Hac Sûresi 62. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ هُوَ الْبَاطِلُ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  ...

Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ işte böyle
2 بِأَنَّ çünkü
3 اللَّهَ Allah
4 هُوَ o
5 الْحَقُّ Hak’tır ح ق ق
6 وَأَنَّ ve gerçekten
7 مَا şeyler
8 يَدْعُونَ yalvardıkları د ع و
9 مِنْ
10 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
11 هُوَ o
12 الْبَاطِلُ batıldır ب ط ل
13 وَأَنَّ ve gerçek şu ki
14 اللَّهَ Allah
15 هُوَ O
16 الْعَلِيُّ çok yücedir ع ل و
17 الْكَبِيرُ çok büyüktür ك ب ر
 
Bütün bu anlatılanların iyi kavranması için ilâhî kudretin herkesçe sürekli olarak görülen nişanelerinden bir örnek verilmekte, her şeyin Allah’ın varlık ve hoşnutluğuyla anlam kazandığı, O’nun dışında tapınılan, kendinden bir şeyler beklenen bütün varlıkların boş olduğu ifade edilmektedir (gecenin gündüze gündüzün de geceye katılması hakkında bk. Âl-i İmrân 3/27).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 748
 

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ هُوَ الْبَاطِلُ 

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ الْحَقُّ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur veya fasıl zamiridir.  الْحَقُّ  haber olup lafzen merfûdur.  اَنَّ مَا يَدْعُونَ  cümlesi,  اَنَّ  ve masdar-ı müevvele matuftur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَدْعُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَدْعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf mef’ûlün bihin haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur veya fasıl zamiridir.  الْبَاطِلُ  haber olup lafzen merfûdur. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  cümlesi  اَنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur veya fasıl zamiridir.  الْعَلِيُّ  haber olup lafzen merfûdur.  الْكَب۪يرُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَلِيُّ  ve  الْكَب۪يرُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ 

 

Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. 

Buradaki işaret ismi, kendisinden önce gelen işaret isminin tekrarıdır (tekrirdir). Bu nedenle atfedilmemiştir (atıf edatı kullanılmadı). (Âşûr)

Cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harfi nedeniyle mecrur mahalde olup mübteda olan  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene tazim ifade eder.

Bu ayette  ذٰلِكَ  ile Allah’ın kudretine işaret edilmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder.  ذَ ٰ⁠لِكَ  ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi, masdar tevilindedir.

Masdar-ı müevvel olan  بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ  cümlesinde haber olan  الْحَقُّ, marife olarak gelmiştir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübteda kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani Hak olma vasfı O’ndan başkasında bulunmaz. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fasıl zamirinden oluşan bu cümledeki kasr, kasrı hakîkîdir. (Âşûr)

Allah'ın sonsuz kudret ve ilme sahip olduğu sabittir; çünkü şüphesiz Allah, zatı için vaciptir; Kendi nefsinde, sıfatlarında ve fiillerinde eşsizliği sabittir. Zira O'nun vücudunun ve tekliğinin vacip olması, bütün varlıkların başlangıcı olmasını ve her şeyi bilmesini gerektirmektedir. Yahut Allah'ın hakkın ta kendisi olması, yegâne ilâh olarak sabit olmasıdır. Ve ancak her şeyi bilen ve her şeye muktedir olan zat ilâh olabilir. (Ebüssuûd)

 

 وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ هُوَ الْبَاطِلُ 

 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ هُوَ الْبَاطِلُ  cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.  اَنَّ ’nin ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası olan  يَدْعُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  دُونِه۪  izafeti gayrının tahkiri içindir.

هُوَ الْبَاطِلُ  cümlesi,  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Ya da  هُوَ  fasıl zamiridir,  الْبَاطِلُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani batıl sadece onda bulunur, başkasında bulunmaz.  

الْحَقُّ  -  الْبَاطِلُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

هُوَ الْبَاطِلُ  cümlesi ile  هُوَ الْحَقُّ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

وأنَّ ما تَدْعُونَ مِن دُونِهِ هو الباطِلُ  sözündeki kasra gelince burada fasıl zamiriyle oluşturulmuş kasr, başka batılı batıl değil hükmünde görerek hesaba katmamaları manasında iddiâî kasrdır. Ve bu onların putlarını küçük düşürmek (tahkir) için mübalağadır. Çünkü makam, mücadele (savaş) ve tehdit makamıdır. Yoksa putların çoğu gibi Arap olmayanların putları da batıldır. (geçersizdir) (Âşûr)


 وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ

 

Masdar harfi  اَنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan masdar tevilindeki  اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  cümlesi önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.

Zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak, hükmün illetini bildirmek için tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنَّ ’nin haberi olan  هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Ya da  هُوَ  fasıl zamiridir,  الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  mübtedanın iki haberidir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu asıflar O’ndan başkasında bulunmaz. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْعَلِيُّ  ,الْكَب۪يرُ  sıfatlarının aralarında “vav” olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Bu cümlede gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Allah'ın yüceliğini ifade eden   الْعَلِيُّ  kelimesi, tam bir celâl (heybet) ve mükemmellik manası için müsteardır. Büyüklük manasındaki  الْكَب۪يرُ, gücünün (kudretinin) tam olduğu manası için müsteardır. Yani sizin taptığınız putlar değil; O, en yücedir, en büyüktür. Çünkü o putların ne kemâli ne de görülecek bir delili yoktur. (Âşûr)