ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | أَرْسَلْنَا | gönderdik |
|
3 | رُسُلَنَا | elçilerimizi |
|
4 | تَتْرَىٰ | ardı ardına |
|
5 | كُلَّ | ne zaman |
|
6 | مَا |
|
|
7 | جَاءَ | geldiyse |
|
8 | أُمَّةً | bir ümmete |
|
9 | رَسُولُهَا | elçileri |
|
10 | كَذَّبُوهُ | onlar onu yalanladılar |
|
11 | فَأَتْبَعْنَا | biz de onları devirdik |
|
12 | بَعْضَهُمْ | birbiri ardınca |
|
13 | بَعْضًا | birbiri ardınca |
|
14 | وَجَعَلْنَاهُمْ | ve hepsini yaptık |
|
15 | أَحَادِيثَ | birer ibret hikayesi |
|
16 | فَبُعْدًا | uzak olsun |
|
17 | لِقَوْمٍ | toplum |
|
18 | لَا |
|
|
19 | يُؤْمِنُونَ | inanmayan |
|
Buradaki neslin Lût, Şuayb, Eyyûb ve Yûsuf peygamberlerin kavimleri olabileceği belirtilmiştir (Râzî, XXIII, 100). Esasen bu âyetlerde geçmişteki belirli peygamberlerin inanç mücadelesi hakkında bilgi verilmekten ziyade şu noktalara dikkat çekilmektedir: Yeryüzünde nesiller ve uygarlıklar birbirini izlemiş, her nesil Allah’ın değiştirilemez hükmüyle tayin ettiği ömrünü tamamlayınca ardından yeni bir nesil gelmiştir. Hz. Muhammed’e gelinceye kadar peygamberlik sürekli yenilenen bir kurum olmuştur. Peygamberlerinin davetlerini reddedip inkâr ve günahkârlıklarını sürdüren kavimler, ümmetler, bunun bedelini çeşitli felâketlere uğrayarak yok olup gitmekle ödemişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm başka âyetlerde bu sonucu ilâhî bir yasa (sünnetullah) olarak gösterir.
ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. رُسُلَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَتْرَا hal olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يُجَادِلُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ
كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfıdır. جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَهُمْ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. اُمَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولُهَا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَ karinesi olmadan gelen كَذَّبُوهُ cümlesi şartın cevabıdır.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتْبَعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri ناَ fail olarak mahallen merfûdur.
بَعْضَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَعْضاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَحَاد۪يثَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَحَاد۪يثَ kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتْبَعْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. بُعْداً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri; ابعدوا بعدا (Oldukça uzak olun.) şeklindedir.
لِقَوْمٍ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri; قلنا (Dedik.) şeklindedir.
Mekulü’l-kavli, mukadder söz ابعدوا بعدا olup mahallen mansubdur.
لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi قَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi آمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ
Atıf harfi ثُمَّ ile 42. ayetteki …ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ cümlesine atfedilen ilk cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رُسُلَنَا izafetinde Allah Teâlâya aid zamire muzâf olan رُسُلَ şan ve şeref kazanmıştır. Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.
اَرْسَلْنَا - رُسُلَنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَتْرَا (peşpeşe) kelimesi فَعْلَا vezninde olup sonundaki elif, müenneslik ifade eder, zira peygamberler bir cemaat teşkil etmektedir. Cemaat da müennestir. Bu kelime tenvin ile تَتْراً şeklinde de okunmuştur. Başındaki تَ harfi, ؤ yerine kullanılmıştır. Yani (birbiri ardından, teker teker) anlamında olup tek anlamındaki وتر kökünden gelir. (Keşşâf)
كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ
Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. كُلَّمَا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.
Şart cümlesi جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan اُمَّةً , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir. Mef’ûldeki tenvin, muayyen olmayan cins ve tahkir ifade eder.
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi كَذَّبُوهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Şart ve cevap fiilleri mazi sıygada gelmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
اَرْسَلْنَا - رُسُلَنَا - رَسُولُهَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ
Cümle فَ ile …ثُمَّ اَرْسَلْنَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
Fiillerin azamet zamirine isnad edilmesi tazim, muzari sıygada gelmeleri ise hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَعْضاً kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
el-Ahfeş der ki: Buradaki ‘’Onları ibretli hikâyeler kıldık’’ ifadesi kötü haller için kullanılır, hayırlı haller hakkında böyle denilmez. (Kurtubî)
اَحَاد۪يثَۚ kelimesi أُحْدُثَةٌ kelimesinin çoğulu olabilir. أُحْدُثَةٌ , insanların oyalanmak eğlenmek için aralarında birbirlerine anlattıkları şeydir, masaldır. (Fahreddin er-Razi)
فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
فَ ile وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ cümlesine atfedilen son cümlede, îcaz-ı hazif vardır. Cümle, mahzuf bir sözün mekulü’l-kavlidir.
بُعْداً , takdiri ابعدوا olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Car mecrur لِقَوْمٍ ’in müteallakı بُعْداً ’dir. لِقَوْمٍ ’deki tenvin, tahkir içindir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi, لِلْقَوْمِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Muzari sıyga hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Ayetin son cümlesi, haber formunda geldiği halde beddua manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Burada zamir makamında لَا يُؤْمِنُونَ şeklindeki ifade, tahkir için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bu cümle, son kelime hariç, 41. ayetin son cümlesiyle aynıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)
فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ [İnanmayanlar için artık uzaklık!] ifadesinin habere de duaya da ihtimali vardır. بُعْداً kelimesi, بعد 'nin masdarıdır ki, helak olmaktır. Bu, fiili açık kullanılmayan masdarlardandır. ل da uzak olması için beddua edileni beyan etmek içindir. هم zamiri yerine zahir ismin kullanılması bunun illetini bildirmek içindir. (Beyzâvî)
Cenab-ı Hak, [Biz de, onlardan kimini kiminin arkasına taktık] buyurmuştur. Yani, "helak olma hususunda..." demektir. Daha sonra Cenab-ı Hak, bir beddua, zem ve kınama üslubuyla olmak üzere, [Şimdi, iman etmeyen kavme lanet olsun] buyurmuş, bununla, onların bu dünyada helak edildikleri gibi, ahirette de ebedi olmak üzere azaba uğratılarak helak olmalarının da gözetilip beklendiğine işaret etmiştir ki bu, şiddetli bir tehdittir. بُعْداً : Bu ifade, "hayır ve iyiliklerden uzaklaştırma" demek olan, لعنة kelimesi gibidir. Allah Teâlâ bunu, onları hafife alıp onları hor ve hakir kılma üslubunda getirmiştir. Allah, onların başına bu azabı, ahirette onların başına gelecek olan nimet ve mükâfatlardan uzak olma azabının, kendilerinden sonrakilere bir ibret olsun diye, şu anda başlarına gelenden daha büyük olduğunu göstersin diye indirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)