Hac Sûresi 64. Ayet

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  ...

Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Şüphesiz ki Allah elbette zengindir, elbette övgüye lâyıktır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُ hep O’nundur
2 مَا ne varsa
3 فِي
4 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
5 وَمَا ve ne varsa
6 فِي
7 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
8 وَإِنَّ ve ancak
9 اللَّهَ Allah
10 لَهُوَ işte O’dur
11 الْغَنِيُّ zengin olan غ ن ي
12 الْحَمِيدُ övülmeğe layık olan ح م د
 
Gökten inen suyun yeryüzünü yeşertmesinden, insanlara pek çok kolaylıklar sağlayan deniz araçlarının hareketine ve olağan bir durum olarak algıladığımız yer-gök dengesine kadar evrendeki bütün yasaların, dengelerin ve oluşların hep Cenâb-ı Allah’ın dilemesine ve yaratmasına bağlı bulunduğuna dikkat çekilmekte; “görmüyor musun” sorusuyla, sıradan gibi düşündüğümüz bu durum ve olaylara, onların arkasındaki yüce kudreti farkeden bir bakış yapmamız istenmektedir. 66. âyette belirtildiği üzere, Allah’ın bu büyük nimetlerine ve engin merhametine rağmen insanoğlu nankör davranmakta ısrar eder. Başka âyetlerden de anlaşıldığı üzere, bütün insanlar nankör davranmaz, rabbine şükretmesini bilenler de vardır; fakat burada, basîret sahibi kimselerin ayan beyan görebilecekleri nimetleri görmezden gelme şeklindeki yaygın beşerî zaafa değinilmektedir (âyetlerde verilen örneklerin açıklaması için bk. Bakara 2/22, 29, 164; Ra‘d13/2; İbrâhim 14/32-34; Nahl 16/10-11, 14-16, 65; İsrâ 17/66). 
 

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

İsim cümlesidir. لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

مَا فِي الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ’la  مَا فِي السَّمٰوَاتِ ’ya matuftur.


 وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟

 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْغَنِيُّ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَم۪يدُ۟  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

الْغَنِيُّ ve  الْحَم۪يدُ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُ  mahzuf mukaddem bir habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. (Âşûr) Kasr mukaddem haber ve muahhar mübteda arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.  لَهُ  mevsûf/maksûrun aleyh,  مَا فِي السَّمٰوَاتِ  sıfat/maksûrdur.

Mecrurun takdimi, kasra delalet içindir. Kasr-ı izafî olarak düşünülürse bunlar Allah’ındır, putların değildir. Kasrın iddiâî olduğu düşünülürse başkalarının ganîliği ve övgüye değer oluşu hesaba katılmaz demektir. (Âşûr)

السَّمٰوَاتِ  -  الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır. 

Ayetteki ikinci mevsûl birinciye, tezat nedeniyle atfedilmiştir. Mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي الْاَرْضِۜ, bu mahzuf sılaya mütealliktir.


 وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟

 

 

Ayetin son cümlesi  وَ ’la istînâf cümlesine atfedilmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  cümlesi,  اِنَّ nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

الْغَنِيُّ  haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar O’ndan başkasında bulunmaz.

Kasrın maksura nispetini (yakınlığı-bağı) sağlamak için tekid harfi ve lâm-ı ibtida ile hasrı kuvvetlendirmiştir. (Âşûr) 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

الْغَنِيُّ  ve  الْحَم۪يدُ۟  şeklindeki sıfatlarının marife olarak gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da kemâl derecede olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

الْغَنِيُّ  الْحَم۪يدُ۟  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Göklerde ve yerde olanların sahibi, tabîidir ki kendisinden başka her şeyden müstağnîdir. Ve madem ki göklerde ve yerde olan her şeyi kullarının menfaati için yaratmıştır, o halde bu nimetleri yaratan Allah Teâlâ kulları tarafından hamd edilmeye layıktır. Bu, ayetteki muhteşem anlam ve lafız uyumu bedî’ sanatlardan, teşâbüh-i etrâftır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Bu ayette Allah’ın yerdeki ve göktekilerin sahibi olması onun zaten hiçbir şeye ihtiyacının olmamasına (الْغَنِيُّ), onları kullarına musahhar kılması da Hamîd (الْحَم۪يدُ۟)  olmasına uygun düşmüştür.

Ayette mevcut olan kelimelerin bu tür bir uygunluğu muâhât sanatı için örnek teşkil ederken, fasıla ile anlamın örtüşmesi dolayısıyla teşâbüh-i eṭrâf,  الْغَنِيُّ  - الْحَم۪يدُ۟ sıfatlarının birbirleriyle uyumlu olarak gelmesinde de i’tilâf vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)