin başına gelmişse bu, meseleye çok önem verilmesinden kaynaklanmaktadır. Temenni ilişkisi kurar.  هَلْ  ile temenninin  لَعَلَّ  ile temenniden farkı, yokluğu kesin olmayan, mümkün bir durumda temenni edilen şeye daha fazla önem verilmesidir.

هَلْ  soru harfi, belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de; zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Bu ayette olduğu gibi. Hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Beyzâvî buradaki istifhamın mübalağa ve azarlama ifade etmek için emir sıygası yerinde kullanıldığını ifade eder.

Yani cümlenin takdiri anlamı: “Size verdiği nimetlere karşılık Allah'a şükredin.” şeklindedir. Beyzâvî’ye hâşiye yazanlardan biri olan İbni Temcîd şöyle der: Muktezâ-i zâhire göre ibarenin  أُشْكُرُوا (şükredin) şeklinde emir kalıbıyla gelmesi gerekirken zâhirin hilafına  فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ  [Şükrediyor musunuz?] şeklinde soru kalıbıyla gelmesi iki nükteden ötürüdür. Birincisi, şükrü terk etmeleri sebebiyle onları azarlamak, ikincisi ise tıpkı vukuu nadir olan olaylar gibi onlardan nimete şükretmelerini beklemenin uzak bir ihtimal olduğunu haber vermektir. Eğer soru formatı terk edilip emir kalıbı kullanılsaydı ifadenin gücü azalır ve cümle bu anlamı vermezdi. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)