Nûr Sûresi 23. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ  ...

İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü’min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.  (23 - 24. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ edenler
3 يَرْمُونَ zina iftirası ر م ي
4 الْمُحْصَنَاتِ namuslu kadınlara ح ص ن
5 الْغَافِلَاتِ bir şeyden habersiz غ ف ل
6 الْمُؤْمِنَاتِ inanmış kadınlara ا م ن
7 لُعِنُوا la’netlenmişlerdir ل ع ن
8 فِي
9 الدُّنْيَا dünya’da د ن و
10 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
11 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
12 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
13 عَظِيمٌ büyük ع ظ م
 
İftiraya uğrayanlar her zaman Hz. Âişe kadar şanslı olamazlar, kendilerini temize çıkaramaz, iftiranın izini silemezler. Bu sebeple hem iftiraya uğrayıp temize çıkamayanların teselliye ihtiyaçları vardır hem de dünyada ettiklerinin yanlarına kaldığını zannedenlere bir mânevî yaptırım gerekmektedir. Bu dünya fânidir, ebedî âlemde hesap, kitap, mahkeme, şaşmaz adalet, reddi kabil olmayan tanıklıklar, ispat vasıtaları, dünyadaki ile kıyas kabul etmez büyük cezalar vardır. İftira edenlerin imanları varsa bunları ve dünya hayatını lânet içinde geçirdiklerini düşünmeleri gerekir. İftiraya uğrayanlar da bu dünyada mâsum olduklarını ispat edemedikleri için üzülseler bile kendilerini yiyip bitirmesinler; bilsinler ki Allah, dünyada yakalarını kurtaran iftiracılara cezalarının tamamını âhirette verecek, onları cümle âlemin önünde rezil rüsvâ edecektir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 63-64
 
Riyazus Salihin, 1618 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
- "Yedi helâk ediciden kaçının!" Sahâbîler:
- Ey Allahın Resûlü! Bunlar nelerdir? diye sordular. Hz. Peygamber:
- "Allah'a ortak koşmak, sihir (büyü)  yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir,” buyurdu.
(Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ 12)
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَرْمُونَ  fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَرْمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

الْمُحْصَنَاتِ  mef’ûlun bih olup kesra mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.  الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ  kelimeleri  الْمُحْصَنَاتِ ’nin sıfatı olup kesra ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لُعِنُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  فِي الدُّنْيَا  elif üzere mukadder kesra ile mecrur olup  لُعِنُوا  fiiline mütealliktir.  الْاٰخِرَةِ  atıf harfi  و la makabline matuftur.

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ

 

İsim cümlesidir.  لَهُمْ  car mecruru mukaddem habere mütealliktir.

عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’un sıfat olup lafzen merfûdur.

عَظ۪يمٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

الْمُؤْمِنَاتِ  ve  الْغَافِلَاتِ  kelimeleri  الْمُحْصَنَاتِ  için iki sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i İbrahim, s. 127)

Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.  لُعِنُوا  fiilinde de bir tehdit ve uyarı vardır.

فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya ve ahiret hayatları, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ahirette dünyada rahmete kavuşmayı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الْمُحْصَنَاتِ - الْمُؤْمِنَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْمُحْصَنَاتِ /Muhsane, kendilerine isnat edilen o çirkin fiilden uzak ve iffetli olan kadın demektir.  الْغَافِلَاتِ /Gafile kadın ise ne o çirkinlik, ne de onun mukaddimelerini aklından bile asla geçirmeyen tamamen ilgisiz kadın demektir. Bu itibarla gafile vasfının ifade ettiği nezihlik, muhsane vasfında yoktur. Yani içten ve kalpleri, her kötülükten arı ve temiz olan kadın demektir.  الْمُؤْمِنَاتِ /Mümine kadınlar da vaciplere, mahzurlara ve diğerlerine hakiki ve tafsik bir iman ile iman etmiş olan kadınlar demektir. (Ebüssuûd)

Ayette zikredilen kadınlardan murad, Hz. Âişe’dir. Çoğul kipi ile ifade edilmesi ise ona yapıları çirkin isnadın, diğer validelerimize yapılmış gibi olmasından dolayıdır. Zira bütün bu görüşe göre validelerimiz ismette, nezakette ve Resulullah'a (sav) intisapta müşterektir. (Ebüssuûd)


وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ

 

 

وَ  atıf harfidir. Cümle, hükümde ortaklık nedeniyle …لُعِنُوا  cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan  وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يم  faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.

عَظ۪يمٌ۟  sıfat olarak gelmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

لَهُمْ  sözünün  عَذَابٌ عَظ۪يم  izafetine takdimi ihtimam içindir. (Âşûr, Nahl Suresi 106)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu açıklamanın kapsamına erkek dişi herkes girer. Aynı şekilde haklarında iftirada bulunanlar için de böyledir. Şu kadar var ki bu ayette müzekker kipi, müennes kipi yerine tağlîb (ağırlık vermek) yoluyla kullanılmıştır. (Kurtubî)