Mü'minûn Sûresi 45. Ayet

ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ  ...

Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.  (45 - 46. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَرْسَلْنَا gönderdik ر س ل
3 مُوسَىٰ Musa’yı
4 وَأَخَاهُ ve kardeşi ا خ و
5 هَارُونَ Harun’u
6 بِايَاتِنَا ayetlerimizle ا ي ي
7 وَسُلْطَانٍ ve bir delille س ل ط
8 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 
 
Mûsâ ve kardeşi Hârûn’un getirdikleri “âyetler ve apaçık delil” ile genellikle Hz. Mûsâ’nın gösterdiği, bazılarının Hz. Hârûn’la da ilgisi bulunan mûcizeler kastedilmiştir (farklı açıklamalar için bk. Râzî, XXIII, 101). 
 
İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ kendilerini Mısır’dan çıkarmadan önce dört asırdır Mısır’da yaşıyor, burada ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlardı. İşte 47. âyette Firavun ve çevresinin bu sebeple onları kendi köleleri gibi gördükleri, dolayısıyla aynı kavimden olan Mûsâ ve Hârûn’un dinlerini kabul etmenin kendileri için onur kırıcı olacağını ileri sürdükleri, böylece azgınlara ve sapkınlara yaraşır bir kibir ve gurur örneği sergiledikleri, bunun da onları helâke götürdüğü bildirilmektedir. Böylece gerek Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekkeli putperestlere gerekse bütün insanlara, doğru ve yanlışı makam-mevki, mal-mülk, soy-sop gibi ölçülerle ayırmaya kalkışmaları halinde bunun bedelinin çok ağır olacağı uyarısında bulunulmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 26
 

ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مُوسٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

مُوسٰى  ve  هٰرُونَ  kelimeleri a’cemî alem oldukları için gayri munsariftirler.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَاهُ  kelimesi mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti  eliftir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سُلْطَانٍ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  مُب۪ينٍ  kelimesi  سُلْطَانٍ ‘in sıfatı olup lafzen mecrurdur.  مُب۪ينٍ  kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
 

ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

Ayet, …  أرسلنا رسلنا  cümlesine terahî ifade eden  ثُمَّ  harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

اَخَاهُ , faile matuf olduğu için elifle merfû olmuştur. Çünkü, harfle îrablanan beş isimden biridir.

Fiilin, azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder. Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاٰيَاتِنَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olan  اٰيَاتِ , tazim edilmiştir. Bu izafet, ayetlerin bütün kemâl vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.

بِاٰيَاتِنَا ’ya matuf olan  سُلْطَانٍ ’deki tenvin, nev ve tazim içindir. 

سُلْطَانٍ  için sıfat olan  مُب۪ينٍۙ , mevsufun bir özelliğini bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ (Açık delil)’den, mucizeleri ve  بِاٰيَاتِ (ayetler)‘den de delilleri anlamak da, ikisinden de mucizeleri anlamak da caizdir. Çünkü onlar peygamberliğin ayetleridir ve peygamberin iddiasını doğrulayan delildir. (Beyzâvî) 

Alimler, bu ayette yer alan  بِاٰيَاتِنَا  tabiriyle neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak İbn Abbas (ra): “Bunlar, şu dokuz mucizedir: Asa, yed-i beyza, çekirge, bit veya kene, kurbağa, kan, denizin yarılması, kıtlık içinde geçen yıllar ve ürünlerin noksanlaşması” der. 

سُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ  ifadesiyle, Hz. Musa (as)’ın en kıymetli ve en büyük mucizeleri kastedilmiş olabilir ki bu da, asa mucizesidir. Çünkü buna, asanın yılana dönüşmesi, sihirbazların uydurup öne sürdükleri sihirleri yutuvermesi, denizin yarılması, kendisiyle taşa vurmak suretiyle gözelerin ve suların fışkırması, onun Musa (as)’a bekçi olması, mum olması, meyveli ağaca dönüşmesi, kova ve ip olması vb. nice pekçok mucize de taalluk etmektedir. İşte bu üstünlüklerin asaya tahsis edilmesinden dolayı asa müstakil olarak zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Apaçık mucize, hasmı ilzam eden apaçık hüccet demektir ki, bu da asa mucizesi olabilir. Bu izaha göre, asa mucizesi de mezkûr ayetlere dahil olduğu halde ayrıca zikredilmesi, bu mucizenin, Hazret-i Musa'nın mucizelerinin anası mesabesinde ve ilki olduğu içindir. (Ebüssuûd)