وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müşterek has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْشَاَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْشَاَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لَكُمُ car mecruru اَنْشَاَ fiiline mütealliktir. السَّمْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْاَبْصَارَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. الْاَفْـِٔدَةَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اَنْشَاَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ
قَل۪يلاً masdardan naib olarak gelen قَل۪يلاً mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri; تشكرون شكرا قليلا (Biraz şükürle teşekkür ederler.) şeklindedir.
مَا zaiddir. قَل۪يلاً ‘i tekid etmek içindir.
تَشْكُرُونَ fiili, نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ
وَ istînâfiyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da yani mübteda ve haber marife olduğu için cümle kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. Müsnedin tarifi ihtisas ifade eder. (Âşûr)
Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası olan اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet-i kerîmede haberin ism-i mevsûlle marife gelmesi kasr-ı hakiki içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu üç nimetin, faydaları büyük olduğu için Yüce Allah özellikle bunları zikretmiştir.
السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ (Kulak ve gözler) ibaresinde kulak tekil, göz ise çoğul olarak gelmiştir. Bu, tefennun (çeşitleme) sanatıdır.
السَّمْعَ - الْاَبْصَارَ - الْاَفْـِٔدَةَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Allah Teâlâ'nın, اَنْشَا ‘de toplanan yarattığı şeyler, السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَ şeklinde sayılmıştır. Cem' ma’at-taksim sanatı vardır.
قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Zaid harf مَا ile tekid edilmiş fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Masdardan naib olarak gelen قَل۪يلاً mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Cümlenin takdiri …تشكرون شكرا قليلا (Az bir şükürle şükrediyorsunuz) şeklindedir.
قَل۪يلا kelimesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki مَا edatı, bu belirsizlikten çıkan azlık manasını pekiştirmektedir. Bu, şükretmemekten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Kulak, göz ve kalp verdiğini bildirerek Hak Teâlâ, bu üç uzvu özellikle zikretmiştir. Çünkü istidlal, bunlarla yapılır. (Fahreddin er-Râzî)
Allah (cc), sizin kâinat ayetleri ile vahiy ayetlerini görmeniz için kulaklarınızı ve gözlerinizi ve gördüklerinizi tefekkür edip gereği gibi ibret almanız için de kalplerinizi yaratandır. Siz bu büyük nimetlere şükür sayılmayacak kadar ne de az şükrediyorsunuz! Zira şükürde esas olan, haddi zatında büyük nimetler olan bu güçleri, yaratılış gayesine uygun olarak kullanmaktır. Siz ise, bunu çok ihlal ediyorsunuz. (Ebüssuûd)