بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْمُلْكُ | mülk |
|
2 | يَوْمَئِذٍ | o gün |
|
3 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
4 | يَحْكُمُ | hükmeder |
|
5 | بَيْنَهُمْ | onların aralarında |
|
6 | فَالَّذِينَ | kimseler |
|
7 | امَنُوا | inananlar |
|
8 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
9 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
10 | فِي |
|
|
11 | جَنَّاتِ | cennetlerindedirler |
|
12 | النَّعِيمِ | ni’met |
|
اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْۜ
İsim cümlesidir. اَلْمُلْكُ mübteda olarak lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı, إذ için muzâftır.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
إذ mahzuf cümleye muzâftır. Takdiri, يوم يؤمنون أو يوم تزول مريتهم (İman ettikleri veya şüphelerinin yok olduğu gün) şeklindedir. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
يَحْكُمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بَيْنَهُمْ mekân zarfı, يَحْكُمُ fiiline mütealliktir.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
ف۪ي جَنَّاتِ car mecruru mübteda olan الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. النَّع۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِۜ
Ayet fasılla gelmiştir. اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِۜ cümlesi istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لِلّٰهِۜ, mahzuf habere mütealliktir. يَوْمَئِذٍ, amiline takdim edilmiştir.
يَوْمَ, zaman zarfıdır. لِلّٰهِۜ ’nin müteallakı olan mahzuf habere mütealliktir.
ئِذٍ, aslında sükun üzere mebni bir kelimedir. Burada kelimenin sonundaki tenvin, mahzuf muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır.
Şayet يَوْمَئِذٍ “(O gün) ifadesindeki tenvin hangi cümlenin yerini tutuyor?” dersen, şöyle derim: [Nankörce inkâr edenler ise (kıyamet) saat(i) -veya kısır bir günün azabı- ansızın başlarına gelene kadar ondan yana şüphe içinde kalmaya devam ederler. (Hac Suresi, 55)] ifadesine itibarla takdiri; “يوم يؤمنون (iman ettikleri gün) veya يوم تزول مريتهم (şüpheleri zail olduğu gün)” şeklindedir. (Keşşâf)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İşte o zaman, inkâr edenlerin şüphesi ortadan kalkacaktır. Bu; şüphenin zail olma şeklini soranların ve bunun zevaliyle beraber neyle karşılaşacakları sorusunun kaynağıdır. Yani makam المُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ile başlayarak devam eden cümle dolayısıyla uyanan gizli soruya detaylı bir cevap makamıdır. İstînâfi beyâniyye şeklinde gelmiştir.
اَلْمُلْكُ lafzındaki lâm-ı tarif, cins içindir. اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِۜ cümlesinde takdim kasrı vardır. Tıpkı الحَمْدُ لِلَّهِ cümlesinde olduğu gibi. Yani o gün mülk sadece Allah'a aittir. Allah'tan başkasına ait değildir. (Âşûr)
يَحْكُمُ بَيْنَهُمْۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Allah Teâlâ, o gün onlar arasındaki yegâne hakimin kendisi olduğunu, kendisi dışında hiçbir hakim bulunmayacağını beyan etmiştir ki bu insanları günah işlemekten caydırıcı bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
يَحْكُمُ بَيْنَهم cümlesi, المُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ cümlesinde bedel-i iştimâl olarak gelmiştir. المُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ cümlesi bu hükme hazırlık olarak gelmiştir. Bir manayı bedelle açıklamak ibhamdan sonra açıklamak demek demektir. (Âşûr)
فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
فَ, atıf harfidir. Cümle يَحْكُمُ بَيْنَهُمْۜ cümlesine matuftur.
Hükmün uygulanmasının ayrıntısı yani Allah’ın hükmünün açıklanmasıdır. (Âşûr)
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.
Merfû mahaldeki اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlun sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Fiillerin mazi fiil sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. الَّذ۪ينَ ’nin haberi mahzuftur.
Car mecrur ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ, bu mahzuf habere mütealliktir.
