Mü'minûn Sûresi 33. Ayet

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ  ...

O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 الْمَلَأُ ileri gelenler م ل ا
3 مِنْ -nden
4 قَوْمِهِ kavmi- ق و م
5 الَّذِينَ
6 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
7 وَكَذَّبُوا ve yalanlayanlar ك ذ ب
8 بِلِقَاءِ buluşmasını ل ق ي
9 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
10 وَأَتْرَفْنَاهُمْ ve kendilerine refah verdiklerimiz ت ر ف
11 فِي
12 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
13 الدُّنْيَا dünya د ن و
14 مَا değildir
15 هَٰذَا bu
16 إِلَّا başka bir şey
17 بَشَرٌ bir insandan ب ش ر
18 مِثْلُكُمْ sizin gibi م ث ل
19 يَأْكُلُ yiyor ا ك ل
20 مِمَّا -den
21 تَأْكُلُونَ sizin yediğiniz- ا ك ل
22 مِنْهُ ondan
23 وَيَشْرَبُ ve içiyor ش ر ب
24 مِمَّا -den
25 تَشْرَبُونَ sizin içtiğiniz- ش ر ب
 
Eski müfessirlerin bir kısmı, bu âyetlerde ismi verilmeden kendisinden söz edilen neslin Semûd kavmi ve onlara gönderilen peygamberin Sâlih aleyhisselâm olduğu kanaatindedirler (meselâ bk. Taberî, XVIII, 19); çoğunluk tarafından ise bu neslin Âd kavmi, peygamberin de Hûd aleyhisselâm olduğu söylenmiştir (bk. Zemahşerî, III, 47; Râzî, XXIII, 97). Bununla birlikte burada sözü edilen peygamberin davet ettiği tevhid ilkesi, esasen Kur’an’da adı geçen peygamberlerin gerçekleştirmeye çalıştıkları ortak davadır. Hz. Muhammed de dahil olmak üzere bütün peygamberlere karşı mücadele verenler, bu kıssadakiler gibi genellikle eşraftan hali vakti yerinde, çıkarlarına uygun düştüğü için mevcut sistem ve telakkiden memnun olan kesimlerdi. Bunlar umumiyetle hak peygamberin getirdiği sistemi kendi toplumsal ve ekonomik statüleri için tehlikeli görmüşler; özellikle herkes gibi bu mütegallibe zümresinin de yapıp ettiklerinden dolayı sorumlu tutulacaklarını bildiren, böylece toplumda mutlak bir hak ve adalet bilincinin uyanmasını hedefleyen âhiret inancıyla ilgili tebliğleri reddetmişlerdir. Bunlar, âhiret inancının toplum tarafından benimsenmesini kendi konumları için tehlikeli ve rahatsız edici bulmuşlar; bunu yaparken de ilgili peygamberin Allah’tan haberler getirecek olağan üstü özellikler taşımadığını, herkes gibi onun da sıradan biri olduğunu ileri sürerek onu gözden düşürmeye çalışmışlardır. Aslında bu iddialar, peygamberin görünürdeki insanî özelliklerini abartılı ifadelerle öne çıkararak insanların dikkatlerini peygamberin tebliğlerindeki dinî ve ahlâkî ilkelerde bulunan gerçekliğe çevirmelerini önlemeyi amaçlayan kurnazca bir plandan, bir saptırmadan başka bir şey değildi. Sonuç olarak söz konusu âyetlerde pek çok peygamberin yaşadığı ortak bir tecrübenin dile getirildiği görülmektedir. Bu durumda Muhammed Esed’in, bu âyetlerde belli bir peygamber ve kavimden söz edilmediği, burada anlatılanların, “Allah’ın bütün peygamberlerine ve onların her birinin peygamber olarak yaşadıkları tecrübelerde tekrarlanan benzer çizgilere ilişkin genel bir atıf durumunda” olduğu şeklindeki görüşüne (II, 694) katılmak mümkündür.
 
 Bu âyetlerde sözü edilen inkârcı zümrenin, peygamberin kişiliğine ve âhiret hayatına ilişkin iddiaları Kur’an’da muhtelif vesilelerle cevaplandırılıp reddedildiği için burada bir defa daha tekrarlanmasına gerek görülmemiş, sadece uğrayacakları acı âkıbete dikkat çekilmekle yetinilmiştir.
 

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلَأُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ قَوْمِهِ  car mecruru  الْمَلَأُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  قَوْمِهِ ‘nin sıfatı olup lafzen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

كَذَّبُوا  atıf harfi  وَ ‘la sılaya matuftur. و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِلِقَٓاءِ  car mecruru  كَذَّبُوا ‘ya mütealliktir.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَتْرَفْنَا  atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine matuftur.  اَتْرَفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  اَتْرَفْنَا  fiiline mütealliktir.  الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ( ى ) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle ( ى ) ile biter. Fakat çok az olarak (  ا  ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَذَّبُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.     

اَتْرَفْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ترف ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. بَشَرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مِثْلُكُمْ  kelimesi  بَشَرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَأْكُلُ  fiili,  بَشَرٌ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ”  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَأْكُلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle  يَأْكُلُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَأْكُلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَأْكُلُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُ  car mecruru  تَأْكُلُونَ  fiiline mütealliktir.  يَشْرَبُ  atıf harfi  وَ ‘la  يَأْكُلُ  fiiline mütealliktir. 

يَشْرَبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle  يَشْرَبُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَشْرَبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَشْرَبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

مِنْ قَوْمِهِ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَ ’la sılaya atfedilen  وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ  ve  وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ  cümleleri de aynı üsluptadır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)

لِقَٓاءِ  kelimesinin  الْاٰخِرَةِ  kelimesine izafeti  في  manasındadır. Yani ahirette kavuşmak demektir. (Âşûr)

الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ  ifadesindeki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan dünya hayatının zarfiyet özelliği yoktur. Dünya hayatıyla insanın ilişkisi, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur.

Harflerde istiare kurulurken harfe değil, müteallakına itibar edilir. Müteallak müştak olduğu için de istiare; tebeiyye olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ , kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  هٰذَٓا  mevsuf/maksûr,  بَشَرٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir.

Müşriklerin sözlerinin müsnedün ileyh olarak  هٰذَٓا  işaret ismi ile marife olması, onların tahkir amaçlarını belirtmektedir. 

مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ  cümlesi, müşriklerin Allah Resulü'nün beşer, yani insan olmasının risalet davasının sahibi olmasıyla çeliştiği vehmine kapılıp risalet çağrısını yalanlamalarından kinayedir. Melzûm söylenmiş, lâzım kastedilmiştir. (Âşûr)

مِثْلُكُمْۙ  haber olan  بَشَرٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

بَشَرٌ  ’den hal olan  يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Harf-i cerle bilikte  يَأْكُلُ  fiiline müteallik müşterek ism-i mevsûl  مَّا ‘nın sılası olan  تَأْكُلُونَ مِنْهُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Aynı üslupta gelen  وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygada gelen fiiller hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَأْكُلُ مِمّا تَأْكُلُونَ مِنهُ  cümlesindeki ifade, beşeriyet vasfı için illet ve sebep gösterme konumundadır. Nitekim o peygamber de aynı onlar gibi yemekte ve içmekte, yediği ve içtiği şeylerde onlardan hiç bir farklılık göstermemekte ve ayrışmamaktadır. (Âşûr)

يَأْكُلُ  -  تَأْكُلُونَ  ve  يَشْرَبُ  -  تَشْرَبُونَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  الْاٰخِرَةِ  الدُّنْيَاۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَفَرُوا  -  كَذَّبُوا  ile  يَشْرَبُ  -  يَأْكُلُ  ve  حَيٰوةِ  -  الدُّنْيَاۙ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِمَّا تَشْرَبُونَ  ifadesinde zamir hazf edilmiş olup, ‘’ مِنْ مُشْربُكُمْ ’’ (sizin içtiğinizden) anlamındadır. Ya da zamir, öncesindeki ifadenin kendisine delalet etmesi sebebiyle hazf edilmiştir. (Keşşâf)

مِمَّا 'daki  مَا  edatı haberiyedir (mevsûledir), ikinci  مَا 'ya ait zamir mansubdur, o da mahzuftur ya da harf-i cer ile beraber hazf edilmiştir, çünkü makabli ona delalet etmektedir. (Beyzâvî) 

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ  [Onun kavminden kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında ken­dilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler dediler ki.....] cümlesinde ıtnâb üslubu vardır. Bu, onları kınamak ve yaptıkları adi ve çirkin işleri üzerlerine tescil etmek için kullanılmış bir üsluptur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

Onların kâfir olmakla vasıflandırılmaları, kendilerini zemmetmek ve küfürde aşırı gittiklerine dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Şayet Hûd kavminin Hûd (as)’a cevap olarak söyledikleri, A‘râf suresinde ve Hûd suresinde nakledilirken başında  وَ  olmaksızın  قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ  

[“Kavminin nankörce inkâr eden ileri gelenleri; “Biz, seni tam bir beyinsizlik içinde görüyoruz” dediler”] (A‘râf 7/66) şeklinde ve  قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ  [“Dediler ki: “Ey Hûd! Sen bize (bizi imana icbar edecek) apaçık bir kanıt getirmiş değilsin!”] (Hûd 11/53) şeklinde zikredilmiş, burada ise  وَ  ile zikredilmiştir; bu ikisi arasındaki fark nedir?” dersen, şöyle derim:  وَ  olmaksızın kullanılan ifadelerde sanki biri “Peki kavmi ne dedi?” şeklinde bir soru sormuş da ona cevaben “Şöyle şöyle dediler” şeklinde cevap verilmiştir.  وَ  ile ifade edilen kullanımlarda ise cümlede onların söyledikleri peygamberin söylediğine atfedilmiştir; anlam da “İşte bu hak söz ile bu batıl söz bir araya geldi, aralarında ne kadar da büyük bir fark var!” şeklindedir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)

كَفَرُوا  -  كَذَّبُوا  -  تَأْكُلُونَ  -  تَشْرَبُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)