10 Haziran 2025
Hac Sûresi 47-55 (337. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hac Sûresi 47. Ayet

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُۜ وَاِنَّ يَوْماً عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ  ...


Bir de senden acele azap istiyorlar. Hâlbuki Allah asla va’dinden caymaz. Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَسْتَعْجِلُونَكَ ve senden çabucak istiyorlar ع ج ل
2 بِالْعَذَابِ azabı ع ذ ب
3 وَلَنْ fakat
4 يُخْلِفَ caymaz خ ل ف
5 اللَّهُ Allah
6 وَعْدَهُ sözünden و ع د
7 وَإِنَّ ve şüphesiz
8 يَوْمًا bir gün ي و م
9 عِنْدَ yanında ع ن د
10 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
11 كَأَلْفِ bin (yıl) gibidir ا ل ف
12 سَنَةٍ yıl س ن و
13 مِمَّا
14 تَعُدُّونَ sizin saydıklarınızdan ع د د
Allah katında bir günün bizim hesabımızla bin yıl olduğu Peygamber Efendimizin şu hadisinden de öğreniyoruz:” Fakir Müslümanlar, Cennet’e zenginlerden beş yüz sene yani yarım gün önce girerler”
( Tirmizi, Zühd 37; İbni Mâce, Zühd 6; Ahmed b. Hanbel , Müsned , II , 451,512).

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  

يَسْتَعْجِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِالْعَذَابِ  car mecruru  يَسْتَعْجِلُونَ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. 

يُخْلِفَ  mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

وَعْدَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَسْتَعْجِلُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  عجل ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.  

يُخْلِفَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خلف ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَاِنَّ يَوْماً عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

 

وَ  atıf harfidir. İtiraziyye olması da caizdir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  يَوْماً  kelimesi,  اِنَّ nin ismi olup lafzen mansubdur.

عِنْدَ  mekân zarfı,  يَوْماً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَاَلْفِ  car mecruru  اِنَّ nin mahzuf haberine müteallıktır.  سَنَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَلْفِ سَنَةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

تَعُدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَسْتَعْجِلُونَكَ  muzari fiili teceddüt ve istimrar için gelmiştir. Bu fiildeki çoğul zamir müşriklere aittir. (Âşûr) 

يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ  cümlesi lafzen haber olmakla beraber istifham manasında inşâî cümledir. (Âlûsî) 

بِالْعَذَابِ  kavlindeki  بِ  acele etmenin şiddetini tekid için zaiddir. Sanki azabın acele gelmesini hırsla arzu ediyorlardır. (Âşûr) 

وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُ  cümlesi makabline matuftur.

لَنْ  muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren ve tekid ifade eden edattır. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Allah’a ait zamirin  وَعْدَ ’ye izafe edilmesi, vaadin şanı içindir.

O kâfirler, kendilerine vadedilen azabın gelmesini şiddetle inkâr ediyorlardı. Onların o azabın çabuk gelmesini istemeleri, Resulullah (s.a.) ile alay etmek ve kendi, iddialarına göre Resulullah'ı (s.a.) aciz bırakmak içindi. İşte bunun için bu halleri, hata sayılmak ve reddedilmek yolu ile kendilerinden hikâye edilmiştir.

(Ebüssuûd)


 وَاِنَّ يَوْماً عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

 

وَ  atıf veya itiraziyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَاَلْفِ سَنَةٍ  car mecruru,  اِنَّ’nin mahzuf haberine müteallıiktir.

مِن  harfiyle birlikte  سَنَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallik olan müşterek ism-i mevsûl  مَّا’nın sılası olan  تَعُدُّونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette muzari sıygadaki fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Peygambere (s.a.) aid muhatab zamirinin  رَبِّ  lafzına izafesi, Peygamberimize teşrif ve destek amaçlıdır.

وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُ [Allah da vaadinden asla caymayacaktır.] şeklindeki ilk cümle, o azabın, vadedilen vaktinden önce gelmesinin imkânsız olduğunu beyan ederek onların onu acele istemelerinin anlamsız olduğunu bildirmektedir. İkinci cümle  وَاِنَّ يَوْماً عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ  [Rabbin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.] ise Allah katında pek kısa olan bir müddetin onlar için çok uzun sayıldığını beyan ederek acele etmelerinin anlamsız olduğunu beyan etmektedir. (Ebüssuûd)

تَعُدُّونَ  fiilinde hitap, Peygamber Efendimiz ve müminleredir. (Âşûr)

يَوْماً - سَنَةٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin muayyen olmayan cinsi ifade eder.
Hac Sûresi 48. Ayet

وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ اَخَذْتُهَاۚ وَاِلَيَّ الْمَص۪يرُ۟  ...


Zalim oldukları hâlde, mühlet verdiğim, sonra da kendilerini azabımla yakaladığım nice memleket halkları vardır. Dönüş yalnız banadır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَأَيِّنْ ve niceleri var ki
2 مِنْ -den
3 قَرْيَةٍ kentler- ق ر ي
4 أَمْلَيْتُ biraz süre vermişimdir م ل و
5 لَهَا ona
6 وَهِيَ o
7 ظَالِمَةٌ zulmederken ظ ل م
8 ثُمَّ sonra
9 أَخَذْتُهَا onu yakalamışımdır ا خ ذ
10 وَإِلَيَّ ancak banadır
11 الْمَصِيرُ dönüş ص ي ر

وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ اَخَذْتُهَاۚ وَاِلَيَّ الْمَص۪يرُ۟

 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَاَيِّنْ  adet ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَرْيَةٍ  car mecruru  كَاَيِّنْ ’nin temyizidir. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْلَيْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهَا  car mecruru  اَمْلَيْتُ  fiiline mütealliktir. 

اَمْلَيْتُ لَهَا  cümlesi, mübteda  كَاَيِّنْ ’nin haberi olarak mahallen merf’ûdur.  وَهِيَ ظَالِمَةٌ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ظَالِمَةٌ  kelimesi, mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

اَخَذْتُهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir.  اِلَيَّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَص۪يرُ۟  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

اَمْلَيْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ملو ’dir. 

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

ظَالِمَةٌ  kelimesi sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمَص۪يرُ۟  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ اَخَذْتُهَاۚ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İlk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَاَيِّنْ  mübteda olarak mahallen merfudur. Haberi  اَمْلَيْتُ لَهَا  cümlesidir.  كَاَيِّنْ ’in hazf edilmiş bir fiilin mef’ûlü olması da caizdir. 

Ayet-i kerîme’de geçen  كَاَيِّنْ  lafzı,  كم  manasındadır. Bu kelime, teşbih edatı  ك  ile sayıda çokluk ifade eden tenvinli  اىّ  kelimesinden meydana gelir. Bu kelime; devamlı cümle başında bulunan, temyize muhtaç olarak müphem halde gelen, temyizi çoğunlukla  من  harf-i ceri ile yapılan mebni bir kelimedir. (Süyûtî, el-İtkan, c. 1, s. 463) 

وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ  cümlesi  كَمْ مِنْ أهْلِ قَرْيةٍ  demektir. Muzâf hazf edilmiş, muzâfun ileyh îrabda, zamirlerin rücuunda ve hükümlerde onun yerine geçirilmiştir. Bu da genelleme ve korkutma içindir. Birincinin ( فَكَاَيِّنْ, ayet 45)  فَ  ile bunun ise وَ  ile (وَكَاَيِّنْ) gelmesi şunun içindir; birincisi فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرٍ  kavlinin cevabıdır; bu ise geçen iki cümle bakımından vadedilen şeyin muhakkak onları saracağını ve gecikmesinin Allah Teâlâ'nın âdeti gereği olduğu içindir. (Fahreddin er-Râzî, Beyzâvî)

وَهِيَ ظَالِمَةٌ  cümlesi  اَمْلَيْتُ لَهَا ’daki zamirden nasb konumda haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned, ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve süreklilik ifade etmiştir. 

