Mü'minûn Sûresi 20. Ayet

وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ  ...

Yine o su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de yiyenlere katık verir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَشَجَرَةً ve bir ağaç ش ج ر
2 تَخْرُجُ çıkan خ ر ج
3 مِنْ -dan
4 طُورِ Tur-i ط و ر
5 سَيْنَاءَ Sinâ-
6 تَنْبُتُ biten ن ب ت
7 بِالدُّهْنِ yağlı olarak د ه ن
8 وَصِبْغٍ (ekmeklerini) batıracakları ص ب غ
9 لِلْاكِلِينَ yiyenlerin ا ك ل
 
Allah’ın, kendi yarattıklarından habersiz olmadığını, aksine ilmi ve hikmetiyle evreni bir düzen içinde kurduğunu ve yaşattığını gösteren en ilgi çekici kanıtlardan biri olarak yağmur olayı, bu olayın etkisi ve hayata katkısı hatırlatılmakta, bu konudaki ilâhî yasalardan bazısına işaret edilmektedir. Bunlardan biri yağmurun “uygun ölçüde” indirilmesidir. Zaman zaman –belirli sebeplere ve hikmetlere bağlı olarak– bölgelere ve tabiat şartlarına göre yağmurun ihtiyaçtan az veya çok yağması yüzünden bazı sıkıntılar, âfetler yaşanmakla beraber dünyanın geneli dikkate alındığında bu durumlar istisnaî olup yağmur olayının canlılar için yararını esas alan yasalara göre cereyan ettiği, bu hususta bir düzenin hâkim olduğu görülmektedir. Râzî, buradaki “ölçü”nün, yağmur suyunun insan, hayvan ve bitkilerin yararlanmasına en uygun kıvamda ve saflıkta olduğuna delâlet ettiğini belirtirken (XXIII, 88) Elmalılı da suyun terkibindeki ölçülülüğe; buharlaşma, yoğunlaşma gibi fiziksel olaylardaki yasalara ve bütün bunların tesadüfen olmayıp ilâhî hikmet ve inâyetin sonucu olduğuna dikkat çeker (V, 3441). 
 
 18. âyetin dikkat çektiği yağmur olayındaki ilâhî yasalardan biri de yağmur suyunun “arzda tutulması”dır. Bu da yeryüzü varlıkları için büyük bir nimettir. Şayet arz yağmur suyunu tutmayıp olduğu gibi dibe indirseydi veya bu sular sel halinde tamamen akıp gitseydi veya çarçabuk buharlaşsaydı, canlılar yağmurun hayatî faydalarından mahrum kaldığı gibi –erozyon olayında görüldüğü üzere– yağmur zararlı bile olabilirdi. Yağmur suyunun arzda tutulmasından, suyun yer altında belli tabakalarda birikmesi kastedilmiş olabilir. Bu da canlılar için Allah’ın bir lutfu ve rahmetidir. Çünkü yer altı suları gerek tabii olarak yüzeye çıkmak, gerekse insan emeğiyle çıkarılmak suretiyle faydalı hale gelir.
 
 Âyette de ifade edildiği gibi Allah Teâlâ, canlılar için bu kadar yararlı olan yağmuru yağdırmamaya veya yağdırsa bile faydasız hale getirmeye de kadirdir. Bu ise canlılar için en büyük felâkettir. Nitekim uzayda şimdiye kadar bilinenler içinde yağmur olayının cereyan ettiği tek gezegen dünyamızdır. Bir an Allah’ın dünyamızdan bu nimetini geri aldığını düşünürsek o zaman dünyanın bütün değerini ve anlamını yitirdiğini anlarız. Çünkü dünyayı anlamlı ve değerli kılan şey hayattır. Su ise–müteakip âyetlerden de anlaşılacağı üzere– bir hayat kaynağıdır. 
 
