Hac Sûresi 63. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ فَتُصْبِـحُ الْاَرْضُ مُخْضَرَّةًۜ اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌۚ  ...

Allah’ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi ر ا ي
3 أَنَّ kesinlikle
4 اللَّهَ Allah
5 أَنْزَلَ indirir ن ز ل
6 مِنَ -ten
7 السَّمَاءِ gök- س م و
8 مَاءً bir su م و ه
9 فَتُصْبِحُ böylece olur ص ب ح
10 الْأَرْضُ yeryüzü ا ر ض
11 مُخْضَرَّةً yemyeşil خ ض ر
12 إِنَّ doğrusu
13 اللَّهَ Allah
14 لَطِيفٌ latiftir ل ط ف
15 خَبِيرٌ habirdir خ ب ر
 
Gökten inen suyun yeryüzünü yeşertmesinden, insanlara pek çok kolaylıklar sağlayan deniz araçlarının hareketine ve olağan bir durum olarak algıladığımız yer-gök dengesine kadar evrendeki bütün yasaların, dengelerin ve oluşların hep Cenâb-ı Allah’ın dilemesine ve yaratmasına bağlı bulunduğuna dikkat çekilmekte; “görmüyor musun” sorusuyla, sıradan gibi düşündüğümüz bu durum ve olaylara, onların arkasındaki yüce kudreti farkeden bir bakış yapmamız istenmektedir. 66. âyette belirtildiği üzere, Allah’ın bu büyük nimetlerine ve engin merhametine rağmen insanoğlu nankör davranmakta ısrar eder. Başka âyetlerden de anlaşıldığı üzere, bütün insanlar nankör davranmaz, rabbine şükretmesini bilenler de vardır; fakat burada, basîret sahibi kimselerin ayan beyan görebilecekleri nimetleri görmezden gelme şeklindeki yaygın beşerî zaafa değinilmektedir (âyetlerde verilen örneklerin açıklaması için bk. Bakara 2/22, 29, 164; Ra‘d13/2; İbrâhim 14/32-34; Nahl 16/10-11, 14-16, 65; İsrâ 17/66). 
 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ فَتُصْبِـحُ الْاَرْضُ مُخْضَرَّةًۜ 

 

Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

تَرَ  illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰه  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مَٓاءًۘ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُصْبِـحُ  nakıs, merfû muzari fiildir.  الْاَرْضُ  kelimesi  تُصْبِـحُ ’un ismi olup merfûdur. 

مُخْضَرَّةً  kelimesi,  تُصْبِـحُ ’un haberi olup lafzen merfûdur. 

مُخْضَرَّةً  kelimesi, sülâsi mücerredi  خضر  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.  تُصْبِـحُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صبح ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

    

  اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ nin ismi olup lafzen mansubdur. 

لَط۪يفٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. خَب۪يرٌۚ  kelimesi ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

لَط۪يفٌ  ve  خَب۪يرٌۚ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ فَتُصْبِـحُ الْاَرْضُ مُخْضَرَّةًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze ihbari manada istifham harfi,  لَمْ  muzariye dahil olduğunda onu cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren nefy harfidir.

Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, taaccüp ve kınama manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatları vardır.

İstifham inkârîdir. (Âşûr)

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir.  اَنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Kur’ân'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329) 
اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)

اَنَّ ’nin haberi olan  اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Nakıs fiil  اَصبِح ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  فَ  ile  اَنَّ’nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede,  الْاَرْضُ, nakıs fiil  اَصبِح ‘nın ismi,  مُخْضَرَّةًۜ  haberidir.

تُصْبِـحُ  fiilinin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْاَرْضُ - السَّمَٓاءِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  الْاَرْضُ  -  السَّمَٓاءِ  -  مَٓاءًۘ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki görme, kalp görmesidir. Yani kalbinle idrak etmez misin ki Allah gökleri ve yeri hikmet ile ve yaratılması gerektiği şekilde yaratmıştır. O, dilerse sizi tamamen yok eder ve sizin yerinize, sizinle onlar arasında hiçbir alaka bulunmayan yepyeni bir halk yaratır. (Ebüssuûd)

“Görmedin mi?” tabiri ile “Bilmedin mi?” manası kastedilmiştir. Bu ifadeyi “ilim” manasına almak gerekir. Zira bu görmeden kastedilen ilimdir. Çünkü görmeye ilim birleşmediğinde, o görme işi adeta tahakkuk etmemiş gibi olur. (Fahreddin er-Râzî) 

Allah Teâlâ’nın, bu ayette söze mazi  اَنْزَلَ  kipiyle başlayıp muzari kalıbıyla  فَتُصْبِـحُ  şeklinde devam etmesinin hikmetini Beyzâvî şöyle açıklar: “Fiilin  فأصبحت  şeklinde mazi kipiyle verilmeyip  فَتُصْبِـحُ  şeklinde muzari sıygası kullanılması, yağmurun tesirinin zaman zaman görülmesindendir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı ve Âşûr) 

Birinci soru: Ayette niçin, beklendiği üzere mazi  فَاَصْبَحَتْ  değil de muzari  فَتُصْبِحُ   buyurulmuştur?

Cevap: Bu şöyle bir nükteden dolayıdır: Bu, o yağmurun eserinin uzun bir süre devam ettiğini anlatmak içindir. Bu, senin tıpkı

اَنْعَمَ عَلَىَّ فُلَانٌ عَامَ كَذَا فَاَرُوحُ وَ اَعْدُ شَاكِرًا لَهُ

“Falanca bana, falan yıl ikramda bulunmuştu. Şimdi ben de sabah akşam ona teşekkür ediyorum.” demen gibidir. Binaenaleyh, şayet sen

فَرُحْتُ وَ غَدَوْتُ  “Sabah akşam teşekkür ettim” demiş olsaydın, bu önceki ifadenin yerini tutmazdı. (Fahreddin er-Râzî) 

Bu olayları zihne yaklaştırmak ve canlı tutmak, eylemin tekrar edebilirliğini ve sürekliliğini göstermek gibi belâgî gerekçelerle mazi kipinden süreklilik bildiren muzari sıygasına geçmek, Kur’an’ın önemli üslup özelliklerindendir. Şayet “Neden istifhamın cevabı olan  ُ فَتُصْبِـحُ  fiili mansub değil de merfû oldu?” dersen, şöyle derim: Mansub kılınsaydı o takdirde maksadın aksi bir manayı ifade ederdi, çünkü amaçlanan mana yeşilliğin ispatıdır. Nasb halinde bu, yeşillik olmadığı anlamına gelmiş olurdu. Mesela arkadaşına “اَلَمْ تَرَ أنِّي أنْعَمْتُ عليك فتشْكُرْ ” dediğin zaman, cevap fiilini “فتشْكُرَ ” diye mansub kılarsan, mana: “Görmedin mi ki ben sana iyilikte bulundum da sen teşekkür edeceksin ha!” şeklinde olur. Bu durumda sen onun müteşekkir olmadığını ifade etmiş, teşekkürde gevşek davrandığı konusunda şüphen olduğunu belirtmiş olursun. (Keşşâf ve Âşûr) 


 اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌۚ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Allah'ın  لَط۪يفٌ  ve  خَب۪يرٌ  şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

لَط۪يفٌ  خَب۪يرٌۚ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.