هِيَ ظَالِمَةٌ  ibaresinde, mecazî isnad vardır. Bu ifadede kastedilen, o şehirde yaşayan insanların zalim olduklarıdır. فَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا  ibaresi de aynı şekilde mecazî isnaddır. Helak edilen, karyedeki insanlardır. 

Bu ayette zikredilen  قَرْيَةٍ  kasıt onun halkıdır. Çünkü zulmeden ve zulümleri sebebiyle Allah tarafından cezaya çarptırılan onlardır. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

وَهِيَ ظَالِمَةٌ “Onlar zulmedip dururlarken” cümlesi, Allah'ın son derece Halîm olduğunu ifade etmekte ve o acele edenlerin zulmünü tariz yolu ile bildirmektedir. Yani “Biz, onlara mühlet verdik; Halbuki bu kâfirler gibi onların zulmü de cezalarının acilen verilmesini gerektiriyordu. Ama Ben, onlara uzun mühlet verdikten sonra azap ve ceza ile onları yakalamışımdır.” demektir. (Ebüssuûd)

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Atıf harfi  ثُمَّ  ile makabline atfedilen  ثُمَّ اَخَذْتُهَاۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ثُمَّ  kelimesi hükümde ortaklık, tertip ve mühlet tanıma gibi üç hususu kendinde toplayan bir harftir. Burada  atıf harfi olarak terahi (gecikme) manası ifade eder. 

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.

Bu ayet ilk cümlesi 45. ayetteki cümleyle bir kelime hariç aynıdır. Aralarında, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.


وَاِلَيَّ الْمَص۪يرُ۟

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin fasılası olan  وَاِلَيَّ الْمَص۪يرُ۟, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَيَّ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Bu takdim kasr ifade eder. Yani “Bütün insanların hepsinin varış yeri sadece ve sadece banadır.”

Bu cümle, makabli için açıklayıcı bir tezyîl mahiyetinde olup tariz yoluyla ifade edilen o acelecilerin işlerinin sonunun, bu çetin yakalayış olacağını sarih olarak ifade etmektedir. (Ebüssuûd, Âşûr) 

Cümle mesel tarikinde olmayan tezyîldir. 

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Hac Sûresi 49. Ayet

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ  ...


De ki: “Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَيُّهَا ey
3 النَّاسُ insanlar ن و س
4 إِنَّمَا şüphesiz
5 أَنَا ben
6 لَكُمْ sizin için
7 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
8 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
Resûlullah’tan, hitap ettiği inkârcılara kendi görevinin mahiyetini yani sadece bir uyarıcı olduğunu, yoksa azabı çabuklaştırmak veya ertelemek gibi bir yetki ve görevinin bulunmadığını açıklaması istenmektedir. Ardından, bu uyarılara kulak verip iman eden ve imanına uygun davranışlar sergileyenleri, Allah tarafından bağışlanma ve değerli nimetlerin yani cennet ve ebedî mutluluğun beklediği bildirilmekte; daha sonra da, Allah’ın bunca âyetine, yani peygamber ve kitap göndermiş, evreni de kendi varlığının ve birliğinin delilleriyle donatmış olmasına rağmen bu kanıtları çürütmek için boşu boşuna çaba harcayanların acı âkıbeti hatırlatılmaktadır. 51. âyetin “birbirleriyle yarışırcasına” şeklinde çevrilen kısmı “(Allah’ı) âciz bırakabileceklerini sanarak” şeklinde de anlaşılmıştır (Taberî, XVII, 185).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 741

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harf-i tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا  müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli, nida ve cevabı olup mahallen mansubdur.

اِنَّـمَٓا, kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir. 

Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru نَذ۪يرٌ e mütealliktir.  مُب۪ينٌ  kelimesi  نَذ۪يرٌ in sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

 

Ayet, istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavli …يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّـمَٓا اَنَا۬  şeklinde nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  emri söylenecek sözün önemi sebebiyledir. Mekulü’l-kavlin (söze) insanlara nida ile başlanılması dikkat çekmek içindir. (Âşûr)

Nidanın cevabı olan  اِنَّـمَٓا اَنَا۬ لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ  cümlesi, kasr üslubuyla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَنَا۬  mübteda,  نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ  haberdir. Car mecrur  لَكُمْ, ihtimam için takdim edilmiştir.

Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  اَنَا۬  mevsûf/maksûr,  نَذ۪يرٌ  sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Mevsûf, sıfata hasredilmiştir. Kasr izafîdir. Peygamber Efendimiz, sadece uyarıcı olmaya kasredilmiştir. Diğer sıfatlar yok sayılarak mübalağa yapılmıştır. 

اَنَا۬ لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ  cümlesinde car mecrurun takdimi uyarının önemi sebebiyledir. Bu takdimle büyük bir kötülüğün eşiğinde olduklarına ima vardır. Onlar uyarılmaya değerdir. (Âşûr)

اِنَّـمَٓا  ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَذ۪يرٌ  için sıfat olan  مُب۪ينٌۚ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Siyakın zahiri, insanlar ile murad edilenin müşrikler olmasını gerektirir. (Alûsî)

 
Hac Sûresi 50. Ayet

فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ  ...


Artık iman edip salih ameller işleyenler var ya, işte onlar için bir bağışlama güzel bir nimet (cennet) vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالَّذِينَ ve
2 امَنُوا inananlar için ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanlar için ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
5 لَهُمْ onlara vardır
6 مَغْفِرَةٌ mağfiret غ ف ر
7 وَرِزْقٌ ve rızık ر ز ق
8 كَرِيمٌ bol ك ر م

فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا  fiili atıf harfi  وَ la  اٰمَنُوا ya matuftur.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ  cümlesi mübteda  الَّذ۪ينَ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَغْفِرَةٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  رِزْقٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  مَغْفِرَةٌ e matuftur.  كَر۪يمٌ  kelimesi, رِزْقٌ un sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

الصَّالِحَاتِ  sülâsi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 كَر۪يمٌ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ

 

Ayet  فَ  ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder. 

Merfû mahaldeki  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Burada  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الاعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif vardır.

لَهُمْ مَغْفِرَةٌ  cümlesi, mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda olan  مَغْفِرَةٌ ’daki tenvin, kesret nev ve tazim ifade eder.

مَغْفِرَةٌ, ya küçük günahların bağışlanması yahut tövbe edilen büyük günahların bağışlanması veyahut da tövbe edilmeksizin büyük günahların bağışlanması demektir. (Fahreddin er-Râzî)   

وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ, tezâyüf sebebiyle  مَغْفِرَةٌ a atfedilmiştir. 