Muhammed Esed’in de belirttiği gibi 20. âyette, Kur’an öncesi dönem-de birçok peygamberin yaşadığı ve tebliğde bulunduğu Doğu Akdeniz coğrafyasını çağrıştırması için kutsal Sînâ dağı unsuru kullanılmıştır. Bu coğrafyada yetiştiği, hem katık olarak değerlendirildiği hem de yağından istifade edildiği bildirilen ağaç ise zeytin ağacıdır.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 17-18
 
Resûl-i Ekrem Efendimiz zeytinyağı hakkında şöyle buyurmuştur:” zeytinyağını yiyiniz. Onunla saçınızı yağlayınız. Çünkü o mübârek bir ağaçtan çıkar. “
(Tirmizi, Et’ıme 43; Dârimî , Sayd 20; Ahmed b. Hanbel , III,497).
 

وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَجَرَةً  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  اَنْشَأْنَا (Yarattık) şeklindedir.

تَخْرُجُ  fiili  شَجَرَةً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَخْرُجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. مِنْ طُورِ  car mecruru  تَخْرُجُ  fiiline mütealliktir. 

سَيْنَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden veya alem isim olduğundan gayri munsarifdir.

Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarifa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَنْبُتُ  fiili  تَخْرُجُ ‘deki failinin hali olarak mahallen mansubdur.

تَنْبُتُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  بِالدُّهْنِ  car mecruru  تَنْبُتُ   fiiline mütealliktir. 

صِبْغٍ  atıf harfi  وَ ‘la  بِالدُّهْنِ ‘ye matuftur.

لِلْاٰكِل۪ينَ  car mecruru  صِبْغٍ ‘nin sıfatı olup  ي  ile mecrurdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

لِلْاٰكِل۪ينَ  kelimesi sülâsi mücerredi  أكل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ

 

شَجَرَةً  mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubtur. Takdiri; اَنْشَأْنَا (Yarattık) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

شَجَرَةً  (ağaç) kelimesi  جَنَّاتٍ (bahçeler) kelimesine matuftur; mübteda olarak merfû da okunmuştur ki bu durumda anlamı, “Sizler için yaratılmış olanlardan biri de ağaçtır” olur. (Keşşâf) 

تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ  cümlesi,  شَجَرَةً  için sıfattır. Nekre kelimelerden sonra gelen cümleler, o kelimenin sıfatı olurlar. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ  cümlesi, تَخْرُجُ ‘deki failden haldir. Hal sahibinin marife olması gerekir. Cümle başında nefy edatı varsa hal sahibi nekre olabilir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِالدُّهْنِ ‘e dahil olan  بِ  harfi, tadiye içindir.

بِالدُّهْنِ ‘ye matuf olan  صِبْغٍ ‘deki tenvin, nev, kesret ve tazim ifade edebilir.

لِلْاٰكِل۪ينَ  kelimesi,  صِبْغٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

صِبْغٍ  katığa ekmek bandırmak anlamına gelir. Söylendiğine göre, zeytin ağacı tufandan sonra yetişen ilk ağaç olup; Allah Teâlâ [“Mübarek bir ağaçtan; zeytinden tutuşturulup yakılmaktadır.”] [Nûr 24/35] ifadesinde bu ağacı ‘mübarek’ olarak nitelemiştir. (Keşşâf)

تَنْبُتُ  kelimesinin mef’ûlü mahzuf olup, "Kendisinde yağı olan zeytinlerini bitirir" şeklindedir. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Cenab-ı Hak, bu bitirme işini, zeytinler diğer yerlere oradan dağılıp yayıldığı ve büyük kısmı da orada bulunduğu için bu dağa nispet etmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

شَجَرَةً - طُورِ  ve  دُّهْنِ - صِبْغٍ - اٰكِل۪ينَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayet-i kerîme’de geçen  الدُّهْنِ  kelimesinin başında bulunan  بِ  harf-i ceri birinci kıraate göre zait, ikinci kıraata göre ise müteaddi içindir. Bu da zeytin ağacıdır. Yine ayet-i kerîme’de geçen  صِبْغٍ  kelimesi  الدُّهْنِ  üzerine atıftır. Yani içine batırıldığında lokmaya renk veren bir katıktır ki, o da zeytin yağıdır. (Celâleyn Tefsiri)