وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ
وَ atıf harfidir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
فَضْلُ mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haber mahzuftur.Takdiri; موجود (vardır) şeklindedir.
عَلَيْكُمْ car mecruru فَضْلُ ’a mütealliktir. رَحْمَتُهُ atıf harfi وَ ’la فَضْلُ اللّٰهِ ’a matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Masdar manası verir.
اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ’nin ismi olarak lafzen mansubdur.
رَؤُ۫فٌ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merf’udur. رَح۪يمٌ۟ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
رَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌ۟ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ
İstînâfiyye olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ifade eden şart cümlesi وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ , faide-i haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan فَضْلُ ’nun, takdiri موجود (mevcuttur) olan haberi mahzuftur.
Veciz anlatım kastıyla gelen فَضْلُ اللّٰهِ ve وَرَحْمَتُهُ izafetlerinde فَضْلُ ’nun Allah lafzına, رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması, onları tazim ve teşrif içindir.
Bu kelam, onlara acil azap vermemek suretiyle gösterilen minnetin tekrarı mahiyetinde olup onların cürümlerinin son derece büyük olduğuna dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوْلَا kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde ل bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı ل ’sız gelir. Nur Suresi, 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan)
Ayette de görüldüğü üzere, gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurmuştur.
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, لعاجلكم بالعقوبة (Cezanız aceleyle verilirdi.) olan cevap cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ [Allah'ın size lütfu ve acıması olmasaydı] cümlesinde, olayın korkunçluğunu göstermek için لَوْلَا edatının cevabı söylenmemiştir. Bu da cevabın takdirinde her türlü şeyin akla gelmesini sağlar. Bu tür bir ifade daha beliğ bir açıklama olup daha korkutucu ve caydırıcıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Yani şayet Allah’ın zorluk ve darlıktan kurtarıcı, ferahlık verici hükmü sebebiyle size özellikle verdiği keremi, nimeti, ihsanı, rahmeti, tevbelerinizin kabulüne imkan vermesi gibi lütufları olmasaydı siz pek çok işlerinizde sıkıntı ve meşakkate düşerdiniz. Allah sizi rezil eder ve sizi derhal cezalandırırdı. Fakat O, sizin hatalarınızı örttü ve liân vesilesiyle, düşeceğiniz tehlikeden sizi kurtardı. Onun zatî sıfatlarından birisi de rahmeti kendi nefsine yazması, kendisinin tevbeleri çokça kabul edici olması ve O’nun vaz ettiği şer’î hükümlerde, emir ve nehiylerde son derece hikmet sahibi olmasıdır.
Zemahşerî de burada لَوْلَا ’nın cevabı terk edilmiştir, onun terk edilmiş olması mahiyeti tam bilinemeyen büyük bir şeye delalet eder, nice dile getirilmeyen şey vardır ki konuşulmuş olandan daha etkilidir demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
فَضْلُ ’nun Allah lafzına, رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olmaları, onları tazim ve teşrif içindir.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Allah lafızlarında tecrîd sanatı, tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
رَحْمَتُهُ - فَضْلُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟ , sübut ve istimrar ifade eder. Cümle masdar teviliyle sarih masdar vezninde gelen فَضْلُ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Bu ismin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
(Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki رَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌ۟ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
رَح۪يمٌ۟ - رَحْمَتُهُ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu ayetle 10 ve 14. ayetler arasındaki ortak ifadelerde tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ لَوْلَا ’nın cevabını 16. ayette hazfettiği gibi burada da hazfetmekle azapta acele etmediğini belirterek minnetini tekrarlamıştır. Cevap hazfedilerek yapılan tekrarda ve ayrıca توٌاَبٌ , رَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌ۟ kelimelerinde büyük bir mübalağa vardır. Yani sıygaları itibariyle tövbekârların tövbesini daima kabul etme, muazzam bir şefkat ve merhamet anlamındadır. (Keşşâf)