اَلْمُلْكُ - يَحْكُمُ ve جَنَّاتِ - النَّع۪يمِ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَمِلُ fiili zaman isteyen işlerde kullanılır. İyi ameller hemen ve süratle yapılamadığından, sabır ve metanet gerektirdiğinden عَمِلُ fiili kullanılmıştır. (Süyûtî, el-İtkan)
عمل fiili, zaman alan işlerde kullanılırken فعل tam tersi, bir anda olup biten, bir anda yapılan işler için kullanılır. Bu yüzden Kur’an’da salih amelin işlenmesi فعل fiiliyle değil de عمل ile ifade edilmiştir. Çünkü salih amel uzun zamana ihtiyaç duyar. Öte yandan Fil Suresinde, fiil sahiplerine yapılanlar anlatılırken اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ [Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi?] şeklinde فعل fiili ile ifade edilir. Çünkü helak bir anda olmuştur. (Fadl Hasan Abbas, Kelimâtu’l-Kur’aniyye ve Eseruhâ fi’d-Dirâsâti’l Luğaviyye, s. 554)
Aynı şekilde عَمِلَ fiili canlı bir varlık tarafından amaç güdülerek işlenen fiiller için söz konusudur. Bu anlamda فَعَلَ ’den daha daha özeldir. فَعَلَ amaçsız bir şekilde bir canlının işlediği fiiller de kullanılabileceği gibi cansız varlıklar içinde kullanılabilir. O yüzden Allah, müminlerin bir özelliği olarak salih amel işlemelerinden bahsederken bu kelimeyi عَمَلَ’yi kullanmakla bu işin bir amaç sonucu işlendiğini vurgulamaktadır.
Bunun tersine puthanedeki putların kırılmasından sorumlu tutulan Hz. İbrahim toplumuna karşı yaptığı savunmada قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا [Tam aksine şu büyükleri yaptı dedi. (Enbiya Suresi, 62)] derken فَعَلَ fiilini kullanmıştır ki bu yapılan işin cansız bir varlıktan şuursuz bir şekilde ortaya çıktığını göstermektedir. (Celalettin Divlekci, Anlam-Üslûp İlişkisi Bağlamında Kur’an’ın Üslûp Analizi)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا
الَّذ۪ينَ كَفَرُوا atıf harfi وَ ’la الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ’ya matuftur.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَذَّبُوا atıf harfi وَ ’la كَفَرُوا ’ya matuftur. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
فَ harfi zaiddir. فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktiır.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُه۪ينٌ kelimesi, عَذَابٌ ’un sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
الَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesi, önceki ayetteki الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır.
Ayet isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifade eder. Mevsûlün sılası olan كَفَرُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَ ’la sılaya atfedilen كَذَّبُوا cümlesi de aynı üsluptadır.
كَذَّبُوا fiili, تفعيل babındandır. تفعيل babının en yaygın anlamı teksirdir.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.
Mübtedası işaret ismi olan فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ cümlesi, الَّذ۪ينَ için haberdir. Cümleye dahil olan فَ tekid ifade eden zaid harftir. اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ, muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifade eder. Müsnedin, izafetle marife olması az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir. Müsned isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُه۪ينٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfatttır. Bu; zemmetmek gayesine matuf, sıfatla yapılan ıtnâbdır.
Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilenin önemini belirtmekte ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamaktadır.
Önceki ayetteki فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ cümlesiyle bu ayet arasında mukabele sanatı vardır.
لِلّٰهِۜ - بِاٰيَاتِنَا kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. Önceki ayetteki اٰمَنُوا ile كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كَذَّبُوا - كَفَرُوا ve عَذَابٌ - مُه۪ينٌ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ قُتِلُٓوا اَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللّٰهُ رِزْقاً حَسَناًۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
2 | هَاجَرُوا | hicret eden(ler) |
|
3 | فِي |
|
|
4 | سَبِيلِ | yolunda |
|
5 | اللَّهِ | Allah |
|
6 | ثُمَّ | sonra |
|
7 | قُتِلُوا | öldürülenler |
|
8 | أَوْ | veya |
|
9 | مَاتُوا | ölenler |
|
10 | لَيَرْزُقَنَّهُمُ | onları rızıklandıracaktır |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | رِزْقًا | bir rızıkla |
|
13 | حَسَنًا | en güzel |
|
14 | وَإِنَّ | ve doğrusu |
|
15 | اللَّهَ | Allah |
|
16 | لَهُوَ | elbette o |
|
17 | خَيْرُ | en hayırlısıdır |
|
18 | الرَّازِقِينَ | rızık verenlerin |
|
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ قُتِلُٓوا اَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللّٰهُ رِزْقاً حَسَناًۜ
الَّذ۪ينَ هَاجَرُوا atıf harfi وَ ’la الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ’ya matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هَاجَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
هَاجَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru هَاجَرُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُتِلُٓوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَاتُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mahzuf kasem ve cevabı ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. يَرْزُقَنَّ fetha üzere mebni muzari fiidir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. رِزْقاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَسَناً kelimesi, رِزْقاً ’ın sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
وَ istînâfiyye veya itiraziyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. خَيْرُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindedir. خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الرَّازِق۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الرَّازِق۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi رزق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ قُتِلُٓوا اَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللّٰهُ رِزْقاً حَسَناًۜ
Allah Teâlâ'nın muhacirlere yönelik yüce vaadini bildirdiği ayeti kerime وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tazim ifade eder.