رِزْقٌ  için sıfat olan  كَر۪يمٌ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

 
Hac Sûresi 51. Ayet

وَالَّذ۪ينَ سَعَوْا ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  ...


Âyetlerimizi geçersiz kılmak için çaba gösterenler var ya, işte onlar cehennemliklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ -a gelince
2 سَعَوْا çalışanlar- س ع ي
3 فِي
4 ايَاتِنَا eyetlerimizi ا ي ي
5 مُعَاجِزِينَ etkisiz bırakmak için ع ج ز
6 أُولَٰئِكَ onlar
7 أَصْحَابُ ashabıdır ص ح ب
8 الْجَحِيمِ cehennem ج ح م

وَالَّذ۪ينَ سَعَوْا ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  سَعَوْا dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

سَعَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ٓي اٰيَاتِنَا  car mecruru  سَعَوْا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُعَاجِز۪ينَ  kelimesi,  سَعَوْا deki failinin hali olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  cümlesi mübteda olan  الَّذ۪ينَ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

İsm-i işaret  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَصْحَابُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْجَح۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مُعَاجِز۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

جَح۪يمِ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ سَعَوْا ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ

 

Atıfla gelen ayet önceki ayetteki  الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ’ya matuftur. Atıf sebebi tezattır.

Mübteda konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  سَعَوْا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin biliniyor olmasının yanında, onlara tahkir içindir.

Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesi, sübut ve istimrar ifade etmektedir.

Kâfirlerin durumunu Cenab-ı Hakk,  وَالَّذ۪ينَ سَعَوْا ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ [Ayetlerimiz hususunda müminleri aciz bırakmak gayesiyle koşuşanlara (gelince)] buyurarak bununla onların, ayetleri reddetme ve yalanlama hususundaki gayret ve ileri çabaları kastedilmiştir. Çünkü onlar bu ayetlere sihir, şiir ve geçmiş ümmetlerin masalları demişlerdir.  مُعَاجِز۪ينَ  Arapça'da tıpkı yürüyen kimsenin en son takat ve gücünü kullandığında denilmesi gibi herhangi bir işte son noktasına kadar gücünü kullanan kimseye, artık gücünün sonuna geldiği için mecazî olarak denilir. Cenab-ı Hakk burada, mecazi olarak ayetlerini zikretmiş ve bununla o kâfirlerin, ayetlerini yalanlamalarını kastetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)  

الَّذ۪ينَ nin haberi olan  اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  isim cümlesi formunda gelmiştir. Bu cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi tahkir ifade eder. 

مُعَاجِز۪ينَ  kelimesi  مفاعلة  babının ism-i failidir.  مفاعلة  babı; fiile müşareket (ortaklık), teksir (çokluk, bir şeyi çok yapmak), bir işi peş peşe yapmak manalarını katar. 

Bu kelam bir temsildir. Onların Kur’an’ı inkâr etmedeki maharetleri, “O sihirdir, o şiirdir, o evvelkilerin masallarıdır, o mecnun sözüdür.” sözlerinin delalet ettiği Peygamberimize olan mücadeleleri ve inkârları; birine ulaşmaya çalışan ve bunun için yarışan kişiye benzetilmiştir. (Âşûr)

اٰيَاتِنَا  izafetinde ayetlerin azamet zamirine muzâf oluşu, onları tazim, tekrim içindir.

اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ  izafeti, muzâfın tahkiri içindir. Bu ifadede istiare vardır. Cehennemde bulunmak, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ  [İman edip iyi ameller işleyenler için  mağfiret ve bol rızık vardır.] - وَالَّذ۪ينَ سَعَوْا ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  [Ayetlerimiz hakkında birbirini geri bırakırcasına yarışanlara gelince işte bunlar cehennemliklerdir.] ayeti arasında latif mukabele sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)
Hac Sûresi 52. Ayet

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ اِلَّٓا اِذَا تَمَنّٰٓى اَلْقَى الشَّيْطَانُ ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌۙ  ...


Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 أَرْسَلْنَا göndermemiştik ر س ل
3 مِنْ
4 قَبْلِكَ senden önce ق ب ل
5 مِنْ hiçbir
6 رَسُولٍ resul ر س ل
7 وَلَا ve ne de
8 نَبِيٍّ nebi ن ب ا
9 إِلَّا olmayan
10 إِذَا zaman
11 تَمَنَّىٰ temenni ettiği م ن ي
12 أَلْقَى (bir düşünce) atmış ل ق ي
13 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
14 فِي
15 أُمْنِيَّتِهِ onun temennisine م ن ي
16 فَيَنْسَخُ fakat siler ن س خ
17 اللَّهُ Allah
18 مَا şeyi
19 يُلْقِي attığı ل ق ي
20 الشَّيْطَانُ şeytanın ش ط ن
21 ثُمَّ sonra
22 يُحْكِمُ sağlamlaştırır ح ك م
23 اللَّهُ Allah
24 ايَاتِهِ kendi ayetlerini ا ي ي
25 وَاللَّهُ ve Allah
26 عَلِيمٌ ’alim(bilen)dir ع ل م
27 حَكِيمٌ hakimdir ح ك م
Kur’an’da değişik vesilelerle peygamberlerin, bir yandan Allah’tan vahiy aldıklarına diğer yandan da bir beşer olduklarına yani onlara ulûhiyyet izâfe etme gibi bir aşırılığa gidilmemesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. Tarih boyunca geniş kitlelerin bu iki özelliği sağlıklı değerlendirebilme hususunda içine düştükleri vahim hatanın günümüzde de büyük ölçüde sürdüğü göz önüne alındığında, Kur’an’ın bu konudaki ısrarlı uyarıları ve açıklamaları daha iyi anlaşılmaktadır. Gerçekten, vahiy alma özelliğinin sağlıklı yorumlanmaması neticesinde bir peygambere hatta bu mertebede bile olmayan bir beşere tanrılık yakıştırmaya varan aşırılık, başta hıristiyan muhit olmak üzere pek çok inanç çevresini sapkınlığa götürmüştür. Buna karşılık, peygamberin beşer olma özelliğini, onun Allah’tan vahiy almasına engel görmek de din kurumunu ve vahiy kavramını temelsiz ve içi boş addetme gibi tehlikeli bir sonucu beraberinde getirmektedir. Bu âyetlerde peygamberlerin, ilâhî mesajı tebliğ görevlerini yerine getirirlerken, insan olmaları hasebiyle bazı beşerî duygu ve düşünceleri de bu mesaja karıştırmış olup olamayacakları hususunda hatıra gelebilecek bir soruya cevap verilmektedir. 
 
