Nûr Sûresi 11. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْۜ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ...

O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ kuşkusuz
2 الَّذِينَ
3 جَاءُوا getirenler ج ي ا
4 بِالْإِفْكِ iftirayı ا ف ك
5 عُصْبَةٌ bir topluluktur ع ص ب
6 مِنْكُمْ içinizden
7 لَا
8 تَحْسَبُوهُ onu sanmayın ح س ب
9 شَرًّا şer ش ر ر
10 لَكُمْ sizin için
11 بَلْ bilakis
12 هُوَ o
13 خَيْرٌ hayırdır خ ي ر
14 لَكُمْ sizin için
15 لِكُلِّ her (karşılığını görecektir) ك ل ل
16 امْرِئٍ kişi م ر ا
17 مِنْهُمْ onlardan
18 مَا ne
19 اكْتَسَبَ işledi (ise) ك س ب
20 مِنَ
21 الْإِثْمِ günahının ا ث م
22 وَالَّذِي kimseye
23 تَوَلَّىٰ yüklenen و ل ي
24 كِبْرَهُ en büyüğünü ك ب ر
25 مِنْهُمْ onlardan
26 لَهُ onun (yalanın)
27 عَذَابٌ bir azab (vardır) ع ذ ب
28 عَظِيمٌ büyük ع ظ م
 
Hem Hz. Peygamber’in aile hayatını ve yakınlarıyla ilişkilerini daha iyi anlayıp kavramamızı sağlamak hem de aile hayatına, iffet ve namusa değer veren topluluklarda çokça rastlanan iftira olayı karşısında müminlerin nasıl bir tavır ve yaklaşım içinde olmaları gerektiği konusunda yol göstermek için indirilmiş olan bu âyetler, Hz. Âişe’nin de katıldığı bir yolculuk olayına ve bazı münafıkların bunu fırsat bilerek onun hakkında uydurdukları bir düzmeceye atıfta bulunmaktadır. Müslim’in (“Tevbe”, 56) genişçe rivayet ettiği olayın özeti şöyledir: Hz. Peygamber hicretin 5. yılında (Benî Müstalik diye de anılan) Müreysî‘ seferine çıkarken her zaman yaptığı gibi eşlerinden birini –bu defa Hz. Âişe’yi– yanına almıştı. Daha önce Peygamber eşlerinin başkalarıyla ancak perde arkasından görüşüp konuşmalarıyla ilgili emir gelmiş bulunduğundan (Ahzâb 33/53) Hz. Âişe, deve üzerine kurulmuş çadır benzeri bir yerde (perdeli mahfede) seyahat ediyordu. Dönüşte Medine’ye yaklaşıldığında bir yerde istirahat edilmiş ve gece hareket emri verilmişti. Bu sırada Hz. Âişe ihtiyacını gidermek için biraz uzaklaşmış, yerine geldiğinde değerli bir kolyesinin düşmüş olduğunu farketmiş, aramak için tekrar gitmiş, epeyce aradıktan sonra bulup dönmüştü. Bu arada görevliler Hz. Âişe’nin kapalı mahfesini kaldırıp deveye yüklemişler, onun mahfenin içinde olmadığını anlayamamışlardı. Hz. Âişe dönüp de kafilenin gitmiş olduğunu görünce, “Farkettiklerinde beni burada ararlar veya arkayı toparlayarak gelen kişi beni burada bulur” diyerek olduğu yerde oturmuş, beklemeye koyulmuş, beklerken uyku bastığı için de uyuyakalmıştı. Birliğin arkasını emniyete almak ve toparlamak üzere görevlendirilmiş bulunan Safvân isimli sahâbî konaklama yerinden geçerken bir karartı görmüş, yakınına geldiğinde onun Hz. Âişe olduğunu anlayınca “innâ lillâh...” diye seslenerek uyandırmış, devesini çökertip kendisi biraz uzaklaşmış, Hz. Âişe deveye binmiş, yola koyulmuşlar ve öğle üzeri istirahat etmekte olan kafileye yetişmişlerdi. 
 
 Hadise bundan ibaret olduğu halde başta meşhur münafık Abdullah b. Übey b. Selûl olmak üzere küçük bir grup olayı kötü yorumlayarak çirkin bir iftira ürettiler: Hz. Âişe ile Safvân arasında iffete aykırı bir olay yaşandığını söylediler ve bunu halk içinde yaymaya başladılar. Hz. Âişe Medine’ye gelince hastalanmış, bir ay kadar yatmıştı. Dedikodudan haberdar olamadı, nihayet bir vesile ile iftira onun da kulağına geldi. Beyninden vurulmuşa dönen Âişe üzüntüsü yüzünden yeniden hastalandı, meseleyi ailesinden öğrenmek maksadıyla Hz. Peygamber’den izin alıp baba evine gitti. Annesi, eşi tarafından sevilen, kumaları bulunan her güzel kadın için böyle dedikoduların yapılabileceğini söyleyerek kızını teselli etmeye çalıştıysa da Âişe günlerce ağladı.
 