Mevsûlün sılası olan هَاجَرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için tazim ve teşrif ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
ثُمَّ قُتِلُٓوا ve اَوْ مَاتُوا cümleleri, aynı üslupta gelerek …هَاجَرُوا ف۪ي cümlesinde atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
ثُمَّ kelimesi hükümde ortaklık, tertip ve mühlet gibi üç hususu kendinde toplayan bir harftir. قُتِلُٓوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Ayette, bu uğurda öldürülen ile ölene eşit vaatte bulunularak ikisinin de kastı ve asıl ameli eşit sayılmıştır. Ancak güzellik dereceleri farklı olabildiği için bu rızkın verildiği kimselerin hali ve dereceleri farklı da olabilir. (Ebüssuûd)
اَمَاتُو - قُتِلُٓوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Lam-ı muvattienin dahil olduğu cümle, mahzuf kasemin cevabı olup aynı zamanda الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf kasem ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
رِزْقاً kelimesi لَيَرْزُقَنَّهُمُ fiilinin mef’ûlu mutlakıdır. لَيَرْزُقَنَّهُمُ kelimesinde irsâd vardır.
وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
وَ istînâfiyye veya itiraziyyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Sübut istimrar ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اِنَّ ’nin haberi هُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ ’dir.
خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ izafeti, mevsûfun sıfatına izafesi kabilindendir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet, telezzüz, teberrük ve tazim duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi هُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan خَيْرُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. İzafet formunda gelişi, veciz ifade kastına matuftur.
يَرْزُقَنَّهُمُ - رِزْقاً - رَّازِق۪ينَ kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ cümlesi bedel ile mübdelün minh arasına girmiş itiraziye cümlesidir. Cümle, Cenab-ı Hakk'ın rızkının büyüklüğünü tasvir etmek için tekid harfi, lam-ı muzahlaka ve fasıl zamiri ile tekid edilmiştir. (Âşûr)لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلاً يَرْضَوْنَهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَل۪يمٌ حَل۪يمٌ
لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلاً يَرْضَوْنَهُۜ
Fiil cümlesidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يُدْخِلَنَّ fetha üzere mebni muzari fiidir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُدْخَلاً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَرْضَوْنَهُ fiili مُدْخَلاً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَرْضَوْنَ fiili (نَ) nûn-u nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûn-u nisve olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مُدْخَلاً kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَل۪يمٌ حَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
عَل۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. حَل۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ ve حَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلاً يَرْضَوْنَهُۜ
Fasılla gelen ayette لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nûn-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلاً يَرْضَوْنَهُۜ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلاً يَرْضَوْنَهُۜ cümlesi 58. ayetteki لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ رِزْقًا حَسَنًا cümlesinden bedel-i iştimâldir. (Âşûr)
Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Tekid ifade eden şeddeli نَّ, muzari fiilin sonuna bitişir. Tekid nunları bitiştikleri fiillere istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. Bu ayette mahzuf kaseme işaret eden lâm gelmiştir.
“Hiç şüphe yok ki Allah, onları, hoşnut olacakları bir yere sokacaktır.” Bu yerden murad cennettir. İbni Abbas (r.a.) diyor ki: “Ayette, ‘hoşnut olacakları’ denilmiş, çünkü onlar, cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir insanın tasavvur edemediği nimetleri görecekler ve bundan hoşnut olacaklardır.” (Ebüssuûd)
مُدْخَلاً kelimesi, يُدْخِلَنَّهُمْ fiilinin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur.