 52. âyetteki anlatıma göre beşer olması dolayısıyla peygamber de, görevini yürütürken zihninden bazı düşünceler ve gönlünden birtakım arzular geçirebilir. Ama bunlar bir peygambere yaraşmayacak düşünce ve temenniler olamaz. Peygamberin asıl görev ve hedefi insanlara hidayet yolunu göstermek olduğuna göre bu düşünce ve arzuların, çevresindekilerin ve mesajı ulaştırabilecekleri bütün insanların bir an önce yanlış inanç ve uygulamaları terkedip hak yola girmeleriyle ilgili olması tabiidir. Nitekim birçok âyette Hz. Peygamber’in, çevresindekilerin hemen imana gelmeleri için çırpındığı ve kendilerine yapılan uyarılara rağmen hakikate kulak tıkayanların korkunç âkıbetlerini düşünerek derin üzüntü duyduğu ifade edilmektedir. Fakat bu noktada onların beşer olma özelliğinden yararlanarak ilâhî mesaja bir şeyler karıştırmaya çalışan şeytanın faaliyeti devreye girer. Bu aşamada şeytanın peygamberin zihnine ve gönlüne atacağı düşünce ve arzuların ise yukarıda belirtilen–peygambere yaraşır– çizgidekinin aksi yönde olması da kaçınılmazdır. İşte 52. âyette, beşer olma özelliğinin istismarı çabası içindeki şeytanın faaliyeti ile insanlara dini tebliğ etmekle görevlendirilen peygamberin özel bir himayeye alınmasını murat eden ilâhî iradenin çatıştığı bu ince sınıra değinilmektedir. Mutlak hikmet sahibi olan Allah akıl nimetiyle donattığı insanı sınarken ilâhî çağrı ile şeytanın çağrısı arasında seçim yapma imkân ve sorumluluğunu kendisine bırakmış ve âhiretteki durumunu da –ilke olarak– bu irade sınavındaki başarısına bağlamıştır. Âyetten, ilâhî mesajı insanlara iletme ve onları bu doğrultuda eğitme görevi verilen peygamberlerin –bu konularda hata yapıp insanları yanlış yönlendirmekten korunmaları için– şeytanın fitnesi ile sınanmaktan istisna edildikleri; bu görevi yapanların, son tahlilde, –beşer de olsalar– şeytan kaynaklı bir bildirimde bulunmalarının mümkün olmadığı, dinî bildirim çerçevesinde tebliğ ettikleri her şeyin ilâhî kontrol altında bulunduğu anlaşılmaktadır.
 
 Tefsirlerin çoğunda bu âyetle, Hz. Peygamber’in Necm sûresinin bazı âyetlerini okurken, araya müşriklerin putlarından övgüyle söz eden bir ilâvenin sokuşturulması olayı arasında bağ kuran açıklamalar ve bu çerçevedeki rivayetlerin kritiği yapılır (Garânîk Olayı diye bilinen bu olay hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Necm 53/19-20). İbn Âşûr kendi başına rahat anlaşılır bir anlam örgüsü taşıyan bu âyetin tefsiri için bu tür zorlamalara girilmesini haklı olarak eleştirmektedir (XVII, 303). Bu ve devamındaki âyetlerin bağlamı ve ifade akışı incelendiğinde burada ele alınan konunun şu olduğu kolayca anlaşılmaktadır: Peygamberlerin getirdikleri bir idealizm, bir mefkûre ve bir fikrî çaba (ümniye) ürünü değildir; peygamberin günahsızlığı (ismet) ve kesin bilgi sahibi oluşu vahiy almasından kaynaklanır. Bir kimse peygamber bile olsa beşer sıfatıyla bir şeyi düşünüp arzuladığında şeytan ona gerçek olmayan şeyler katmaya çalışır. Peygamber kişisel bir düşünce veya arzusunun peşinde olduğunda şeytanın bunlara bir şeyler katıştırma çabasına imkân bırakılmasa bu takdirde beşerîlik vasfı ortadan kaldırılmış olurdu. Şeytanın peygamberin zihnine ve gönlüne attıkları silinip Allah’ın âyetleri sağlam biçimde yerleştirilmeseydi o zaman da vahiyle beşerî düşünce ve ideallerin farkı olmazdı ve bu durumda ilim ehli Kur’an’ın, dolayısıyla peygamberliğin Allah tarafından hak ve sabit olduğunu bilemezlerdi (Elmalılı, V, 3414-3416). Öte yandan, müşriklerin ilâhî âyetleri etkisiz hale getirmek için birbirleriyle yarışırcasına çaba harcamalarından söz eden 51. âyetle bu âyet arasında bağ kuran Ebû Hayyân el-Endelûsî’nin izahı zikre değer görünmektedir. Ona göre burada belirtilen şeytandan maksat “insan şeytanı” olabilir; esasen, bu âyette Resûl-i Ekrem’e herhangi bir göndermede bulunulmamakta, sadece önceki peygamberlerin durumuna işaret edilmektedir (bk. İsmail Cerrahoğlu, “Garânîk”, DİA, XIII, 365).
 
 52. âyette “temennide bulunma” anlamıyla çevrilen temennâ fiili “dilemek, arzu etmek, ummak” gibi mânalara geldiği gibi, “okuma” anlamında da kullanılmıştır. Bu sebeple bazı müfessirler âyeti “peygamber (gelen vahyi) okuduğunda” mânasına göre açıklamışlardır (meselâ Ebû Mansûr el-Mâtürîdî bu kanaattedir; bk. Te’vîlâtü’l-Kur’ân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, II, vr. 483b’den naklen, İsmail Cerrahoğlu, “Garânîk”, DİA, XIII, 364). İbn Âşûr, Hassân b. Sâbit’e nisbet edilen bir şiirde bu fiilin “okumak” anlamında kullanıldığı doğru olsa bile, âyette yer alan ve aynı kökten gelen ümniyye kelimesinin “okuma” mânasında kullanılmış olduğunu muhtemel görmediğini belirterek bu yorumu zayıf bulur (XVII, 299).
 
 Söz konusu âyette peygamberlerin bir kısmı için resul, bir kısmı için nebî kelimesinin kullanılmış olması bunlardan ikincinin daha kapsamlı olduğu yönündeki genel kanaati desteklemektedir (Elmalılı, V, 3413-3414; nebî – resul mukayesesi hakkında bk. Bakara 2/61; A‘râf 7/157). Yine bu âyette geçen ve “sonra” şeklinde tercüme ettiğimiz sümme kelimesi bir zaman sıralamasını değil, derece sıralamasını ifade içindir; bir başka anlatımla burada “ihkâm”ın yani Allah’ın âyetlerini (peygamberinin kalbine) sağlam olarak yerleştirmesinin “nesih”ten yani bâtıl olanı iptalden daha önemli olduğu belirtilmek istenmiştir (Elmalılı, V, 3415).
 
 55. âyette “sonu olmayan” şeklinde çevrilen akîm kelimesi “kısır kadın” demek olup mecazen daha çok “meş‘ûm, uğursuz” anlamında kullanılır. Bazı müfessirler burada Bedir Savaşı’nın, bazıları da kıyamet veya azap gününün kastedildiğini belirtip böyle bir niteleme yapılmasının gerek-çeleri ile ilgili açıklamalar yaparlar. Bu izahlar dikkate alınarak, âyetteki tamlamaya “(inkârcılar açısından) çok kötü sonuçlar getiren gün”, “bütün ümitlerin ve kurtulma çabalarının sonuçsuz kalacağı gün”mânasıda verilebilir (bk. Taberî, XVII, 193-194; Râzî, XXIII, 55-56; İbn Âşûr, XVII, 308). Derveze bu tamlamayı “bir daha benzerinin gelmeyeceği gün” şeklinde açıklamıştır (VII, 111).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 743-745

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ اِلَّٓا اِذَا تَمَنّٰٓى اَلْقَى الشَّيْطَانُ ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  رَسُولٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.  

