لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَوْلَا | gerekmez miydi? |
|
2 | إِذْ | zaman |
|
3 | سَمِعْتُمُوهُ | onu işittiğiniz |
|
4 | ظَنَّ | zanda bulunup |
|
5 | الْمُؤْمِنُونَ | inanan erkeklerin |
|
6 | وَالْمُؤْمِنَاتُ | ve inanan kadınların |
|
7 | بِأَنْفُسِهِمْ | kendiliklerinden |
|
8 | خَيْرًا | güzel |
|
9 | وَقَالُوا | ve demeleri |
|
10 | هَٰذَا | bu |
|
11 | إِفْكٌ | bir iftiradır |
|
12 | مُبِينٌ | apaçık |
|
لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اِذْ zaman zarfı, ظَنَّ fiiline mütealliktir.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَمِعْتُمُوهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَمِعْتُمُوهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. سَمِعْتُمُوهُ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ظَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمُؤْمِنُونَ fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْمُؤْمِنَاتُ atıf harfi وَ ’la الْمُؤْمِنُونَ ’a matuftur.
بِاَنْفُسِهِمْ car mecruru ikinci mef’ûlün bihe müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُؤْمِنَاتُ ve الْمُؤْمِنُونَ kelimeleri, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur. اِفْكٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُب۪ينٌ kelimesi, اِفْكٌ ’ün sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ
لَوْلَٓا , tahdîd harfidir. Burada tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir. (Âşûr)
ظَنَّ fiiline müteallik olan اِذْ , maziye dönük zaman zarfıdır. سَمِعْتُمُوهُ cümlesine muzâf olmuştur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَمِعْتُمُوهُ fiilindeki وَ , okumada hafiflik için gelen işbâ vavıdır.
Ayetin başındaki لَوْلَٓا , burada ‘’değil miydi” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Bu mesela, لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ [Bize yakın zamana kadar geciktirmeli değil miydin? (Nisa Suresi, 77)] ve فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا [İman edip de bu imanı kendisine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı ya! (Yunus Suresi, 98)] ayetlerinde olduğu gibi. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ظَنَّ , zıt iki anlamı olan fiillerdendir. Hem zannetti hem de kesin olarak bildi demektir.
سَمِعْتُمُوهُ ’daki muhatap zamirden, ظَنَّ ’deki gaib zamire iltifat sanatı vardır.
خَيْراًۙ ’daki tenvin kesret ve tekrim içindir. İsm-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
الْمُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِنَاتُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ [Onu duyduğunuz zaman müminler hüsnüzanda bulunsalardı.] cümlesindeki II. şahıs kipinden III. şahıs kipine dönüş vardır. Takdiri şöyledir: لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَنْتُمْ [Onu işittiğinizde hüsnüzanda bulunsaydınız.] Yüce Allah, daha şiddetli azarlamak ve imanın müminler hakkında hüsnüzanda bulunmayı gerektirdiğini bildirmek için II. şahıs kipinden III. şahsa dönmüştür. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Âşûr)
لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ [Onu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve mümin kadınlar içlerinde bir hayır zannedip bu] kendilerinden olan erkek ve kadın müminler hakkında, Mesela, وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ [Kendinizi ayıplamayın.] (Hucurat Suresi, 11) ayetinde olduğu gibi. Hitaptan gaib üsluba geçilmesi daha çok kınamak ve şunu bildirmek içindir ki iman; müminlere hayır düşünmeyi, onlara dil uzatmamayı ve kendi nefislerini müdafaa eder gibi onları da müdafaa etmeyi gerektirir. لَوْلَٓا ile fiilinin arasına zarf ile fasıla girmesinin caiz olması, zarfın da ondan sayılmasındandır, çünkü ondan ayrılması caiz değildir. Bunun içindir ki başka şeylerde caiz olmayan onda caiz olur. Zira zarfı zikretmek çok önemlidir. Çünkü teşvik etmek o şeyi duyar duymaz olmalıdır demektir. (Beyzâvî)
Eğer ayetteki imandan murad, hakiki iman ise mezkûr şeyleri gerektirmesi gayet açık olur ve tevbih müminlere mahsus olur. Yok eğer bu iman, münafıkların da zahiren gösterdikleri imanı da kapsayan mutlak iman ise mezkûr şeyleri gerektirmesi, onların, zahirî iddialarının aksini göstermekten kaçınmaları cihetiyledir. Buna göre tevbih, hepsine yöneltilmiş olur. (Ebüssuûd)
وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ
Ayetin son cümlesi, وَ ’la ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İşaret isminde istiare vardır. هٰذَٓا ile sözlere işaret edilmiştir.
İşaret isimleri mahsus şeyleri işaret etmek için kullanılırlar. Buradaki gibi aklî şeyleri işaret etmekte kullanıldıklarında istiare olur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olarak gelmesinin amacı; en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. Nur Suresi, 12 ve 16. ayetlerde, bu mananın yanında bu müminleri tahkir de vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُب۪ينٌ müsned olan اِفْكٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.