Ayet-i kerimede geçen مُدْخَلاً lâfzı, مُ ’in dammesi ve fethası ile; masdar ve ism-i mekân olarak okunmuştur. (Celâleyn Tefsiri)
يَرْضَوْنَهُ cümlesi مُدْخَلاً için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يُدْخِلَنَّهُمْ - مُدْخَلاً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَل۪يمٌ حَل۪يمٌ
Ta’lil hükmünde isti’naf cümlesidir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan عَل۪يمٌ ve حَل۪يمٌ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındadır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın عَل۪يمٌ ve حَل۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. (Âşûr) Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
حَل۪يمٌ ile “O, halim olduğu için günah işleyenlerin cezasını hemen peşin vermez, aksine tövbe edebilmeleri ve böylece cenneti hak edebilmeleri için onlara mühlet verir.” manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)ذٰلِكَۚ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِه۪ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | işte böyle |
|
2 | وَمَنْ | ve kim |
|
3 | عَاقَبَ | ceza verir de |
|
4 | بِمِثْلِ | dengiyle |
|
5 | مَا |
|
|
6 | عُوقِبَ | yapılan cezanın |
|
7 | بِهِ | kendisine |
|
8 | ثُمَّ | sonra |
|
9 | بُغِيَ | tekrar saldırılırsa |
|
10 | عَلَيْهِ | kendisine |
|
11 | لَيَنْصُرَنَّهُ | elbette ona yardım eder |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | لَعَفُوٌّ | affedendir |
|
16 | غَفُورٌ | bağışlayındır |
|
ذٰلِكَۚ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِه۪ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, الأمر veya الشأن (Durum.) şeklindedir. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
وَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَاقَبَ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. Mukadder kasem ve cevabı مَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
عَاقَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. بِمِثْلِ car mecruru عَاقَبَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası عُوقِبَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
عُوقِبَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِه۪ car mecruru عُوقِبَ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بُغِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْهِ car mecruru بُغِيَ fiiline mütealliktir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَنْصُرَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُۜ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
عَاقَبَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi عقب ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
عَفُوٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَفُوٌّ ve غَفُورٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَۚ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِه۪ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللّٰهُۜ
Fasılla gelen ayette icaz-ı hazif sanatı vardır. ذٰلِكَۚ hazf edilmiş mübtedanın haberidir. Takdiri, الأمر ذٰلِكَۚ şeklindedir.
وَ istnâfiyyedir. …وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِه۪ cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek kastına matuftur.
Mevsûlün sılası olan عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِه۪, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
بِمِثْلِ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası عُوقِبَ بِه۪ şeklinde mazi fiildir.
İsm-i mevsûller müphem yapıları nedeniyle sılaya ihtiyaç duyarlar.
ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ cümlesi, aynı üslupta gelerek …عَاقَبَ بِمِثْلِ cümlesinde atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
ثُمَّ kelimesi hükümde ortaklık, tertip ve mühlet gibi üç hususu kendinde toplayan bir harftir.
ثُمَّ kelimesi rütbeten terahi içindir. (Âşûr)
عُوقِبَ ve بُغِيَ fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
عُوقِبَ ve بُغِيَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Lam-ı muvattienin dahil olduğu لَيَنْصُرَنَّهُ اللّٰهُۜ cümlesi, mahzuf kasemin cevabı aynı zamanda مَنْ ‘in haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Allah, onlara yardım edeceğini çok tekidli bir ifadeyle bildirmiştir.
Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf kasem ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
عَاقَبَ - عُوقِبَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zemahşerî, Nahl Suresi 126. ayetteki yaklaşımının aksine burada “cezalandırma”nın عقاب tabiriyle ifade edilmesini, mülâbese yoluyla nazirin nazîre (benzer), nakıdın nakîda (zıt) hamli kabilinden görürken, (Zemahşerî, Keşşâf, c. IV, s. 207), Beyzâvî bunu iki tabir arasındaki sebep-sonuç ilişkisine bağlamıştır. (Beyzâvî, Envâr, c. IV, s. 77)
Beyzâvî’nin sözlerini neredeyse aynen tekrarlayan Ebüssuûd ise burada da müşâkele sanatını işaret etmiştir. (Ebüssuûd, İrşâd, c. VI, s. 116)
Şayet “Burada ‘Şüphesiz, Allah affedicidir, bağışlayıcıdır’ denmesi nasıl uygun düşer ki?!” dersen şöyle derim: Haksızlığa dengi ile karşılık verecek olan kişi Cenab-ı Hakk tarafından, suçluyu affetmeye ve onu cezalandırmamaya teşvik edilmekte, tahrim değil tenzih yöntemiyle buna yönlendirilmektedir. Kişi iş bu mendubu tercih ederek tenzih yolunu tutup affederse bu, Allah katında övgüyü gerektirecek bir durum olmaktadır. Eğer bunu tercih etmez ve bu konuda affı teşvik eden:
• [Kim affedip barışırsa, onun ecri Allah’a düşer.] (Şûra Suresi, 40)
• [Ki bağışlamanız takvaya daha yakındır.] (Bakara Suresi, 237)
• [Kim sabredip bağışlarsa... Bu da gerçekten kararlılık isteyen şeylerdendir.] (Şûr Suresi, 43) gibi ayetlere aldırmadan intikam almaya kalkarsa Allah o takdirde de affedicidir, bağışlayıcıdır. Yani teşvik etmiş olduğu şeyi terk ettiği için onu kınamaz; ikinci defa da af esasını ihlal edip saldırgandan intikamını aldığında, saldırgana karşı kendisine yardım edeceğini garanti eder. Şu da mümkündür: Allah Teâlâ, saldırgana karşı ona yardım edeceği garantisini verirken affın “kendisi” için de uygun olduğunu, bu iki sıfatını zikretmek suretiyle dolaylı olarak ifade etmiş olur. Ya da af ve mağfiretin zikredilmesi ile kendisinin ukubete kādir olduğunu göstermiş olur, çünkü birinin “affedici” olarak nitelenebilmesi için zıttına kādir olması gerekir. (Keşşâf)
“İşte durum böyle! Her kim, kendisine verilen cezanın (eziyetin) misli ile karşılık verir de sonra kendisine saldırılırsa hiç şüphesiz Allah ona yardım edecektir.”
