لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَوْلَا | gerekmez miydi? |
|
2 | جَاءُوا | getirmeleri |
|
3 | عَلَيْهِ | ona |
|
4 | بِأَرْبَعَةِ | dört |
|
5 | شُهَدَاءَ | şahid |
|
6 | فَإِذْ | madem ki |
|
7 | لَمْ |
|
|
8 | يَأْتُوا | getirmediler |
|
9 | بِالشُّهَدَاءِ | şahidleri |
|
10 | فَأُولَٰئِكَ | o halde onlar |
|
11 | عِنْدَ | yanında |
|
12 | اللَّهِ | Allah |
|
13 | هُمُ | onlar |
|
14 | الْكَاذِبُونَ | yalancılardır |
|
لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوْلَا kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde ل bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı ل ’sız gelir. Nur Suresi 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan)
جَٓاؤُ۫ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْهِ car mecruru جَٓاؤُ۫ fiiline mütealliktir. بِاَرْبَعَةِ car mecruru جَٓاؤُ۫ fiiline mütealliktir.
شُهَدَٓاءَ muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır. شُهَدَٓاءَۚ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ
فَ atıf harfidir. اِذْ zaman zarfı olup mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri; كذبوا (yalanladılar) şeklindedir.
لَمْ يَأْتُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْتُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِالشُّهَدَٓاءِ car mecruru يَأْتُوا fiiline mütealliktir.
فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ
İsim cümlesidir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ zaman zarfı, الْكَاذِبُونَ ’ye mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُمُ الْكَاذِبُونَ cümlesi, mübteda işaret isminin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْكَاذِبُونَ haber olup ref alameti و ’dır. الْكَاذِبُونَ kelimesi,sülâsi mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Ayetin başındaki لَوْلَا , tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir.
Tahdid için olan هلا “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır.
لَوْلَا harfi hep maziye dahil olmuştur. Bu da pişmanlığa delalet eder. Sanki muhatabın yaptığı işe pişman olmasını ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin başındaki لَوْلَٓا , burada “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Bu mesela, لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ [Bize yakın zamana kadar geciktirmeli değil miydin? (Nisa Suresi, 77)] ve فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا [İman edip de bu imanı kendisine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı ya!] (Yunus Suresi, 98) ayetlerinde olduğu gibi. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)
لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ [Ona dört şahit getirselerdi ya!] cümlesinde teşvik vardır. Maksat, kınama ve azarlamadır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bundan önce iftiracılardan işittikleri وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ [Bu, apaçık bir bühtandır.] sözleriyle tekzip edildikten ve bunu söylemediklerinden dolayı tevbih edildikten sonra bu kelam da, ya söylenmesi teşvik edilen sözlere dahil olup dinleyenleri, iftiracıları susturmaya veya tekzip etmeye teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)
فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ
Cümle فَ ile makabline atfedilmiştir. Ayete dahil olan zaman zarfı اِذْ bu ayette şart manası taşır. Müteallakı mahzuftur. كذبوا (Yalanladılar.) şeklinde takdir edilir. Menfî mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. Aynı zamanda şart cümlesidir.
فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ cümlesi, اِذْ ’nın cevabıdır. Mübteda ve haberden oluşan cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle ve haberin marife gelmesiyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.
Haberin الْ takısıyla marife olması muhataplar tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Onlar sadece yalancıdır, yalancı olmaktan başka bir özellikleri yok demektir. İzafî bir kasrdır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ ifadesindeki hasr sıygası mübalağa içindir. Sanki yalanlarındaki şiddet ve çirkinlik sebebiyle, onlardan başkası yalancı sayılmamıştır. Sanki onların mahiyeti yalancılıktan ibarettir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı عِنْدَ , müteallakı olan الْكَاذِبُونَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan عِنْدَ şan ve şeref kazanmıştır.
Müsnedin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
شُّهَدَٓاءِ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شُّهَدَٓاءِ - كَاذِبُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426