وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ
مَنْ خَفَّتْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَفَّتْ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. مَوَاز۪ينُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İşaret ism-i اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, işaret isminin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَسِرُٓوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
خَسِرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪ي جَهَنَّمَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallilktir.
جَهَنَّمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
خَالِدُونَ muahhar mübteda olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. خَالِدُونَ kelimesi sülâsi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ
Ayet atıf harfi وَ ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi aralarındaki tezattır. Şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Şart cümlesi olan خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette bahsedilen kişiler kâfirlerdir. (Beyzâvî)
Tartının hafif gelmesi ibaresinde istiare vardır. Güzel ve hayırlı işler, kıymetçe ağırlığı olan metaya benzetildiği gibi kötü ameller de tartılma değeri olmayan mala benzetilmiştir.
ف karinesiyle gelen …فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Cevap, isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta فَ’si gelmiştir.
İsm-i işaret فَاُو۬لٰٓئِكَ ; iki fırkayı sıfatlarıyla birbirinden ziyadesiyle ayırmak içindir. (Âşûr)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesinin manası tüccarın sermayesini zayi etmesi gibi kendilerini zayi etmeleridir. Hüsran; fayda sağlaması gereken şeyi kaybetmek manasında müsteardır. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin işaret ismi فَاُو۬لٰٓئِكَ ile marife olması, işaret edilenleri tahkir kastına matuftur.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması bilinen kişileri tahkir kastının yanında kasr ifade edebilir.
اَنْفُسَهُمْ terkibinde tecrîd sanatı vardır.
Car mecrur olan ف۪ي جَهَنَّمَ, amili خَالِدُونَۚ ’ye takdim edilmiştir.
Müsned olan خَالِدُونَ, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdarlar zamandan bağımsızdır. خلد aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok çokluktan kinaye olarak ‘kalıcı’ anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
İbni Abbas’a göre مَوَاز۪ينُ kelimesi موزون ’un çoğuludur, bu da tartılan ameller yani Allah katında değeri olan salih amellerdir. Nitekim Allah Teâlâ [Kıyamet günü onlara değer vermeyeceğiz. (Kehf Suresi, 105)] buyurmuştur. Cehennemde temelli kalarak ifadesi kendilerini hüsrana uğratacaklar ifadesinden bedeldir ve bu iki ifadenin de îrabda mahalli yoktur, çünkü sıla cümlesinin îrabda mahalli olmaz. Ya da bu ifade اُو۬لٰٓئِكَ (işte bunlar) ifadesinin haberinin ardından gelen ikinci bir haber veya hazf edilmiş bir mübtedanın haberidir. (Keşşâf)
ثِقَل المِزان ve خِفَّت أِلمزان ibarelerinin iki tevilden birine göre istiare olduğunu söylemiştir. Şöyle ki buradaki tartılar (مَوَاز۪ينُ), sevapların günahlardan veya günahların sevaplardan fazla olduğunun ortaya çıkarılabilmesi için ameller arasında gerçek bir ölçüm yapılmasıdır. Nitekim kütlesi yoğun olan şeyin ağırlığı ve gevşek olan nesnenin hafifliği de tartılarla ortaya çıkar.
Diğer bir tevile göre bu söz istiâre sınırının dışına çıkar. O da buradaki tartıların gerçek manaya yorulmasıdır. Ancak ameller kendi başlarına varlığı olmayan arazlar olduğundan tartılmaları mümkün değildir. Onun için Kadı Abdulcebbar’ın söylediğine burada مَوَاز۪ينُ ’den maksat, sevabın ve itaatin ağır geldiğinin işareti olarak terazinin kefelerinden birine ışığının konulması, ceza ve isyanın ağır bastığının emaresi olarak da diğer kefeye karanlığının konulmasıdır. Artık kefelerden birinin ağır bastığı ortaya çıkınca, sahibinin cennet veya cehennem ehlinden ya da mükâfat veya cezayı hak etmiş kimselerden olduğuna hükmedilir. Bunun (amellerinin tartılmasının) bir yararı da cennet ehlinin, mükâfatlandırılacaklarını gösteren bu durumu görmeleriyle sevinçlerinin artması, cehennem ehlinin de cezalandırılacaklarına işaret eden bu hali görmeleriyle keder ve üzüntülerinin büyümesidir. Ayrıca bu faydanın yanında burada (amellerin tartılmasında) cennet ehlinin yüceltilmesi, cehennem ehlinin aşağılanması da söz konusudur. Yine şu yükümlülükler dünyasında bu durumu bilmemizin bir yararı da (ahiretteki) o çetin duruma düşmekten korkup günah ve masiyetten kaçınmamızı sağlaması, keza ondaki yüce makama erme arzusuyla ibadet ve itaat işlemeye teşvik etmesidir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
خَسِرانَ, örfen satılık eşyanın fiyatındaki düşüklüktür. İnsana değil mala özgüdür. Tartılardan ve tartıların ağır ve hafif oluşu zikredildikten sonra buna uyumlu olsun diye arkadan da hüsran kelimesi zikredilmiştir. Allah Teâlâ bu kişilerin nefislerini sahip oldukları eşyalar konumuna koymuştur. Çünkü onlar mallarına malik olmakla nitelendikleri gibi nefislerine malik olmakla da nitelenirler. Burada nefislerine zarar verdikleri ifade edilmiştir. Cehennem azabıyla cezalandırılmaları zorunlu olmuş, böylece bizzat kendileri telef olmuş eşya hükmünde olmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Bu ayet ve önceki ayet arasında altılı mukabele sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
ثَقُلَتْ - خَفَّتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, مُفْلِحُونَ - خَسِرُٓوا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî vardır.