Yani durum bundan ibarettir. Bu cümle, makabline izah mahiyetindedir ve kendisinden sonraki kelamın, makablinden bağımsız olduğuna dikkat çekmektedir.
Kendisine yapılan eziyetin misli ile karşılık vermek, kısasa fazla bir şey ilave etmeme demektir. İlk yapılan eziyete de ceza denilmesi, ikisi benzeşmesi içindir yahut cezanın sebebi olduğu için ona da ceza denilmiştir. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ cümlesi ta’lildir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade cümlenin taşıdığı hükümdür. (Süyûtî, el-İtkan , İtkan, c. 2, s. 176)
Allah’ın عَفُوٌّ ve غَفُورٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - عَفُوٌّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Bunlar mübâlağa ifade eden kiplerdendir. (Safvetu't Tefasir)
Bu fasıla gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Bu cümle, önceki cümlenin anlamını tekid eden mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatına dahildir.
Allah'ın bağışlaması ve mağfireti bol olduğundan, O'nun, “Kim sabreder ve affederse bu hareketi şüphesiz hayırlı işlerdendir.” ayetinde teşvik buyurduğu affetmeye ve sabra, bu kimse intikamı tercih etmesinden dolayı ondan sadır olan hareketi af ve mağfiret eder. Bu ayette bağışlamaya büyük teşvik vardır. Zira Allah'ın kudreti sonsuz olduğu halde kendisi affettiğine göre insanlar daha çok affetmelidir. Bir de bu ayet, Allah'ın cezalandırmaya kādir olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü ancak affın zıddına muktedir olan kimse af ile vasıflandırılır. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | işte böyle |
|
2 | بِأَنَّ | şüphesiz |
|
3 | اللَّهَ | Allah |
|
4 | يُولِجُ | sokar |
|
5 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
6 | فِي | içine |
|
7 | النَّهَارِ | gündüzün |
|
8 | وَيُولِجُ | ve sokar |
|
9 | النَّهَارَ | gündüzü |
|
10 | فِي | içine |
|
11 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
12 | وَأَنَّ | ve doğrusu |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
15 | بَصِيرٌ | görendir |
|
Velece ولج : وُلُوجٌ dar bir yere girmek demektir. Bu köke ait وَلِيجَةٌ kelimesi ise insanın kendi ehlinden/ailesinden olmadığı halde kendisine dayanmak için edindiği her gizli dost; diğer bir görüşe göre ise herşeydir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 14 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. يُولِجُ fiili اَنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
يُولِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي النَّهَارِ car mecruru يُولِجُ fiiline mütealliktir.
يُولِجُ النَّهَارَ atıf harfi وَ ’la يُولِجُ الَّيْلَ ’e matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الَّيْلِ car mecruru يُولِجُ fiiline mütealliktir.
وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
سَم۪يعٌ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
سَم۪يعٌ ve بَص۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ
Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde, mübteda olan ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene tazim ifade eder.
Bu ayette ذٰلِكَ ile Allah’ın kudretine işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder. ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Masdar-ı müevvel olan …اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.