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

نَبِيٍّ  atıf harfi  وَ la  رَسُولٍ e matuftur.  اِلَّٓا  hasr edatıdır. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına  ف nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَمَنّٰٓى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَمَنّٰٓى  fiili, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

اَلْقَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

ف۪ٓي اُمْنِيَّتِ  car mecruru  اَلْقَى  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَلْقَى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.  

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَنْسَخُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. 

يُلْقِي   elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُحْكِمُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

اٰيَاتِه۪  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُحْكِمُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حكم ’dir. 

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌۙ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.

عَل۪يمٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

عَل۪يمٌ  -  حَك۪يمٌۙ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ اِلَّٓا اِذَا تَمَنّٰٓى اَلْقَى الشَّيْطَانُ ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  اَرْسَلْنَا  fiili,  azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Nefiy harfi  مَٓا  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasrda  رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ  mevsuf/maksûr, istisna harfiyle başlayan cümle sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

اِذَا تَمَنّٰٓى اَلْقَى الشَّيْطَانُ ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ  cümlesinde şart edatı  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan  تَمَنّٰٓى, şart cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı olan  اَلْقَى الشَّيْطَانُ ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ  cümlesi ise müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

 رَسُولٍ - نَبِيٍّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.  

نَبِيٍّ  lafzı, ya haber manasına gelen  نَبَأ  kelimesinden türemiştir yahut da Arapların “yükseldi” manasına gelen ( نَبَا ) kelimesindendir. Bu iki mana, ancak risalet görevinin üstlenilmesiyle meydana gelir.

Cenab-ı Hakk, bu ayette,  نَبِيٍّ  lafzını  رَسُولٍ  lafzına atfetmiştir ki bu, bu iki kelime arasında bir ayrılık ve başkalığın bulunmasını gerektirir. Bu, âmme olanın hâs olana atfı kabilindendir. 

Râgıb el-İsfahânî,  تَمَنّٰٓى ; kalpte bir şeyi oluşturmak ve şekillendirmek,  اُمْنِيَّتِه۪ۚ  de temenni edilen şeyin kalpte oluşan şeklidir, demiştir. (Rûhu-l Beyan) 

ف۪ٓي اُمْنِيَّتِه۪ۚ  ibaresindeki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan  اُمْنِيَّتِه۪ۚ nin, zarfiyet özelliği yoktur. İfadede mübalağa kastıyla bu harf kullanılmıştır.

Kıraat'a,  اُمْنِيَّتِه۪ۚ  denilmiştir. Çünkü, Kur'an okuyan kimse, bir rahmet ayetine geldiğinde, o rahmetin tahakkuk etmesini temenni eder. Azap ayetine geldiğinde de bununla sınanmamasını temenni eder. Ebu Müslim de şöyle der:  تَمَنّٰٓى ; takdir etmek demektir.  تَمَنّٰٓى  kelimesi  مَنىَ  kökünden  تفعّل  babının masdarıdır.  ألْمَنِيَةُ  ise insanın, Allah'ın takdir ettiği vakitte ölmesi demektir. Nitekim Arapçada “Senin için takdir etti” manasında  مَنَ الله لَكَ  denir. Dil alimleri ise  أُمِّيَة  “kıraat” anlamındadır, demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)  

[Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki...] ifadesi, resul ile nebinin farklı şeyler olduğunu göstermektedir. Resul; insanlara ilâhi mesajları tebliğ etmek üzere Allah Teâlâ tarafından görevlendirilen ve kendisine kitap inen peygamberdir. Nebi ise daha geneldir. Kendisine tebliğ görevi verilene de verilmeyene de şamildir. Resule destek olan ve onun dinini yaymaya çalışan ve bu amaç için görevlendirilen kimsedir. (Ruhu’l Beyan) 


فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ۜ 

 

Şartın cevabına  فَ  ile atfedilmiş olan  فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Masdar harfi  مَٓا  ve akabindeki  يُلْقِي الشَّيْطَانُ  cümlesi masdar tevilinde  فَيَنْسَخُ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupla gelerek …فَيَنْسَخُ اللّٰهُ  cümlesine atfedilen  ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ۜ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan Allah lafzı iki kez zikredilerek ıtnâb yapılmıştır. Bu tekrarda reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. 

Muzari fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kur'an'ın ayetlerinin kastedildiği  اٰيَاتِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan ayetler, şan ve şeref kazanmıştır. 

Vesvesenin nasıl giderildiği konusu, bu ayetteki  فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ  [Allah şeytanın kattığı şeyleri iptal eder] cümlesiyle anlatılmakta olup, bununla o vesveselerin hem kendilerinin hem de tesirlerinin bertaraf edildiği kastedilmiştir. Bu ayette bahsedilen nesh (ibtal), hükümler ile ilgili olan şer'i manadaki nesh değil, lügavi manadaki neshtir. demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ۜ  [Yine Allah ayetlerini sabit kılar (muhkemleştirir)] cümlesine gelince, eğer ayetteki temenni okuma (yani okumayı temenni) manasına alınırsa buradaki  اٰيَاتِ  ile Kur'an'ın ayetleri kastedilmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)

اَرْسَلْنَا - رَسُولٍ  ve  يُلْقِي - اَلْقَى  kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. 

يَنْسَخُ  (Giderir) - يُحْكِمُ  (Yerleştirir) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اللّٰهُ  ve  الشَّيْطَانُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَل۪يمٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

يُحْكِمُ - حَك۪يمٌ  arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  cümlesinde zamir yerine Allah lafzının gelmesi konunun heybetini artırmak ve kalplere korku salmak içindir. (Safvetu’t Tefasir)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Hac Sûresi 53. Ayet

لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍۙ  ...


Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيَجْعَلَ yapmak için ج ع ل
2 مَا şeyi
3 يُلْقِي attığı ل ق ي
4 الشَّيْطَانُ şeytanın ش ط ن
5 فِتْنَةً bir imtihan ف ت ن
6 لِلَّذِينَ olanlara
7 فِي
8 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
9 مَرَضٌ bir hastalık م ر ض
10 وَالْقَاسِيَةِ ve katılaşanlara ق س و
11 قُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
12 وَإِنَّ ve şüphesiz
13 الظَّالِمِينَ zalimler ظ ل م
14 لَفِي içindedirler
15 شِقَاقٍ bir ayrılık ش ق ق
16 بَعِيدٍ uzak ب ع د

  Qaseve قسو :   قَسْوَةٌ kalbin sert veya katı olması yada sertleşip katılaşmasıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kasvettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْۜ 

 

لِ  harfi,  يَجْعَلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُحْكِمُ  veya  يَنْسَخُ  fiiline mütealliktir.

يَجْعَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.  

مَا  ve masdar-ı müevvel amili  يَجْعَلَ  olan fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُلْقِي dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُلْقِي  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur.  فِتْنَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl , لِ  harf-i ceriyle birlikte  فِتْنَةً nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَرَضٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

الْقَاسِيَةِ  atıf harfi  وَ la  لِلَّذ۪ينَ ye matuftur.  قُلُوبُهُمْ  kelimesi ism-i fail olan  الْقَاسِيَةِ nin faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُلْقِي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍۙ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi,  اِنَّ nin ismi olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  لَف۪ي شِقَاقٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  بَع۪يدٍ  kelimesi  شِقَاقٍ  sıfatı olup lafzen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بَع۪يدٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْۜ 

 

Ayet, önceki ayetteki  يُحْكِمُ  fiiline müteallik olup sebep bildiren, masdar-ı müevvel cümlesi olduğu için fasılla gelmiştir.

