وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | يَأْتَلِ | yemin etmesinler |
|
3 | أُولُو | sahipleri |
|
4 | الْفَضْلِ | fazilet |
|
5 | مِنْكُمْ | sizden |
|
6 | وَالسَّعَةِ | ve servet |
|
7 | أَنْ |
|
|
8 | يُؤْتُوا | (bir şey) vermemeğe |
|
9 | أُولِي | sahipleri (akrabalara) |
|
10 | الْقُرْبَىٰ | yakınlık (akrabalara) |
|
11 | وَالْمَسَاكِينَ | ve yoksullara |
|
12 | وَالْمُهَاجِرِينَ | ve hicret edenlere |
|
13 | فِي |
|
|
14 | سَبِيلِ | yolunda |
|
15 | اللَّهِ | Allah |
|
16 | وَلْيَعْفُوا | ve affetsinler |
|
17 | وَلْيَصْفَحُوا | ve hoşgörsünler |
|
18 | أَلَا |
|
|
19 | تُحِبُّونَ | sevmez misiniz? |
|
20 | أَنْ |
|
|
21 | يَغْفِرَ | bağışlamasını |
|
22 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
23 | لَكُمْ | sizi |
|
24 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
25 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
26 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
Vese'a وسع : Genişlik, ferahlık, bolluk ve zenginlik anlamlarına gelen سَعَة sözcüğü; mekanları ve halleri kudret ve cömertlik gibi özelliklerle tanımlamak için kullanılır. وَسِعَ الشَّيْءُ falan şey genişledi demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 32 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vasi', vus'at, tevsi ve tevessu'dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَأْتَلِ illeti harfin hazfıyla meczum muzari fiildir. اُو۬لُوا fail olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. الْفَضْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْكُمْ car mecruru اُو۬لُو ’ya mütealliktir.
السَّعَةِ atıf harfi و ’la الْفَضْلِ kelimesine matuftur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf في harf-i cer ile birlikte يُؤْتُٓوا fiiline mütealliktir.
يُؤْتُٓوا fiili نَ ’un hazfi ile mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لِي mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ي ’dir. ى ile mansubdur. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
الْمَسَاك۪ينَ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
الْمُهَاجِر۪ينَ atıf harfi و ’la makabline matuftur. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru الْمَسَاك۪ينَ kelimesine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَأْتَلِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi ألو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُؤْتُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لْ emir lam’ıdır. يَعْفُوا fiili نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لْيَصْفَحُوا atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. اَلَا tahdîd ve arz ifade eden اَلَا , hemze ve nâfiye لا ’sının birleşmesiyle ortaya çıkan mürekkeb bir edattır.
Rummânî edatın arz, tahdîd ve tenbih gibi üç farklı anlamına değinmiştir. Bunun yanı sıra edatın temenni ifade ettiği de aktarılır. (Murâdî, 1992, s. 381-383) İbni Hişam bu edatın beş farklı manaya geldiğini söylemiştir. Bunlar tenbih, tevbih-inkâr, temenni, nefyi istifham ve arz-tahdîddir. Edatın içerdiği bu manalardan arz ve tahdîd ifade etmesi için fiilin başına gelmesi şart koşulmuştur. (İbni Hişam)
Genel olarak diyebiliriz ki: اَلَا isim cümlesinin başına geldiği zaman اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ [Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de… (Yunus Suresi, 62)] ayetinde olduğu gibi tenbih ifade eder. Fiil cümlesinin başına geldiği zaman ise arz ve tahdîd ifade eder. Edatın taşıdığı diğer anlamların da arz ve tahdîdle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu edat Kur'an-ı Kerim’de en çok kullanılan tahdîd edatlarındandır. (Hüseyin Ersönmez, Arap Dilinde Tahdîd Üslûbu ve Türkçeye Çeviri Problemi)
تُحِبُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَغْفِرَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لَكُمْۜ car mecruru يَغْفِرَ fiiline mütealliktir.
تُحِبُّونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ haber olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta surekli var oluşuna, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ cümlesi, mahzuf bir في ile birlikte يَأْتَلِ fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُؤْتُٓوا fiilinde cem’, yardım yapılacak kimselerin, Allah yolunda hicret edenler, miskinler ve yakınlık sahipleri şeklinde sayılmasında taksim vardır.
Vermemeye yemin etmesi istenmeyen kişilerin fazilet ve varlık sahibi şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
Müfessirler, ayetteki اُو۬لُوا الْفَضْلِ (fazilet sahibi) ifadesiyle Hz. Ebubekir'in kastedildiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu ayet, Hz. Peygamberden (sav) sonra Hz. Ebubekir’in (ra), insanların en faziletlisi olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu ayette bahsedilen fazilet ya dünyevi ya da dinîdir. Dünyevi olamaz. Çünkü Allah Teâlâ bunu, onu medh sadedinde zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için tazim ve teşrif ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْفَضْلِ - السَّعَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَأْتَلِ fiili, yemin etti anlamındaki الألية kökünün اِفْتِعال kalıbında olan ائتلى mazi fiilinin muzarisidir. يَأْتَلِ ’nin Arapların, kişi gayretinden bir şey esirgemediğinde kullandıkları ما ألوت جهدا (gayrette kusur etmedim) ifadesinden alındığı da söylenmiştir. Hasan-ı Basrî’nin ولا يتأل şeklindeki kıraatı birinci görüşü destekler. Mana şöyledir: İyiliğe ihtiyacı olanlara iyilik etmemek üzere yemin etmesinler. Yahut işledikleri suçtan dolayı onlarla bunlar arasında husumet bulunsa da onlara iyilik etme hususunda kusur etmesinler. Onlara af ve bağışla dönsünler, hata ve günahlarının çokluğuna rağmen Rablerinin kendilerine ne yapmasını umuyorlarsa kendileri de onlara öyle yapsınlar. (Keşşâf)
Akrabalara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere kelimeleri bir mevsûfun sıfatlarıdır yani kendinde bunu toplayan insanlara demektir. Çünkü bu kelam böyle olanlar hakkındadır. Ya da sıfatları onların yerine kullanılan mevsûfların sıfatlarıdır, o zaman maksadı ifadede daha mübalâgalı olur. (Beyzâvî)
اَنْ يُؤْتُٓوا (Vermemeye…) ifadesinde hazif yoluyla îcaz vardır. Takdiri: اَنْ لاَ يُؤْتُٓوا şeklindedir. Manadan anlaşıldığı için لاَ edatı hazfedilmiştir. Bu, Arap dilinde çoktur.
Allah Teâlâ iftira edenleri, onların sözlerine itibar edenleri (geçen ayetlerle) terbiye ettiği gibi artık Mistah'a (kızı Âişe'ye iftira ettiğinden dolayı), bir daha infak (yardım) etmeyeceğine yemin ettiği için Hz. Ebubekir’i (ra) eğitip, terbiye etmiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: “Ayet, Hz. Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Çünkü o artık Mistah'a infak etmeyeceğine yemin etmişti. Mistah ise onun teyzesi oğlu olup elinde yetişmiş bir yetimdi. Hz. Ebubekir, hem Mistah'a hem de onun yakınlarına yardım ediyordu. İfk ile ilgili ayet inince Hz. Ebubekir (ra) onlara, “Kalkın, defolun. Artık ne siz bendensiniz ne de ben sizdenim. Hiçbiriniz artık yanıma yaklaşmayın.” dedi. Bunun üzerine Mistah: “Allah aşkına, İslam aşkına... Akrabalık ve sıla-ı rahim hatırına bizi başkalarına muhtaç etme. İşin başında bizim bir günahımız yoktu.” deyince Hz. Ebubekir (r.a.) ona: “Konuşmadıysan da güldün.” dedi. Mistah, “Bu, Hassan'ın sözüne şaşmamdan dolayı idi, yoksa bir gülme (sevinç) değildi.” dedi ise de Hz. Ebubekir (ra) onun bu mazeretini kabul etmeyerek, “Haydi gidin, uzaklaşın. Çünkü Allah Teâlâ sizin için bir mazeret bildirmedi ve bir çıkış kapısı göstermedi.” dedi. Bunun üzerine onlar, nereye gideceklerini, kime başvuracaklarını bilemez bir şekilde çıktılar. Derken Hz. Peygamber (sav), Hz. Ebubekir’e (ra), Allah Teâlâ'nın onları kovmamasını emreden bir ayet indirdiğini haber vermek üzere ona bir adam gönderdi. Hz. Ebubekir (ra), haberi alır almaz, tekbir getirdi ve buna çok sevindi. Hz. Peygamber (sav) ilgili ayeti, ona okudu. Hz. Peygamber (sav), “Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?” ayetine gelince o: “Evet, Ya Rabbi beni affetmeni can-u gönülden arzu ederim.” deyip yaptıklarından vazgeçti. Evine gidince Mistah ve yakınlarına haber salıp onları kabul edeceğini bildirerek: “Allah'ın indirdiği hüküm başım gözüm üstüne... Size yaptığımı ve söylediğimi, Allah size gazap ettiğini (önceki ayette) bildirdiği için yapmıştım. Fakat Allah sizi affedince size merhaba hoş geldiniz.” diyorum dedi ve Mistah'a daha önce yaptığı yardımın iki mislini yapmaya başladı. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk, Mistah'ı bu iftirada bulunmasından sonra bile Allah yolunda hicret edenlerden olarak vasfetmiştir ki bu bir medh ve övgü ifade eder. Binaenaleyh bu onun Allah yolunda muhacir olmanın sağladığı sevabın, iftiraya teşebbüs etmesiyle boşa gitmediğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلْيَعْفُوا cümlesine dahil olan لْ , emir lamıdır. İstînâf cümlesine matuftur. Aynı üslupta gelen وَلْيَصْفَحُوا cümlesi de وَلْيَعْفُوا cümlesine matuftur. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında inşâî olmak bakımından da mutabakat mevcuttur.
وَلْيَعْفُوا - لْيَصْفَحُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ
İstinafiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen teşvik ve ikaz amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَنْ ve akabindeki اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ cümlesi, masdar teviliyle تُحِبُّونَ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Rummânî, اَلَا edatının arz, tahdîd ve tenbih gibi üç farklı anlamına değinmiştir. Bunun yanı sıra edatın temennî ifade ettiği de aktarılır. İbni Hişam bu edatın beş farklı manaya geldiğini söylemiştir. Bunlar tenbih, tevbih-inkâr, temenni, nefyi istifham ve arz-tahdîddir. Edatın içerdiği bu manalardan arz ve tahdîd ifade etmesi için fiilin başına gelmesi şart koşulmuştur. Genel olarak diyebiliriz ki: اَلَا isim cümlesinin başına geldiği zaman اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ [Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de…] (Yunus Suresi, 62) ayetinde olduğu gibi tenbih ifade eder. Fiil cümlesinin başına geldiği zaman ise arz ve tahdîd ifade eder. Edatın taşıdığı diğer anlamların da arz ve tahdîdle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu edat Kur'an-ı Kerim’de en çok kullanılan tahdîd edatlarındandır. (Hüseyin Ersönmez, Arap Dilinde Tahdîd Üslûbu ve Türkçeye Çeviri Problemi, Yıl 2021, Cilt 0, Sayı 12, 301 - 316, 28.12.2021)
Cümleye dahil olan اَلَا edatı, tahdîd ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılması istenir.
Arz: Bir şeyin yapılmasını nazikçe, kibarca, yumuşaklık ve tatlılıkla istemektir. Arzda sertlik söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْ (Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?) ayetinde muhatap Ebubekir'dir. İbarenin çoğul gelmesi, tazim içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması telezzüz ve teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir. Zamir makamında olduğu halde tekrarlanmasında, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah'ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
يَغْفِرَ- غَفُورٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam, affetmek için büyük bir teşvik ve karşılığının verileceğine dair de üstün bir ilâhi vaattir. Yani siz, Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? işte bu, o bağışlamayı gerektiren hususlardandır. (Ebüssuûd)