اَنَّ ’nin haberi olan يُولِجُ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِ harf-i ceri sebebiyyedir. (Âşûr)
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ cümlesinde akis sanatı, ayrıca bu cümleler arasında mukabele vardır. Burada fiillerin müteallıkları arasında akis gerçekleşmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Gece ve gündüzden birini diğerinin içine sokulması; güneşin kaybolmasıyla, birinin karanlığının ötekinin aydınlığının yerini alması, doğmasıyla da birinin aydınlığının diğerinin karanlığının yerini doldurmasıdır. (Keşşâf ve Âşûr)
الَّيْلِ - النَّهَارَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, bu kelimelerin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
Masdar harfi اَنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan masdar tevilindeki اَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ cümlesi önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
Zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak, hükmün illetini bildirmek için tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَمِیعٌ ,بَص۪يرٌ sıfatlarının aralarında “vav” olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Bu cümlede gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ هُوَ الْبَاطِلُ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | işte böyle |
|
2 | بِأَنَّ | çünkü |
|
3 | اللَّهَ | Allah |
|
4 | هُوَ | o |
|
5 | الْحَقُّ | Hak’tır |
|
6 | وَأَنَّ | ve gerçekten |
|
7 | مَا | şeyler |
|
8 | يَدْعُونَ | yalvardıkları |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
11 | هُوَ | o |
|
12 | الْبَاطِلُ | batıldır |
|
13 | وَأَنَّ | ve gerçek şu ki |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | هُوَ | O |
|
16 | الْعَلِيُّ | çok yücedir |
|
17 | الْكَبِيرُ | çok büyüktür |
|
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ هُوَ الْبَاطِلُ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ الْحَقُّ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur veya fasıl zamiridir. الْحَقُّ haber olup lafzen merfûdur. اَنَّ مَا يَدْعُونَ cümlesi, اَنَّ ve masdar-ı müevvele matuftur.
مَا müşterek ism-i mevsûl اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَدْعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf mef’ûlün bihin haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur veya fasıl zamiridir. الْبَاطِلُ haber olup lafzen merfûdur.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur veya fasıl zamiridir. الْعَلِيُّ haber olup lafzen merfûdur. الْكَب۪يرُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْعَلِيُّ ve الْكَب۪يرُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ
Ayet fasılla gelmiş müstenefedir.
Buradaki işaret ismi, kendisinden önce gelen işaret isminin tekrarıdır (tekrirdir). Bu nedenle atfedilmemiştir (atıf edatı kullanılmadı). (Âşûr)
Cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup mübteda olan ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene tazim ifade eder.
Bu ayette ذٰلِكَ ile Allah’ın kudretine işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder. ذَ ٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
اَنَّ ve akabindeki isim cümlesi, masdar tevilindedir.
Masdar-ı müevvel olan بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ cümlesinde haber olan الْحَقُّ, marife olarak gelmiştir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübteda kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani Hak olma vasfı O’ndan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fasıl zamirinden oluşan bu cümledeki kasr, kasrı hakîkîdir. (Âşûr)
Allah'ın sonsuz kudret ve ilme sahip olduğu sabittir; çünkü şüphesiz Allah, zatı için vaciptir; Kendi nefsinde, sıfatlarında ve fiillerinde eşsizliği sabittir. Zira O'nun vücudunun ve tekliğinin vacip olması, bütün varlıkların başlangıcı olmasını ve her şeyi bilmesini gerektirmektedir. Yahut Allah'ın hakkın ta kendisi olması, yegâne ilâh olarak sabit olmasıdır. Ve ancak her şeyi bilen ve her şeye muktedir olan zat ilâh olabilir. (Ebüssuûd)
وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ هُوَ الْبَاطِلُ
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ هُوَ الْبَاطِلُ cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur. اَنَّ ’nin ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası olan يَدْعُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. دُونِه۪ izafeti gayrının tahkiri içindir.
هُوَ الْبَاطِلُ cümlesi, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Ya da هُوَ fasıl zamiridir, الْبَاطِلُ mübtedanın haberidir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani batıl sadece onda bulunur, başkasında bulunmaz.
الْحَقُّ - الْبَاطِلُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
هُوَ الْبَاطِلُ cümlesi ile هُوَ الْحَقُّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وأنَّ ما تَدْعُونَ مِن دُونِهِ هو الباطِلُ sözündeki kasra gelince burada fasıl zamiriyle oluşturulmuş kasr, başka batılı batıl değil hükmünde görerek hesaba katmamaları manasında iddiâî kasrdır. Ve bu onların putlarını küçük düşürmek (tahkir) için mübalağadır. Çünkü makam, mücadele (savaş) ve tehdit makamıdır. Yoksa putların çoğu gibi Arap olmayanların putları da batıldır. (geçersizdir) (Âşûr)
وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ
Masdar harfi اَنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan masdar tevilindeki اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ cümlesi önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
Zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak, hükmün illetini bildirmek için tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنَّ ’nin haberi olan هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Ya da هُوَ fasıl zamiridir, الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ mübtedanın iki haberidir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu asıflar O’ndan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَلِيُّ ,الْكَب۪يرُ sıfatlarının aralarında “vav” olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümlede gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah'ın yüceliğini ifade eden الْعَلِيُّ kelimesi, tam bir celâl (heybet) ve mükemmellik manası için müsteardır. Büyüklük manasındaki الْكَب۪يرُ, gücünün (kudretinin) tam olduğu manası için müsteardır. Yani sizin taptığınız putlar değil; O, en yücedir, en büyüktür. Çünkü o putların ne kemâli ne de görülecek bir delili yoktur. (Âşûr)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ فَتُصْبِـحُ الْاَرْضُ مُخْضَرَّةًۜ اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi |
|
3 | أَنَّ | kesinlikle |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | أَنْزَلَ | indirir |
|
6 | مِنَ | -ten |
|
7 | السَّمَاءِ | gök- |
|
8 | مَاءً | bir su |
|
9 | فَتُصْبِحُ | böylece olur |
|
10 | الْأَرْضُ | yeryüzü |
|
11 | مُخْضَرَّةً | yemyeşil |
|
12 | إِنَّ | doğrusu |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | لَطِيفٌ | latiftir |
|
15 | خَبِيرٌ | habirdir |
|
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ فَتُصْبِـحُ الْاَرْضُ مُخْضَرَّةًۜ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰه lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مَٓاءًۘ fail olup lafzen merfûdur. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُصْبِـحُ nakıs, merfû muzari fiildir. الْاَرْضُ kelimesi تُصْبِـحُ ’un ismi olup merfûdur.
مُخْضَرَّةً kelimesi, تُصْبِـحُ ’un haberi olup lafzen merfûdur.
مُخْضَرَّةً kelimesi, sülâsi mücerredi خضر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür. تُصْبِـحُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صبح ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَط۪يفٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. خَب۪يرٌۚ kelimesi ikinci haber olup lafzen merfûdur.
لَط۪يفٌ ve خَب۪يرٌۚ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ فَتُصْبِـحُ الْاَرْضُ مُخْضَرَّةًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze ihbari manada istifham harfi, لَمْ muzariye dahil olduğunda onu cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren nefy harfidir.
Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, taaccüp ve kınama manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatları vardır.
İstifham inkârîdir. (Âşûr)
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. اَنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
اَنَّ ’nin haberi olan اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Nakıs fiil اَصبِح ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi فَ ile اَنَّ’nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, الْاَرْضُ, nakıs fiil اَصبِح ‘nın ismi, مُخْضَرَّةًۜ haberidir.
تُصْبِـحُ fiilinin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَرْضُ - السَّمَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, الْاَرْضُ - السَّمَٓاءِ - مَٓاءًۘ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki görme, kalp görmesidir. Yani kalbinle idrak etmez misin ki Allah gökleri ve yeri hikmet ile ve yaratılması gerektiği şekilde yaratmıştır. O, dilerse sizi tamamen yok eder ve sizin yerinize, sizinle onlar arasında hiçbir alaka bulunmayan yepyeni bir halk yaratır. (Ebüssuûd)
“Görmedin mi?” tabiri ile “Bilmedin mi?” manası kastedilmiştir. Bu ifadeyi “ilim” manasına almak gerekir. Zira bu görmeden kastedilen ilimdir. Çünkü görmeye ilim birleşmediğinde, o görme işi adeta tahakkuk etmemiş gibi olur. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ’nın, bu ayette söze mazi اَنْزَلَ kipiyle başlayıp muzari kalıbıyla فَتُصْبِـحُ şeklinde devam etmesinin hikmetini Beyzâvî şöyle açıklar: “Fiilin فأصبحت şeklinde mazi kipiyle verilmeyip فَتُصْبِـحُ şeklinde muzari sıygası kullanılması, yağmurun tesirinin zaman zaman görülmesindendir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı ve Âşûr)
Birinci soru: Ayette niçin, beklendiği üzere mazi فَاَصْبَحَتْ değil de muzari فَتُصْبِحُ buyurulmuştur?