 Bu arada Hz. Peygamber yakınları ile istişarede bulundu, hepsi Hz. Âişe’nin lehinde konuştular; Hz. Ali de aleyhinde bir şey söylememekle beraber “kadın kıtlığının bulunmadığını” ifade etti ve evin hizmetçisinden tahkik etmesini tavsiye etti. Hizmetçi Hz. Âişe’yi savundu. Yeterince araştırma, soruşturma yaptıktan sonra Hz. Peygamber mescide geldi, minbere çıkarak hem eşi hem de Safvân hakkındaki müsbet kanaatini ifade etti. Baş iftiracıdan şikâyette bulundu, cemaatin görüşüne başvurdu. İftiracıyı cezalandırma konusunda, İslâm öncesinden kalma kabilecilik gayretiyle ileri geri sözler söylendiği için konuşmayı bu noktada kesti. İftira atılalı bir ay geçmiş olmasına rağmen konu hakkında bir vahiy gelmemiş, âdeta bu büyük imtihanın süresi kasıtlı ve hikmetli olarak uzatılmıştı. Bir ayın hitamında Hz. Peygamber eşini görmek üzere kayınpederi Ebû Bekir’in evine geldi, burada aile arasında şu konuşma geçti:
 
 Hz. Peygamber:
 
 – “Âişe, senin hakkında bana şunları, şunları söylediler. Eğer sen mâsum isen Allah bunu ortaya çıkaracak, seni bu iftiradan arındıracaktır. Eğer bir günaha bulaştıysan Allah’tan af dile, tövbe et; çünkü kulu suçunu itiraf ederek Allah’a tövbe ederse O bağışlar.” 
 
 Bu sözleri işitince kendine gelen ve göz yaşları kesilen Hz. Âişe, önce babasının, sonra annesinin cevap vermelerini istedi; onlar “Biz Resûlullah’a karşı ne diyebiliriz?” deyince kendisi şöyle konuştu: “Öyle anlaşılıyor ki siz bunları işittiniz ve inandınız. Allah benim suçsuz ve günahsız olduğumu biliyor, ancak ben size ‘yapmadım’ desem inanmayacaksınız, ‘yaptım’ desem inanacaksınız. Durumumuz Hz. Yûsuf’un babasının durumuna benziyor, o şöyle demişti: “Artık (bana düşen) güzelce sabretmektir. Anlattığınız karşısında, yardım edecek olan ancak Allah’tır” (Yûsuf 12/18). Hz. Âişe bunları söyledikten sonra kırgın olarak yatağına uzandı, arkasını dönüp örtüsünü başına çekti. İşte tam bu sırada vahiy işaretleri belirdi, durumu açıklığa kavuşturan, iftiracıların yüzünü karartan on âyet (11-20) nâzil oldu.
 
 “İftira kandan çetindir” diye bir atasözü vardır. Toplum hayatını dinamitleyen, dostlukları bitiren, aile facialarına yol açan, cinayetlere sebep teşkil eden bu ahlâksızca davranışı engellemek ve müminleri eğitmek üzere söz konusu edilen meşhur iftira olayında büyük ders ve ibretler vardır. Bu âyetlerle iftira edenlere, iftiraya uğrayanlara, iftirayı duyanlara nasıl davranmaları gerektiği konusunda ders ve öğütler verilmiş, İslâm ahlâkının önemli ilkeleri bu vesile ile bir daha hatırlatılmıştır. Bu arada müslümanların içine sızmış bulunan bazı münafıkların perdeleri düşmüş, kötü duygularına mağlûp olan veya dedikoduya kapılan birkaç mümin de büyük bir imtihan geçirmiş, sonra tövbe ederek temizlenmişlerdir. Bazı rivayetlere göre bunlara iftira cezası da uygulanmıştır. Sonuç olarak iftira olayı derin üzüntülere sebep olsa da mânevî getirisi bakımından müminlerin hakkında hayırlı olmuştur. 
 
 19. âyette söz konusu edilen “ahlâksızlığın yaygınlaşması” ifadesi, hem fiilen ahlâka aykırı davranışları hem de bunların dedikodusunun, sohbetinin yapılmasını, tabii bir olaymış gibi kınamadan konuşulmasını kapsamaktadır. Topluluk içinde birçok kötülük, buna karşı zamanında ve yeterli tepki gösterilmemesi sebebiyle yayılmakta ve yerleşmektedir. Erdemli bir toplulukta ancak erdeme uygun davranışlar açıkça ve takdir edilerek konuşulur, sohbet konusu olur; çirkin ve kötü olaylar ise yalnızca gerektiği kadar dile getirilir ve erdem ölçülerine göre değerlendirilir, mahkûm edilir, ıslah çareleri üzerinde durulur. Topluluk içinde erdemsizliğin yaygın hale gelmesi öncelikle yasaklar ve cezalarla değil, toplumun erdem ve erdemsizlik karşısında takındığı tavırla engellenebilir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 58-61
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

جَٓاؤُ۫  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِالْاِفْكِ  car mecruru  جَٓاؤُ۫  fiiline mütealliktir.  عُصْبَةٌ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  عُصْبَةٌ ’ün mahzuf sıfatına mütealliktir.


 لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْسَبُوهُ  fiili,  نَ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

شَراًّ  kelimesi,  تَحْسَبُوهُ  fiilinin ikinci mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  شَراًّ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ 

 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْۜ  car mecruru  خَيْرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرُ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsmi tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ 

 

İsim cümlesidir.  لِكُلِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

امْرِئٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمْ  car mecruru   امْرِئٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اكْتَسَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مِنَ الْاِثْمِ  car mecruru  اكْتَسَبَ  fiiline müteallilktir.  

اكْتَسَبَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  كسب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَوَلّٰى dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَوَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

كِبْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  cümlesi, mübteda olan  الَّذ۪ي ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

مِنْهُمْ  car mecruru  تَوَلّٰى ’nın failinin mahzuf haline mütealliktir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’ün sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَظ۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûl olarak marife gelmesi; arkadan gelen habere işaret veya ima için olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِفْكِ , kizb’den (yalandan) daha mübalâgalıdır, çünkü  أَفك ’ten gelir ki o da çevirmektir, zira o, doğru istikametten çevrilen sözdür. (Beyzâvî)

Ayette ‘getirmek’ fiilinin kullanılması, aslı, esası olmaksızın, kendiliklerinden bunu uydurduklarına işaret etmektedir. (Ebüssuûd)

جاءُوا بِالإفْكِ  sözü; kastettiler ve bunu önemsediler demektir. Aslı şöyledir: Garip bir haber verene “Bu haberi verdi” denir. Çünkü garip haberin şanı; seyahatten gelenlere veya o semtten uzak olanlara ait olmaktır.  Allah Teâlâ Hucurat Suresi 6. ayette  إنْ جاءَكم فاسِقٌ بِنَبَإٍ  [Size bir fasık bir haber getirirse…]  buyurmuştur. Böylece haber;  yolcunun gelişine veya meknî olarak gelene benzetilmiştir. Gelmek terşîh manası kazandırmıştır. Musahabe manasındaki  بِ  harfinin gelişiyle terşîh istiare tamamlanmıştır. 

اِنَّ ’nin haberinin  عُصْبَةٌ olması caizdir. Ve bu söz; inkârlarında daha kuvvetli olan bir topluluk olmalarına rağmen, onlara ve yaptıklarına hayret etmek için kullanılmıştır. (Âşûr) 

عُصْبَةٌ  kelimesinin zikri onları ve sözlerini tahkir içindir. (Âşûr)

  

 لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

شَراًّ ’deki tenvin nev içindir.

Onu kendiniz için şer sanmayın kavli de yeni söz başıdır. Hitap, Resulullah’a (sav), Âişe'ye ve Safvan'adır. Allah onlardan razı olsun.  هُ  zamiri de  اِفْكِ ’e râcidir. (Beyzâvî)

Bu hitap, Resulullah (sav), Hz. Ebubekir, Hz. Âişe ve Safvan (ra) için olup daha baştan onları teselli etmektedir. (Ebüssuûd) 


 بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ 

 

Ayete dahil olan  بَل  idrâb harfidir, intikal için gelmiştir. Cümle öncesi için tekid hükmünde istînâfiyyedir. Sübut ifade eden, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  خَيْرُ  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ  cümlesinde  بَلْ , idrâb harfidir. Tersine, aksine anlamındadır.

O, sizin için hayırdır sözüne, “o, onlar için şerdir” manası idmac edilmiştir. 

Sizin hakkınızda konuşanlar için tehdit ve sizin için iyilik düşünenler için de övgüdür. (Beyzâvî)

لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْ [Onu kendiniz için bir şey sanmayın] - بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ  [Bilakis o sizin için daha hayırlıdır.] arasında mukabele, شَراًّ -  خَيْرٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Aslında خَيْرٌ  kelimesi  شَراًّ ‘e  بَلْ  harfiyle atfedilerek  بَلْ خَيْرًا لَكم  denir. Burada üslubun değişerek; sebat ve devama delalet eden isim cümlesi tercih edilmiştir. (Âşûr)

 

لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim sanatları vardır.  لِكُلِّ , mahzuf mukaddem habere mutealliktir.  

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)  

اكْتَسَبَ  fiili  اِفْتِعال  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, ittihaz, müşareket, izhar, çaba ve talep anlamları katar.  اِفْتِعال  kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

خَيْرٌ - الْاِثْمِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


 وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Ayetin, …لِكُلِّ امْرِئٍ  cümlesine atfedilen fasılasının atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan   تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)  

لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  cümlesi  الَّذ۪ي ’nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  عَذَابٌ ’daki tenvin, tahkir ve teksir ifadesinin yanında tarifi mümkün olmayan bir azap olduğuna işaret eder.

عَظ۪يمٌ , kelimesi  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَراًّ - عَذَابٌ - اِثْمِۚ  ve  كِبْرَهُ - عَظ۪يمٌ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr vardır.