لَ  harfi, sebep bildiren lam-ı ta’lildir. Muzari fiili gizli bir  اَنْ ’le nasb eder. 

Masdar-ı müevvel olan …يَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَجْعَلَ  fiilinin mef’ûlu olan müşterek ism-i mevsûl  مَا nın sılası olan …يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً   müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ل  harf-i ceriyle birlikte, has ism-i mevsûl  لِلَّذ۪ينَ, mefûl olan  فِتْنَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  مَرَضٌ ’daki tenvin kesret nev ve tahkir ifade eder.

لِيَجْعَلَ ما يُلْقِي الشَّيْطانُ فِتْنَةً  ifadesindeki lâm; terettüp (kaynaklanma) manası için müstear lafızdır.  فالتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهم عَدُوًّا  (Kasas Suresi, 8) ayetindeki lâmda olduğu gibi. (Âşûr)

Münâfıklar hakkındaki bu ayet-i kerîmede  مَرَضٌ  kelimesinde istiare yapılmıştır. 

مَرَضٌ  bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir.  مَرَضٌ  bedeni, şeytanın vesvesesi ve nifak kalbi ifsad eder. 

وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ [Kalplerin sert olması] ifadesinde meknî istiare vardır. Müşebbeh yani müstear lafız  قُلُوبِهِمْ dir. Müşebbehün bih (müstearun minh) ve benzetme edatı hazf edilmiştir. İmanın kalplerine tesir etmemesi taştan bir kalbin etkilenmemesine benzetilmiş yani kalpler taşa benzetilmiştir. Dolayısıyla müşebbeh olan kalpler zikredilip, müşebbehün bih olan taşın levazımından olan sertlik zikredildiği için meknî istiare olmuştur.


 وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. İtiraziyye olan (Âşûr) bu cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍۙ, mahzuf habere mütealliktir.

الظَّالِم۪ينَ ‘nin zamir makamında zahir isim olarak zikredilmesi, onların zulumde yani inkârlarında bu kadar ileri gitmelerinin sebebine işaret etmek içindir. (Âşûr) 

İsm-i fail veznindeki  الظَّالِم۪ينَ, zamir makamında zahir isim kullanılarak yapılan ıtnâbdır.

بَع۪يدٍۙ  kelimesi,  شِقَاقٍ ’in sıfatıdır. Sıfatla yapılan ıtnâb zem gayesiyle gelmiştir.

Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

بَع۪يدٍۙ  kelimesi burada hakikatinde son noktaya ulaşma anlamındadır. Hakikatin orada yayılması, uzak bir mekândaki mesafeye benzetilmiştir. فَذُو دُعاءٍ عَرِيض [Uzun uzun dua eder. (Fussilet Suresi, 51)] sözünde olduğu gibi. (Âşûr)

قُلُوبِ  kelimesinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Kalplerinde hastalık bulunanlar münafıklar ve imanlarında şüphe olanlardır; kalpleri kaskatı olan kimseler ise yalanlayan müşriklerdir. Bu zalimler derken münafıklarla müşrikleri kastedilmektedir. Aslında “bunlar” demesi yeterliydi, ancak bunların zalim olduklarına hükmetmek için zamir yerine açık isim getirilmiştir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî) 

 
Hac Sûresi 54. Ayet

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه۪ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِيَعْلَمَ ve bilsinler diye ع ل م
2 الَّذِينَ kendilerine
3 أُوتُوا verilenler ا ت ي
4 الْعِلْمَ ilim ع ل م
5 أَنَّهُ onun (Kur’an’ın)
6 الْحَقُّ bir hak (gerçek) olduğunu ح ق ق
7 مِنْ -nden
8 رَبِّكَ Rabbi- ر ب ب
9 فَيُؤْمِنُوا ve inansınlar diye ا م ن
10 بِهِ ona
11 فَتُخْبِتَ böylece saygı duysun خ ب ت
12 لَهُ ona
13 قُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
14 وَإِنَّ ve şüphesiz
15 اللَّهَ Allah
16 لَهَادِ mutlaka iletir ه د ي
17 الَّذِينَ kimseleri
18 امَنُوا inanan(ları) ا م ن
19 إِلَىٰ
20 صِرَاطٍ yola ص ر ط
21 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه۪ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْۜ 

 

لِيَعْلَمَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  

لِ  harfi,  يَعْلَمَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُحْكِمُ  veya  يَنْسَخُ  fiiline mütealliktir.

يَعْلَمَ  mansub muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا الْعِلْمَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُو۫تُوا  damme üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  الْعِلْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَنَّهُ الْحَقُّ  cümlesi  يَعْلَمَ ’nin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

الْحَقُّ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  الْحَقُّ ’ın mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  يُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  

تُخْبِتَ  fiili atıf harfi  فَ  ile  يُؤْمِنُوا  fiiline matuftur.

تُخْبِتَ  mansub muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  تُخْبِتَ  fiiline mütealliktir.  قُلُوبُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   


وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

هَادِ  kelimesi, mahzuf mukadder ya üzere  اِنَّ ’nin haberi olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰى صِرَاطٍ  car mecruru  هَادِ ’ye mütealliktir.  مُسْتَق۪يمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

هَادِ  kelimesi; sülâsî  mücerredi  هدي  olan fiillerin ism-i failidir.

مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi; sülâsî  mücerredi  قام  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه۪ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْۜ 

 

وَ , atıf harfidir.  لَ  harfi sebep bildiren lam-ı ta’lildir. Muzari fiili gizli bir  اَنْ ’le nasb eder. 

Lam-ı ta’lil ve akabindeki …لِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ  cümlesi, önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِيَعْلَمَ  fiilinin faili olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اُو۫تُوا الْعِلْمَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

اُو۫تُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اُو۫تُوا الْعِلْمَ  ile kastedilen tevhit ve Kur’an verilmesidir.

Masdara ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup masdar teviliyle  لِيَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberi  الْحَقُّ  şeklinde marife gelerek bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu ifade etmiştir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Aynı üslupta gelen  فَيُؤْمِنُوا بِه۪  cümlesi, …وَلِيَعْلَمَ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan   فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْۜ  cümlesi,  فَيُؤْمِنُوا بِه۪  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Muzari sıygadaki fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِيَعْلَمَ - الْعِلْمَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

وَ , istinâfiyyedir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  لَهَادِ, ism-i fail vezninde gelmiştir.  اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Has ism-i mevsûl,  هَادِ ’nin muzâfun ileyhi konumundadır. Sılası olan  اٰمَنُٓوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Car mecrur  اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  de  هَادِ ’ye mütealliktir. İsm-i fail vezninde gelmesi  هَادِ’nin müteallik alabilmesini sağlamıştır.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbındaki  مُسْتَق۪يمٍ, car mecrur  اِلٰى صِرَاطٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, sübut ve süreklilik anlamı ifade eder.

