فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَرْسَلْنَا | ve gönderdik |
|
2 | فِيهِمْ | kendi içlerinden |
|
3 | رَسُولًا | bir elçi |
|
4 | مِنْهُمْ | onlara |
|
5 | أَنِ | diye |
|
6 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
7 | اللَّهَ | Allah’a |
|
8 | مَا | yoktur |
|
9 | لَكُمْ | sizin için |
|
10 | مِنْ | hiçbir |
|
11 | إِلَٰهٍ | ilah |
|
12 | غَيْرُهُ | O’ndan başka |
|
13 | أَفَلَا |
|
|
14 | تَتَّقُونَ | korunmaz mısınız? |
|
فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا ‘ya mütealliktir. رَسُولاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْهُمْ car mecruru رَسُولاً ‘nin mahzuf sıfatına maahzuftur.
اَنِ tefsiriyyedir. اعْبُدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ harfi zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
غَيْرُ kelimesi اِلٰهٍ sıfatı olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَفَلَا تَتَّقُونَ۟
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Mukadder istînâfa matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَّقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
Ayet, فَ atıf harfiyle gelmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَسُولاً ‘deki tenvin tazim ve kesret, fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.
اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesine dahil olan اَنِ tefsir harfidir. اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi müfessiriyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَرْسَلْنَا - رَسُولاً kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Çünkü şekil ile birlikte bazı harfler de değiştirilmiştir.
اَرْسَلْنَا - اللّٰهَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
اَنِ (diye) edatı, اَرْسَلْنَا (gönderdik) fiilini izah eder, yani onlara peygamberlerin diliyle “Allah’a kulluk edin, dedik” demektir.
أرْسل (gönderdi) fiili tıpkı benzerleri olan وَجَّهَ , أنْفذَ ve بعث fiilleri gibi mef‘ûlünü إلى ile alır. Peki, bu fiil Kur’an’da neden bazen إلى ile kullanılırken bazen ف۪ي ile kullanılmıştır? Sözgelimi كَذَلِكَ أرْسلْناَكَ في أُمَّةٍ [İşte, seni de bir topluluğa gönderdik ki] (Ra’d 13/30); وَماََ أرسَلناَ فيِ قَرْيَةٍ مِنْ نَذيرٍ [Biz herhangi bir şehre bir uyarıcı gönderdiğimiz zaman] (Sebe 34/34) ve فَأرْسَلْنا فيهمْ رَسوُلاً [Onlara da peygamber gönderdik] (Mü’minûn 23/32) denilmiş, bir başka yerde ise وَإلى عادٍ أخاهُمْ هوداً [Âd’a da kardeşleri Hûd’u gönderdik.] (A‘râf 7/65) denilmiştir? derseniz, şöyle derim: Aslında bu fiil ف۪ي ile, إلى ile olduğu gibi mef‘ûl almış, onunla ilişkilendirilmiş değildir. Aksine (örnek verilen ayetlerde geçen) toplum ve şehir gibi kelimeler, gönderme fiilinin mekânı olarak ifade edilmiştir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)
Kendilerine gelen Resulün onlardan biri olduğunu ve aralarında büyüdüğünü belirtmek için أرْسَلْنا fiili إلى değil de في harf-i ceri ile gelmiştir. (Âşûr)
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Ta’liliyye veya beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ , zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
مِنْ اِلٰهٍ ’deki tenvin tahkir, kıllet ve nev ifade eder. Zaid harf مِنْ , kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ve şümule işarettir.
غَيْرُهُ kelimesi, اِلٰهٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh olduğu غَيْرُهُۜ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
"Sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur" cümlesi, emredilen ibadetin, veya bu ibadeti emretmenin, ya da bu emre uymak zorunluluğunun illetini beyan etmektedir. (Ebüssuûd)
اَفَلَا تَتَّقُونَ۟
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَفَلَا تَتَّقُونَ cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen uyarı, kınama, taaccüp manasında olup, cevap bekleme kastı taşımamaktadır. İstifham manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
تَتَّقُونَ - اعْبُدُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin fasılası 23.ayetin fasılasının tekrarıdır. Aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اَفَلَا تَتَّقُونَ şu manalara gelir: