Nûr Sûresi 21. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ وَمَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداًۙ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  ...

Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تَتَّبِعُوا izlemeyin ت ب ع
6 خُطُوَاتِ adımlarını خ ط و
7 الشَّيْطَانِ şeytanın ش ط ن
8 وَمَنْ ve kim
9 يَتَّبِعْ izlerse ت ب ع
10 خُطُوَاتِ adımlarını خ ط و
11 الشَّيْطَانِ şeytanın ش ط ن
12 فَإِنَّهُ muhakkak o
13 يَأْمُرُ (ona) emreder ا م ر
14 بِالْفَحْشَاءِ edepsizliği ف ح ش
15 وَالْمُنْكَرِ ve kötülüğü ن ك ر
16 وَلَوْلَا ve eğer olmasaydı
17 فَضْلُ lutfu ف ض ل
18 اللَّهِ Allah’ın
19 عَلَيْكُمْ size
20 وَرَحْمَتُهُ ve rahmeti ر ح م
21 مَا
22 زَكَىٰ temizlemezdi ز ك و
23 مِنْكُمْ sizden
24 مِنْ hiç
25 أَحَدٍ birinizi ا ح د
26 أَبَدًا asla ا ب د
27 وَلَٰكِنَّ fakat
28 اللَّهَ Allah
29 يُزَكِّي arındırır ز ك و
30 مَنْ kimseyi
31 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
32 وَاللَّهُ ve Allah
33 سَمِيعٌ işitendir س م ع
34 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
 
Dünyada kul imtihandadır. İmtihanda başarının önemli iki engeli nefis ve şeytandır. Dinin irşadı, verdiği bilgi ve eğitim bu iki engele karşı çok önemli bir ilâhî yardımdır. Bu yardımdan mahrum olanların, daha doğrusu bilgi ve akıllarını gerektiği gibi kullanmayarak, iman edip ilâhî irşada kulak vermeyerek kendilerini bu yardımdan mahrum bırakanların temiz bir defterle (iyi bir imtihan kâğıdı) dünya hayatını noktalamaları imkânsız gibidir. Allah’ın, kullarını mânen temizleyen bir büyük lutfu da hayat boyunca tövbe kapısını açık tutması, tövbe edenleri bağışlaması, tövbekârlara temiz ve beyaz bir defter açmasıdır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 63
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ ’dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

خُطُوَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir. ٱلشَّیۡطَـٰنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تَتَّبِعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَمَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart harfi mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَتَّبِـعْ   fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri; فقد غوى (Muhakkak ki sapkınlığa düştü.) şeklindedir. 

يَتَّبِـعْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

خُطُوَ ٰ⁠تِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir. ٱلشَّیۡطَـٰنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidirاِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ه  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

يَأْمُرُ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَأْمُرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

بِالْفَحْشَٓاءِ  car mecruru  يَأْمُرُ  fiiline mütealliktir. الْمُنْكَرِ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. 


وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداًۙ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)  

لَوْلَا  kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde  ل  bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı  ل ’sız gelir. Nur Suresi, 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan) 

فَضْلُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَلَيْكُمْ car mecruru  فَضْلُ ’a mütealliktir.  رَحْمَتُهُ  atıf harfi وَ ’la  فَضْلُ اللّٰهِ ’a matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  مَا زَكٰى  cümlesi şartın cevabıdır. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  زَكٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  مِنْكُمْ  car mecruru  زَكٰى  fiiline mütealliktir.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  اَحَدٍ  lafzen mecrur , fail olarak mahallen merfûdur.  اَبَداً  zaman zarfı  زَكٰى  fiiline mütealliktir. 


وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

يُزَكّ۪ي  fiili,  لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يُزَكّ۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.  يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  

يُزَكّ۪ي  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi زكو ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  للّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. 

سَم۪يعٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nidanın cevabı  لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’anda bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formundaki nidanın çok olması, içinde tekid türlerini barındırdığı içindir. Yakına seslenmede uzak için kullanılan  يَٓا  nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından  اَيُّ  lafzının ve tenbih edatı  هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinde verildiğinden hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese) 

لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ (Şeytanın izlerini takip etmeyin) cümlesinde latif bir istiare vardır. Burada, şeytanın yoluna girmek ve onun konvoyu ile gitmek istiare yoluyla adım adım başkasının peşinden giden kimseye ben­zetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

خُطُوَاتِ [Adımlar] kelimesi,  طُ 'nin dammesi ve sükunu ile  خُطْوَاتِ  şeklinde de okunur.   خُطْوَاتِ , ilk harfinin üstün okunmasıyla  خطوة  kelimesinin çoğulu olup “Adam yürüdü, adım attı.” demektir. Binaenaleyh bunun müfredini söylemek istediğinde, ilk harfi meftun olarak  خطوة  (adım); cemisini söylemek istediğinde, ya ilk harfi meftun olarak خَطَوَاتِ ya da ilk harfi mazmûm olarak, خُطُوَاتِ dersin ki bununla hal, harekat ve gidişat kastedilmiştir. Buna göre mana, “Şeytanın izlerine tabi olmayın, onun bastığı yerlere basmayın ve bu iftiraya, bunu dile dolamaya ve fuhşun (kötü söz ve fiillerin) müminler arasında yayılmasına önem verip gayret etmek hususunda, onun peşinden gitmeyin.” şeklindedir. Allah Teâlâ bunu her ne kadar müminlere tahsis etmiş ise de bu bütün mükellefler için bir yasaktır. Çünkü Cenab-ı Hakk, “Kim şeytanın adımlarına uyarsa şüphesiz ki o, kötülüğü ve gayri meşruyu emreder.” buyurmuştur. Bütün mükelleflerin bundan menedildikleri ise malumdur. Biz, Cenab-ı Hakk'ın bu hususu müminlere tahsis ettiğini söyledik. Çünkü Allah Teâlâ, müminleri, eğer şeytana uyarlarsa “kim şeytanın adımlarına uyarsa” ifadesiyle tehdit etmiştir. Bu ifadenin zahiri ise müminlerin şeytana tabi olmayacaklarını göstermektedir. Eğer bununla kâfirler kasdedilmiş olsaydı, o zaman şüphesiz onlar şeytana zaten uymuşlardı. Binaenaleyh Allah iftira eden o kimselere, gerekli tehdidi yapınca durumları tıpkı onların ki gibi olmasın diye ve günahtan alabildiğine sakınsınlar diye, özellikle müminleri zikrederek onları terbiye etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


وَمَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ 

 

وَ , atıf harfidir. Nidanın cevabına matuf olan cümlede  مَنْ , şart ismidir. Şart cümlesi olan  مَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ , faide-i haber ibtidaî kelam isim cümlesidir.  يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ , faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi  يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

لَا تَتَّبِعُوا - يَتَّبِـعْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi teceddüt, zem makamında olduğu için ayrıca istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

خُطُوَاتِ - الشَّيْطَانِ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِالْفَحْشَٓاء - الْمُنْكَرِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لْفَحْشَٓاء , aşırı çirkin ve kötü olan şey demektir. الْمُنْكَرِۜ  Münker ise insan tabiatının hoşlanmadığı, nefret ettiği ve beğenmediği şeydir. (Fahreddin er-Râzî)

 

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداًۙ 

 

Cümle  وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ifade eden şart cümlesi  وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ , faide-i haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  فَضْلُ nin, takdiri  موجود  (mevcuttur) olan haberi mahzuftur.

Veciz anlatım kastıyla gelen  فَضْلُ اللّٰهِ  ve  وَرَحْمَتُهُ  izafetlerinde  فَضْلُ ’nun Allah lafzına,  رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması, onları tazim ve teşrif içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداًۙ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Fail olan  مِنْ اَحَدٍ ’deki  مِنْ  harfi, tekid ifade eden zaid harftir. 

اَحَدٍ ’in nekre gelişi kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَوْلَا  kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müsbet mana taşıyorsa cevabı, önünde  ل  bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı  ل ’sız gelir. Nur Suresi, 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan) 

لَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ  şeklindeki şart cümlesi 10, 14 ve 20. ayetlerde de tekrarlanmıştır. Bu ayetler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

زَكٰى  (temize çıktı) fiili şedde ile  زكّى (temize çıkardı) şeklinde de okunmuştur. Bu durumda zamir Allah’a raci olur. Allah günahlardan arındıran tövbe ile size lütufta bulunmasaydı, iftira günahının kirinden ebediyen hiçbiriniz temizlenemezdiniz. Fakat Allah, samimi bir tövbe ile dönüş yapanların tövbelerini kabul etmek suretiyle onları temize çıkartır. (Keşşâf)

زَكٰى , Allah'a itaat hususunda “rıza” mertebesine ulaşmış kimsedir. Arapçada  زكى الزرع  (ekin gelişti, olgunlaştı) denilmesi de bu manadadır. Binaenaleyh mümin, dini hususlarda Allah'ın razı olacağı salah noktasına vardığında zeki adını alır. (Fahreddin er-Râzî)

فَضْلُ - رَحْمَتُهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, … وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ  cümlesine matuftur. Cümleler arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır. Sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  يُزَكّ۪ي , muzari fiil olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

زَكٰى - يُزَكّ۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

Atıfla gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olup sübut ve istimrar ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah lafzının ayette üç kez geçmesi O’nun kudretini, celâlini hissettirmek ve  mehabeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  عَل۪يمٌ  ve  سَم۪يعٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemâlat anlamı ve tazim vardır.

Allah iyi işitici ve iyi bilendir (yani gereğini yapar). Lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Vaîd ve vaadin beyanı için gelmiş tezyîl cümlesidir. (Âşûr)