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ifadesinde istiare vardır.  صِرَاطٌ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اٰمَنُٓوا - لَهَادِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hac Sûresi 55. Ayet

وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ  ...


İnkâr edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye, yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya dek o Kur’an’dan bir şüphe içinde kalırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 يَزَالُ bitmez ز ي ل
3 الَّذِينَ
4 كَفَرُوا inkar edenlerin ك ف ر
5 فِي içinde (olmaları)
6 مِرْيَةٍ kuşku م ر ي
7 مِنْهُ o(Kur’a)ndan
8 حَتَّىٰ kadar
9 تَأْتِيَهُمُ kendilerine gelinceye ا ت ي
10 السَّاعَةُ o sa’at س و ع
11 بَغْتَةً ansızın ب غ ت
12 أَوْ yahut
13 يَأْتِيَهُمْ kendilerine gelinceye kadar ا ت ي
14 عَذَابُ azabı ع ذ ب
15 يَوْمٍ günün ي و م
16 عَقِيمٍ kısır (hayırsız) ع ق م

  Aqame عقم :  عُقْمٌ sözcüğü temelde bir iz veya etkinin oluşmasını engelleyen kuruluk/sertliktir. داءٌ عٌقامٌ iyileşmeyen hastalıktır. Fiil olarak عَقِمَت الْمَرْأة kadın kısır idi/ o hale geldi manasında kullanılır. Kur'an-ı Kerim'de geçen رِيحٌ عَقِيمٌ ifadesi bir bulut ya da ağacı aşılamayan rüzgar anlamındadır. Son olarak يَوْمٌ عَقِيمٌ  sözü de hiçbir sürur ve sevincin olmadığı gündür. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli akâmete uğramaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَزَالُ  nakıs, merfû muzari fiildir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl , يَزَالُ ’nün ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

ف۪ي مِرْيَةٍ  car mecruru  يَزَالُ ’nün mahzuf haberine mütealliktir.  مِنْهُ  car mecruru  مِرْيَةٍ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

Süreklilik (devamlılık) bildiren nakıs fiillerin isim ve haber alabilmeleri ve devamlılık manası ifade etmeleri için kendilerinden önce nefy (olumsuzluk), nehiy, dua, istifham-ı inkâri (kınama ve sitem amaçlı soru) edatlarından birinin bulunması gerekir. Başlarındaki  مَا  menfilik harfi olmasına rağmen fiile olumsuzluk değil devamlılık manası kazandırır.  مَا زَالَ  fiilinin muzarisi  لَا يَزَالُ  şeklinde gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidirتَأْتِيَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.   

تَأْتِيَ  mansub muzari fiildir.  السَّاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَغْتَةً  hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتِيَهُمْ  atıf harfi  اَوْ le  تَأْتِيَهُمُ e matuftur.  يَأْتِيَ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَذَابُ  fail olup lafzen merfûdur.  يَوْمٍ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَق۪يمٍ  kelimesi  يَوْمٍ ‘nin sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَق۪يمٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ

 

وَ , istînâfiyyedir. Nakıs fiil  لَا يَزَالُ ’nun dahil olduğu isim cümlesinde has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, nakıs fiil  لَا يَزَالُ ’nun ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا يَزَالُ’nun haberi mahzuftur.  ف۪ي مِرْيَةٍ, bu mahzuf habere mütealliktir. 

Mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tahkir ifade eder. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

زَالَ, “ayrıldı, vazgeçti, bıraktı, kayboldu” demektir. Başına olumsuzluk edatı  مَا  geldiğinde  مَا زَالَ  olur yani iki menfî yan yana gelir; devamlılık ifade eder.  زَالَ  nakıs fiildir.  زَالَ ’nin mazisinde  مَا, muzarisinde de  لَا  kullanımı daha yaygındır.

مِرْيَةٍ ’deki tenkir, teksir ve tahkir ifade eder.

ف۪ي مِرْيَةٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şüphe, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  مِرْيَةٍ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Şüphe içinde olmadaki aşırılığı ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

مِنْهُ  [Ondan yana] ifadesindeki zamir Kur’an’a ya da Hz. Peygambere racidir.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ’nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki  حَتّٰى  ile birlikte  لَا يَزَالُ ’nun haberine mütealliktir. 

حَتّٰى  kelimesi, bir şeyin başlangıcına dayanmaksızın sonunu bildirir. Kendisinden sonra gelen gizli bir  اَنْ ’le muzari fiili nasb eder ve harf-i cerdir. (Süyûtî, el-İtkan) 

Aynı üslupta gelerek masdar-ı müevvele  اَوْ  harfiyle atfedilen  اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

بَغْتَةً, mef’ûlün halini bildiren ıtnâb sanatıdır.

عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ  [Günün azabı] ifadesinde mecaz-ı aklî vardır. İsnad güne yapılarak azabın korkunçluğu artırılmıştır. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

يَوْمٍ  için sıfat olan  عَق۪يمٍ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  يَوْمٍ ’in nekre gelişi tazim içindir.

Son cümlede zamir yerine zahir isim olarak  يَوْمٍ  tekrarlanmış, o günün önemi vurgulanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَأْتِيَهُمُ - يَأْتِيَهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah, kıyametten bahsedip, siz de ayetteki  يَوْمٍ عَق۪يمٍ  yine kıyamet manasına alırsanız, o zaman lüzumsuz bir tekrar söz konusu olur denilirse biz deriz ki: “Bu bir tekrar değildir. Çünkü  السَّاعَةُ, kıyametin işaretleridir,  يَوْمٍ عَق۪يمٍ  ise kıyametin bizzat kendisidir. Durum bu soruyu soranın dediği gibi olsa bile bu bir tekrar olmaz. Çünkü birincisinde kıyamet, ikincisinde de o günün azabı kastedilmiştir.  السَّاعَةُ  ile herkesin ölüm zamanının,  يَوْمٍ عَق۪يمٍ  azabı ile de kıyamet gününün (dehşetinin) kastedilmiş olması da muhtemeldir.” (Fahreddin er-Râzî) 

اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ  [Yahut da onlara kıyamet gününün azabı gelecektir] cümlesinde güzel bir istiare vardır. Bu, istiarelerin en güzellerin­dendir. Çünkü  عَق۪يمٍ, çocuk doğurmayan, kısır kadın demektir. Sanki Yüce Allah o günü, kendisinden sonra ne gece ne de gündüz gelmeyecek olan bir gün olarak nitelemiştir. Çünkü zaman bitmiş yükümlülük sona ermiştir. Günler, gecelerin çocukları yerine konmuş ve bu günlerin arasından o gün, istiare yoluyla “kısır” kılınmıştır. (Safvetu’t Tefasir)