Cevap: Bu şöyle bir nükteden dolayıdır: Bu, o yağmurun eserinin uzun bir süre devam ettiğini anlatmak içindir. Bu, senin tıpkı
اَنْعَمَ عَلَىَّ فُلَانٌ عَامَ كَذَا فَاَرُوحُ وَ اَعْدُ شَاكِرًا لَهُ
“Falanca bana, falan yıl ikramda bulunmuştu. Şimdi ben de sabah akşam ona teşekkür ediyorum.” demen gibidir. Binaenaleyh, şayet sen
فَرُحْتُ وَ غَدَوْتُ “Sabah akşam teşekkür ettim” demiş olsaydın, bu önceki ifadenin yerini tutmazdı. (Fahreddin er-Râzî)
Bu olayları zihne yaklaştırmak ve canlı tutmak, eylemin tekrar edebilirliğini ve sürekliliğini göstermek gibi belâgî gerekçelerle mazi kipinden süreklilik bildiren muzari sıygasına geçmek, Kur’an’ın önemli üslup özelliklerindendir. Şayet “Neden istifhamın cevabı olan ُ فَتُصْبِـحُ fiili mansub değil de merfû oldu?” dersen, şöyle derim: Mansub kılınsaydı o takdirde maksadın aksi bir manayı ifade ederdi, çünkü amaçlanan mana yeşilliğin ispatıdır. Nasb halinde bu, yeşillik olmadığı anlamına gelmiş olurdu. Mesela arkadaşına “اَلَمْ تَرَ أنِّي أنْعَمْتُ عليك فتشْكُرْ ” dediğin zaman, cevap fiilini “فتشْكُرَ ” diye mansub kılarsan, mana: “Görmedin mi ki ben sana iyilikte bulundum da sen teşekkür edeceksin ha!” şeklinde olur. Bu durumda sen onun müteşekkir olmadığını ifade etmiş, teşekkürde gevşek davrandığı konusunda şüphen olduğunu belirtmiş olursun. (Keşşâf ve Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌۚ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Allah'ın لَط۪يفٌ ve خَب۪يرٌ şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَط۪يفٌ - خَب۪يرٌۚ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مَا فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la مَا فِي السَّمٰوَاتِ ’ya matuftur.
وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْغَنِيُّ haber olup lafzen merfûdur. الْحَم۪يدُ۟ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْغَنِيُّ ve الْحَم۪يدُ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُ mahzuf mukaddem bir habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. (Âşûr) Kasr mukaddem haber ve muahhar mübteda arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. لَهُ mevsûf/maksûrun aleyh, مَا فِي السَّمٰوَاتِ sıfat/maksûrdur.
Mecrurun takdimi, kasra delalet içindir. Kasr-ı izafî olarak düşünülürse bunlar Allah’ındır, putların değildir. Kasrın iddiâî olduğu düşünülürse başkalarının ganîliği ve övgüye değer oluşu hesaba katılmaz demektir. (Âşûr)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.
Ayetteki ikinci mevsûl birinciye, tezat nedeniyle atfedilmiştir. Mevsûlün sılası mahzuftur. فِي الْاَرْضِۜ, bu mahzuf sılaya mütealliktir.
وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟
Ayetin son cümlesi وَ ’la istînâf cümlesine atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
الْغَنِيُّ haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar O’ndan başkasında bulunmaz.
Kasrın maksura nispetini (yakınlığı-bağı) sağlamak için tekid harfi ve lâm-ı ibtida ile hasrı kuvvetlendirmiştir. (Âşûr)
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
الْغَنِيُّ ve الْحَم۪يدُ۟ şeklindeki sıfatlarının marife olarak gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da kemâl derecede olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْغَنِيُّ - الْحَم۪يدُ۟ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Göklerde ve yerde olanların sahibi, tabîidir ki kendisinden başka her şeyden müstağnîdir. Ve madem ki göklerde ve yerde olan her şeyi kullarının menfaati için yaratmıştır, o halde bu nimetleri yaratan Allah Teâlâ kulları tarafından hamd edilmeye layıktır. Bu, ayetteki muhteşem anlam ve lafız uyumu bedî’ sanatlardan, teşâbüh-i etrâftır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bu ayette Allah’ın yerdeki ve göktekilerin sahibi olması onun zaten hiçbir şeye ihtiyacının olmamasına (الْغَنِيُّ), onları kullarına musahhar kılması da Hamîd (الْحَم۪يدُ۟) olmasına uygun düşmüştür.
Ayette mevcut olan kelimelerin bu tür bir uygunluğu muâhât sanatı için örnek teşkil ederken, fasıla ile anlamın örtüşmesi dolayısıyla teşâbüh-i eṭrâf, الْغَنِيُّ - الْحَم۪يدُ۟ sıfatlarının birbirleriyle uyumlu olarak gelmesinde de i’tilâf vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)