Mü'minûn Sûresi 75. Ayet

وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ  ...

Biz onlara merhamet edip başlarına gelen zararı giderseydik, yine de azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 رَحِمْنَاهُمْ biz onlara acısaydık ر ح م
3 وَكَشَفْنَا ve kaldırsaydık ك ش ف
4 مَا olanı
5 بِهِمْ kendilerinde
6 مِنْ -dan
7 ضُرٍّ sıkıntı- ض ر ر
8 لَلَجُّوا yine devam ederlerdi ل ج ج
9 فِي
10 طُغْيَانِهِمْ azgınlıklarında ط غ ي
11 يَعْمَهُونَ bocalamaya ع م ه
 
Bu ifadelerden, Hz. Peygamber’in peygamberlik görevi için bir karşılık talep etmiş olabileceği hatıra gelmemelidir. Resûlullah’a hitap eden âyetin anlatmak istediği şudur: Sen onlardan bir ücret mi istiyorsun ki kendilerine Allah’ın âyetlerini okuduğunda dönüp gidiyorlar! Böyle bir durum yok; çünkü görevini yapmanın karşılığı olarak Allah seni daha iyisi ile ödüllendirecektir. Senin tek amacın, onları “dosdoğru bir yol”a yani İslâm’a çağırmaktır. Fakat Resûlullah’ın bütün çabalarına rağmen Mekke putperestleri doğru inanca ve yaşayışa götüren yoldan sapıyorlardı. 74. âyetten, bu sapmanın önemli bir sebebinin âhiret hayatını inkâr etmek olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü âhiret inancı kaçınılmaz olarak insanı sorumluluklarının idrakine varmaya zorlayacak, bu da onun nefsânî isteklerini, duygusal eğilimlerini aşarak din ve dünya hayatıyla ilgili konularda doğru kararlar vermesini, doğru hareket etmesini ve sonuçta sûrenin başında müminlerin nitelikleri olarak zikredilen davranışları sergileyerek kurtuluşa ermesini sağlayacaktır. Ancak 75. âyetin ifade ettiğine göre bu müşrikler inat ve inkâra öylesine saplanmışlar ki, Allah kendilerine acıyıp da içine düştükleri kuraklık, kıtlık, can ve mal kaybı gibi sıkıntıları kaldıracak olsa yine de sapkınlık ve azgınlıkları içinde bocalayıp duracaklar, kendilerini kurtaran Allah’ın birliğini tanıyıp hükümlerine boyun eğme basiretini göstermeyeceklerdir. 76. âyete göre Allah Teâlâ’nın onları bu tür acılarla sıkıştırması da akıllarını başlarına almalarını sağlamamıştır. Fakat bir gün gelip de Allah onların üzerlerine “çok şiddetli bir azap kapısı açtığı zaman” akılları başlarına gelecek, ama iş işten geçtiği için tam bir şaşkınlık ve ümitsizlik içine düşeceklerdir. Bir yoruma göre “çok şiddetli azap”tan maksat, putperestlerin Bedir Savaşı’nda uğradıkları yenilgidir (Taberî, XVIII, 45); çünkü bu onların müslümanlar karşısındaki ilk yenilgileriydi. Bu savaşta bazıları öldürülmüş; kalanlar için de müslümanlara karşı zulüm ve haksızlık yapma dönemi son bulmuş, bocalama ve gerileme dönemi başlamıştır. Buradaki “azap” ile âhiret azabının, Mekke’nin fethiyle uğradıkları büyük yenilginin veya kıtlık ve kuraklık gibi ekonomik felâketlerin kastedildiği de söylenmiştir (Şevkânî, III, 557). 
 
Riyazus Salihin, 165 Nolu Hadis
Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.”
(Müslim, Fezâil 19. Ayrıca bk. Buhârî, Rikâk 26; Tirmizî, Edeb 82)
 

وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

رَحِمْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. 

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَشَفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  ناَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.  بِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.  مِنْ ضُرٍّ  car mecruru  بِهِمْ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  لَجُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  car mecruru  لَجُّوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَعْمَهُونَ  fiili,  لَجُّوا ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَعْمَهُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  رَحِمْنَاهُمْ  cümlesi şarttır.

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

لَوْ  harfinin dahil olduğu hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için bu harf muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  burada mazi fiilin başına gelmiştir. Henüz gerçekleşmemiş, vadedilen bir azaptan kurtarmak için bir uyarı makamı olduğundan istikbal manasınadır. (Âşûr)

Aynı üsluptaki  وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine atfedilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Fiiller azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

كَشَفْنَا  fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  بِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu ve şart cümlesiyle aynı üslupla gelen  لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ cümlesi,  لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

طُغْيَانِ  kibrin çok şiddetli olmasıdır. (Âşûr)

العَمَهُ dalaletin içinden çıkamayıp hep ona tekrar tekrar dönmektir. (Âşûr)  

Fasılla gelen  يَعْمَهُونَ  cümlesi, haldir. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal-i müekkide olarak ıtnâbdır.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

طُغْيَانِهِمْ - ضُرٍّ - يَعْمَهُونَ  ve  رَحِمْنَاهُمْ - كَشَفْنَا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Rivayet olunuyor ki, Sümâme b. Esâl El-Hanefî, Müslüman olup Yemâme'ye gidip Mekke halkına gıda maddelerinin gelmesine engel olunca ve Allah (cc) onlara kıtlık musallat edip Mekke halkı, kana batırılan deve yünlerini bile yemek zorunda kalacak kadar şiddetli bir açlığa maruz kalınca, Ebû Sûfyân, Resulullah'a (sav) gelip dedi ki: "Allah ve akrabalık hakkı için söyler misin, âlemlere rahmet olarak gönderildiğini iddia eden sen değil mısın?" Resulullah (sav) da: "Elbette ki öyledir!" buyurdu. Ebû Süfyan da dedi ki: "Ey Muhammed! Babaları kılıçla, evlatları da açlıkla öldürdün." işte o zaman bu ayet nazil oldu. Yani eğer Biz, onlara acıyıp da, başlarına gelen kıtlık ve zayıflığı kaldırsak ve onlar, bolluğa çıksalar yine eski küfürlerine ve kibirlerine dönerler ve bu yalvarış ve yakarışları da unuturlar. (Ebüssuûd)