اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimselere |
|
3 | يُحِبُّونَ | isteyenlere |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تَشِيعَ | yayılmasını |
|
6 | الْفَاحِشَةُ | edepsizliğin |
|
7 | فِي | içinde |
|
8 | الَّذِينَ |
|
|
9 | امَنُوا | inananlar |
|
10 | لَهُمْ | vardır |
|
11 | عَذَابٌ | bir azab |
|
12 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
13 | فِي |
|
|
14 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
15 | وَالْاخِرَةِ | ve ahirette |
|
16 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
17 | يَعْلَمُ | bilir |
|
18 | وَأَنْتُمْ | ancak siz |
|
19 | لَا |
|
|
20 | تَعْلَمُونَ | bilmezsiniz |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُحِبُّونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُحِبُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَش۪يعَ mansub muzari fiildir. الْفَاحِشَةُ fail olup lafzen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl فِي harf-i ceriyle birlikte تَش۪يعَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌۙ kelimesi عَذَابٌ’un sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الدُّنْيَا elif üzere mukadder kesra ile mecrur olup عَذَابٌ’a mütealliktir.
الدُّنْيَا kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى - اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاٰخِرَةِ atıf harfi وَ ’la الدُّنْيَا ’ya matuftur.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
يَعْلَمُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir, faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen ayet, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.
İsm-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiilin gelmesi istimrara delalet eder. (Âşûr)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesi, masdar teviliyle يُحِبُّونَ fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada iman edenlerden murad, ya bütün insanlardır ve müminlerin zikri, insanlar arasında umde olmalarından dolayıdır. Ya da özellikle müminler kastedilmektedir. (Ebüssuûd)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , harfi-cer ف۪ي ile birlikte تَش۪يعَ fiiline mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan عَذَابٌ ’un nekre gelişi bu azabın tasavvur edilemez nitelikte olduğunu ve tahkirini ifade eder.
Nekre müsnedün ileyhin takdimi marifenin takdimine benzer. Ancak nekre ile ya cins ya da adet kasdedilir. Dolayısıyla bunun takdiminde cinsin veya adedin tahsisi veya tekidi kasdedilir. Bunu da siyak ve hal karinesi belirler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَل۪يمٌ , kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya ve ahiret hayatları, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ahirette dünyada uğrayacakları azabı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
عَذَابٌ - اَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ’lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayet-i kerimede haber olan لَهُمْ cümlesi, mübtedadan sonra gelmesi gerekirken hasr ifade edebilmek için mübteda olan عَذَابٌ اَل۪يمٌ ’dan önce gelerek لَهُمْ maksûrun aleyhi, عَذَابٌ اَل۪يمٌ ise maksûr olmuştur. Yani elem verici azabın onların işlemiş oldukları günaha göre tam tamına uygun olarak onlara özel olarak hazırlandığını ifade etmiştir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)
Dünyadaki dayanılmaz azaptan murad, onlara uygulanan had cezası ile başlarına gelen dünyevî belalardır. (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned ise muzari fiille gelerek teceddüt, hudûs, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ ve اَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يَعْلَمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
يَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُون kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.