حُنَفَٓاءَ لِلّٰهِ غَيْرَ مُشْرِك۪ينَ بِه۪ۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَكَاَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَٓاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ اَوْ تَهْو۪ي بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي مَكَانٍ سَح۪يقٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | حُنَفَاءَ | hanifler olun |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’ı |
|
3 | غَيْرَ |
|
|
4 | مُشْرِكِينَ | ortak koşmadan |
|
5 | بِهِ | O’na |
|
6 | وَمَنْ | ve kim |
|
7 | يُشْرِكْ | ortak koşarsa |
|
8 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
9 | فَكَأَنَّمَا | sanki gibidir |
|
10 | خَرَّ | düşmüş |
|
11 | مِنَ | -ten |
|
12 | السَّمَاءِ | gök- |
|
13 | فَتَخْطَفُهُ | ve kendisini kapıyor |
|
14 | الطَّيْرُ | kuş |
|
15 | أَوْ | veya |
|
16 | تَهْوِي | sürüklüyor |
|
17 | بِهِ | onu |
|
18 | الرِّيحُ | rüzgar |
|
19 | فِي |
|
|
20 | مَكَانٍ | bir yere |
|
21 | سَحِيقٍ | uzak |
|
حُنَفَٓاءَ لِلّٰهِ غَيْرَ مُشْرِك۪ينَ بِه۪ۜ
حُنَفَٓاءَ kelimesi اجْتَنِبُوا ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. لِلّٰهِ car mecruru حُنَفَٓاءَ’ye mütealliktir.
غَيْرَ kelimesi ikinci hal-i müekkide olup fetha ile mansubdur. مُشْرِك۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. بِه۪ car mecruru مُشْرِك۪ينَ ’ye mütealliktir. مُشْرِك۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حُنَفَٓاءَ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَكَاَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَٓاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ اَوْ تَهْو۪ي بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي مَكَانٍ سَح۪يقٍ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُشْرِكْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru يُشْرِكْ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. كَاَنَّمَا, kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
خَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru خَرَّ fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. تَخْطَفُهُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الطَّيْرُ fail olup lafzen merfûdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَهْو۪ي fiili, ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. بِهِ car mecruru تَهْو۪ي fiiline mütealliktir.
تَهْو۪ي بِهِ ’deki بِ harf-i ceri tadiye içindir. (Âşûr)
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الرّ۪يحُ fail olup lafzen merfûdur. ف۪ي مَكَانٍ car mecruru تَهْو۪ي fiiline mütealliktir. سَح۪يقٍ kelimesi مَكَانٍ ’nin sıfatı olup lafzen mecrurdur.
سَح۪يقٍ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)حُنَفَٓاءَ لِلّٰهِ غَيْرَ مُشْرِك۪ينَ بِه۪ۜ
حُنَفَٓاء , önceki ayetteki فَاجْتَنِبُوا fiilinin failinden haldir. مُشْرِك۪ينَ, tekid mahiyetinde gelmiş ikinci haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
حُنَفَٓاءَ - مُشْرِك۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
حُنَفَٓاءَ لِلّٰهِ [Yalnız Allah'a yönelenler] olarak ifadesi, hakka istikamet üzere dosdoğru giden yahut teslimiyet arzeden kimseler olarak demektir. Hanîf kelimesi zıt anlamlı kelimelerdendir. Bu kelime hem istikamet hem de meyletmek anlamında kullanılır. (Kurtubi)
حُنَفَٓاءَ لِلّٰهِ [Allah için hanifler]; bütün dinleri bir tarafa bırakarak yalnızca O’nun dinini benimseyen Müslümanlar olarak O'na şirk koşmayanlar olarak manasındadır ve “böyle yapın” anlamında makablinin manasını tekid mahiyetindedir. (Celâleyn Tefsiri)
وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَكَاَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَٓاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ اَوْ تَهْو۪ي بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي مَكَانٍ سَح۪يقٍ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki وَمَنْ يُعَظِّمْ cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُشْرِكْ بِاللّٰهِ, cümlesi مَنْ ’in haberidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَكَاَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَٓاءِ ’ye dahil olan كَاَنَّمَا, kâffe ve mekfûfedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَوْ, atıf harfiyle şartın cevabına atfedilen اَوْ تَهْو۪ي بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي مَكَانٍ سَح۪يقٍ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَوْ تَهْو۪ي بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي مَكَانٍ سَح۪يقٍ [Yahut rüzgâr onu uzak bir yere atmış gibi olur.] Çünkü şeytan onu sapıklığın içine atar, buradaki اَوْ edatı serbest bırakma içindir. Mesela, اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ (Bakara Suresi, 19) ayetinde olduğu gibi ya da çeşitlilik içindir. Zira müşriklerden kurtulması mümkün olmayanlar olduğu gibi tövbe ile kurtulması mümkün olan da vardır ki bu da çok uzak bir ihtimaldir. Bunun bileşik teşbihlerden olması da mümkündür, o zaman mana şöyle olur: Kim Allah'a şirk koşarsa kendini öyle bir helak eder ki helak olanlardan birine benzer. (Beyzâvî)
سَح۪يقٍ kelimesi, بِالْبَيْتِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
خَرَّ - فَتَخْطَفُهُ kelimeleri arasında maziden muzariye geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
حُنَفَٓاءَ - يُشْرِكْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, يُشْرِكْ - مُشْرِك۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
فَكَاَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَٓاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ [Kim Allah'a ortak koşarsa, o, sanki gökten düşmüş ve kuşlar onu kapıp almıştır] cümlesinde teşbih-i temsili vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır. (Safvetu’t Tefasir)
Bu ayette hem mürekkeb teşbih hem de mufarrak teşbih düşünülebilir. Bu iki ihtimale göre anlam şöyle açılır: Mürekkeb teşbihin var olduğu dikkate alınırsa, Allah’a şirk koşan kendini sonu olmayan bir helake atmış demektir. Bu durumdaki bir kişinin durumu, gökten düşüp kuşların kaptığı ve kursaklarında paramparça olduğu veya rüzgârın uzak helak dehlizlerine attığı kişiye benzetilmektedir. Mufarrak ihtimalinde ise yüceliğiyle iman göğe, imanı terk edip şirke düşen ise gökten düşene benzetiliyor. İman, yüceliği bakımından semaya benzetilmiştir. İmanı terkeden ve Allah’a şirk koşan ise gökten düşene; düşüncelerini dağıtan heva ve hevesleri, kapışan kuşlara; sapıklık vadisinde onu uzaklara atan şeytan, önüne kattığı şeyleri itlâf edici uçurumlara savuran rüzgâra benzetilmiştir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 150, Âşûr, Fahreddin er-Râzî)
Burada; Allah katında değerini kaybetmiş, dalaletiyle alt üst olmuş, hiçbir değeri kalmamış müşriğin hali semadan düşen ve kendisini koruyacak ya da kurtaracak hiçbir şeyi olmayan, mecburen büyük bir tehlikenin içine yuvarlanan ve kuşların pençeleriyle didikleyerek paramparça ettiği veya rüzgârın çok uzaklara sürüklediği birinin haline benzetilmiştir. Müşrik ve Allah’ın nimetlerini inkâr eden birinin yaşadığı zavallılık ve parçalanmışlık hali korkunç bir şekilde tasvir edilmiştir. Ayet; temsîli teşbih şeklinde gelmiştir. Allah’ın himayesinden mahrum kalmış müşrik, semadan düşen ve her tarafı çeşitli tehlikelerle sarılmış birinin haline benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)