Bu kıyametten murad, kıyamet alametleri olmayıp kıyametin kendisidir. Nitekim “ansızın” ifadesinden de anlaşılmaktadır. Zira bu ifade, ancak gerçek kıyamet için kullanılmaktadır. Diğer bir görüşe göre ise bu kıyametten kastedilen, ölümdür. Kısır gün de kendisinden sonra gün olmayan son gündür. Sanki her gün, kendisinden sonra gelen günü doğurmaktadır. Kendisinden sonra gün gelmeyen gün ise kısırdır. Bundan maksat yine kıyamet günüdür. Sanki şöyle denilmiştir: Ya da onlara, kıyametin azabı gelip çatacaktır.  اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُها  yerine  اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ  denilerek, zamir yerine açık isim getirilmesinin sebebi korku ve dehşeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
47. ayet, hem astrofizik açısından, hem de tarih sosyolojisi açısından son derece önemli gerçeklere parmak basmaktadır. Bir defa ayet, gün ve zaman kavramlarının izafiliğine dikkat çekmektedir. İnsanların uzak gördüğü Allah katında yakındır. Ayrıca Allah, hadiseleri de zamanı da insanlara göre değerlendirmez. O, zaman ve mekanla sınırlı olmadığı gibi, O'nun eşya ve hadiseleri idare eden hikmeti de, hem her bir şey ve hadiseye ferdi olarak, hem eşya ve hadiseler bütününün onların tamamıyla içten alâkalı bir parçası olarak bakar ve ona göre hükmeder. Bu bakımdan, kâinattaki her bir şeyin kâinatın bütünüyle ve bütün parçalarıyla münasebeti olduğu gibi, tarihteki her bir hadisenin de tarihin bütünüyle ve başka her bir hadiseyle münasebeti vardır. İnsan, bu münasebeti kavrayamaz; o, ne dünü tam bilebilir, ne bugünü tam kavrayabilir, ne de geleceği tam kestirebilir. Kâinatın ve hadiselerin çarkı, insanların, özellik - le fertlerin arzularına göre de dönmez. İkinci olarak, insanlar için gün, bilindiği gibi, yerin kendi etrafındaki bir defalık dönüşünden ibarettir. Yerkürenin güneşin etrafındaki bir dönüşü ise onun ayrı bir günüdür ki, insanlarınkine göre 365 gündür. Bunun gibi, diğer gezegenlerin her birinin kendine göre günü, güneş sistemi ve başka sistemlerin de yine kendine göre günü vardır. Üçüncü olarak, Allah toplumların hayatı hakkında da yine hikmeti açısından belli kanunlar vazetmiştir. O, bir toplum hakkında hükmederken toplum geneline, o toplumun inancı, dünya görüşü ve davranışlarıyla bir bütün olarak nerede durduğuna bakar. Bu noktada, tarihte devirler, toplum ve medeniyetler için kuruluş, yükseliş, duraklama ve gerileme gibi dönemler vardır. Bir medeniyetin, bir toplumun, bir devletin hayatına bir 'gün' olarak bakılabileceği gibi, tarihte veya insanlığın hayatındaki çok, önemli ve büyük değişiklikler, genellikle 1000 yılda bir meydana gelir. Ayet, bu gerçeği de ima etmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hafız hocaları, Kur’an-ı Kerim’ini havaya kaldırdı ve dedi ki: 

“Kur’an’ı sevin. Şifa, rahmet ve hidayet kaynağına bağlanın. Onu sahiplenin. Bir çocuğun en sevdiği oyuncağını sahiplendiği gibi. Onu tanıyın. Bir annenin doğduğu günden itibaren bebeğini tanıdığı gibi. Onu taşıyın. Sevdiklerinizi kalbinizde ve saçlarınızı başınızda taşıdığınız gibi. Zihninizi ve kalbinizi ona bırakın. Allah’a giden yolda elinizi tutsun. Teşvik edilmeye, dua etmeye ve sevinmeye ihtiyaç duyduğunuzda; gereken merhemi karşınıza çıkarsın. Neyi istemeniz ve neyi istememeniz konusunda uyarsın. Kurduğunuz arkadaşlıklarda aramanız gerekenleri anlatsın. Size niçin dünyaya geldiğinizi ve Rabbinizi hatırlatsın. Düşünmekten kaçındıklarınızı düşündürtsün ve şeytanın fitnesine karşı kalp gözlerinizi açık tutsun. Kalbinizin kulaklarını açık tutun ki Kur’an-ı Kerim’deki hakikatleri hayatınıza, ilişkilerinize ve yeryüzünde yürüdüğünüz her yola işleyin.”

Ey iman edenleri dosdoğru yola ileten Allahım! Bizi de onların arasına kat ve iki cihanda da onlarla beraber eyle. Bizi; salih ameller işleyenlerden, bağışlananlardan, dünyada nice nimetlerine sahip olanlardan ve ahirette ebedi nimetlerine kavuşanlardan eyle. 

Ey vaadinden dönmeyen Allahım! Bizi; azabından, azabına layıklara benzemekten ve onların şerlerinden muhafaza buyur. İçinde bulunduğumuz toplumun; ahalisi zulme dalmış, azabını çabuk dilemiş ve gazabını hakketmiş toplumlara benzemesinden muhafaza buyur. 

Ey hakkıyla bilen ve hikmetle yöneten Allahım! Kalbimizi; katılaşmaktan ve şeytanın katmaya çalıştığı hastalıklardan koru. Kalbimize; Senin ayetlerini yerleştirerek imanımızı sağlamlaştır. Bizi; kendisine ilim verilenlerden, kitabına iman edenlerden, yürüdüğü her yolu kelamının nuruyla aydınlananlardan ve kalbiyle kelamına bağlananlardan eyle.

Kur’an-ı Kerim’i okuyanlardan, okutanlardan, sevenlerden ve sevdirenlerden olmak duasıyla. 

Amin.

***

Sonrasında ne yaşayacağını tam olarak bilmediğinin bir an önce gelmesini istemek, acelecilikten doğan bir saflık halidir. Halbuki normal bir insan hayatında gerçekleşen her şey belli bir hazırlık sürecinden geçer. Bir bebeğin dünya gelmesi, eğitim hayatının tamamlanması, evlilik akdinin gerçekleşmesi, teşhis edilir hale gelene kadar bedenin içeriden hastalanması ve ölüm gibi birçok örnek verilebilir. Psikolojik çöküntülerin ya da rahatsızlıkların ardında da yatan bir geçmiş vardır. Bu bir nimettir. Sıkıntıları çözmenin ve hazırlanmanın anahtarıdır.

Allah, İslam diniyle, günlük hayatta unutulması tercih edilen gerçekleri hatırlatarak kullarını kendi kıyametlerine (ölümlerine), hesap gününe ve ahiret hayatına hazırlar. Allah’a iman edenler, Allah’ın azabının ya da hesap gününün hemen gelmesini istemekten sakınırlar. Kendilerine verilen süreyi değerlendirerek elden geldiğince hazır bir şekilde yani Allah’ın rızası üzerine ölümü karşılamayı ve dirilmeyi temenni ederler. Zira yeryüzünde hazırlıksız yakalandıkları her hastalıkta ve sıkıntıda sarsıldıklarının farkındadırlar.

Ey Allahım! Hakkımızda hayırlı olmayanı, bilinmeyeni ve iki cihanımıza da iyilik getirmeyeni aceleyle ya da ısrarla isteme gafletinden Sana sığınırız. Yeryüzünde geçtiğimiz hazırlık süreçlerinin hepsini, elimizden geldiğince değerlendirmemiz ve Senin rızanı umarak çalışmamız için yardımcımız ol. Öldüğümüz ve dirildiğimiz günü tebessüm ile kalbi mutmain bir halde karşılayanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji