حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟
Feteha فتح : فَتْحٌ kapalılık ve belirsizliği gidermektir. Bu da iki kısma ayrılır: Birincisi, gözle görülebilen türden bir açmadır. Örneğin kapıyı açma, kilit, sürgü ve benzeri şeyleri açma gibi.. İkincisi, gamı, tasayı veya kederi kişinin üzerinden kaldırmak gibi basiretle görülebilen türden bir açmadır ki bu da çeşitli kısımlara ayrılır: İlki dünyevi meselelerle ilgilidir. Giderilen bir üzüntü ya da mal vs. türünden bir şey vererek izale edilen fakirlik gibi.. İkinci olarak kapalı olan ilimleri açmaktır.
فاتِحَة sonrasının kendisiyle açıldığı her türlü şeyin başlangıcıdır. Nasr/1 ayetinde geçen فَتْحٌ kelimesi nusret, hüküm ve Yüce Allah'ın açtığı bilgiler anlamına gelebilir.
Sülasi formdaki فَتَحَ fiili عَلى harfi ceri ile kullanıldığında bildirmek/haberdar etmek demektir. İftial babı formundaki şekli olan إفْتِتاحٌ ise bir işe başlama anlamında kullanılır. İstif'al babındaki formu olan إسْتِفْتاحٌ ya gelince fetih veya hüküm talep etmektir. Son olarak مِفْتاحٌ bir şeyi açmada kullanılan araçtır. Çoğulu مَفاتِيحٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 38 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fetih, fatih, fettah, miftah, iftitah, fetha, Fatiha, siftah ve istiftahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir:
1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Cümleye muzâf olur. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَتَحْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَتَحْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru فَتَحْنَا fiiline mütealliktir. بَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ذَا kelimesi بَاباً ‘ın sıfatı olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak nasb alameti eliftir.
عَذَابٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَد۪يدٍ kelimesi عَذَابٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olup mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru مُبْلِسُونَ ‘ye mütealliktir.
مُبْلِسُونَ mübtedanın haberi olup و ile merfûdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُبْلِسُونَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette حَتّٰٓى , ibtida harfi اِذَا , şart manalı zaman zarfıdır. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda ve şart cümlesi olan فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ ibaresi, بَاباً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فَتَحْنَا fiili, azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَتَحْ الباب ifadesinde teşbih vardır. Kapı kapalı iken ansızın bir azap ile karşılaşma durumu temsil edilmiştir. Bu ifadenin hakikat manasında değil de mecaz olduğuna وما كانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهم وأنْتَ فِيهِم şeklindeki Enfal/33 ayeti delildir. ولَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِن أقْطارِها şeklindeki Ahzap/14 ayeti de bu anlamdadır.
Burada insanların, kapıları kapalı iken evlerinin içinde selamet ve afiyet içindeki olma halleri, aniden düşmanlarının kapılarını kırarak girmeleri ile bir azapla karşı karşıya kalma hallerine benzetilmiştir. Şöyle de ifade etmek mümkündür; Onlara ceza verilme hali, içinde azap bulunan bir kapının açılmasıyla o azabın üzerlerine dökülme haline benzetilmiştir. وفارَ التَّنُّورُ ayeti bunun gibidir. Şu söz de buna örnektir “Bardak falan kimsenin yaptıkları ile dolup taştı.” (Âşûr)
Mufacee harfinin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟ , şartın cevabıdır. اِذَا , isim cümlesine dahil olduğunda ‘birdenbire, aniden’ anlamlarına gelir.
Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. ف۪يهِ , cümledeki önemine binaen müsned olan amili مُبْلِسُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan مُبْلِسُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu durumun devamlılığına işaret etmiştir.
الإبْلاسُ , kurtuluştan tamamen ümidini kesmektir. (Âşûr)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart cümlesinin tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette iki farklı görevdeki اِذَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَاباً ve عَذَابٍ kelimelerindeki tenvin, tazim ve kesret içindir.
عَذَابٍ için sıfat olan شَد۪يدٍ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Burada بابُ عَذابٍ (Azap kapısı) değil de بَاباً ذَا عَذَابٍ buyurulmuştur. Çünkü ayette gelen şekilde بابُ عَذابٍ (Azap kapısı) izafetinde olmayan şiddetli bir ifade vardır.
Bu azap, ahiret azabıdır. Nitekim kapının açılması ve şiddetli olmak ile vasıflandırılarak korkunç gösterilmesinden de anlaşılmaktadır. Onlar ahiret azabı görmeden önce dünyada öldürülmek, esir alınmak, açlık ve başka mihnetlere duçar oldukları halde, onlardan bir itaat yumuşaması ve İslam'a yönelme hiç görülmedi.
Diğer bir görüşe göre ise, ayetteki kapıdan murat, açlıktır. Zira açlık, öldürülmek ve esir alınmaktan daha şiddetli ve umumîdir. Yani Biz, önce onları Bedir savaşında ileri gelenlerinin öldürülmeleri ve esir alınmaları azabı ile yakaladık; fakat onlardan yalvarma ve boyun eğme görülmedi. En son onların üzerine, daha ağır ve etkili olan açlık kapısını açınca, işte o zaman umutlarını kestiler; boyunları eğildi ve onların en azgınları ve en inatları, sana gelip af dilediler. Ancak isabetli olan, birinci görüştür. (Ebüssuûd)