قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُواۜ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَطِيعُوا | ita’at edin |
|
3 | اللَّهَ | Allah’a |
|
4 | وَأَطِيعُوا | ve ita’at edin |
|
5 | الرَّسُولَ | Rasule |
|
6 | فَإِنْ | eğer |
|
7 | تَوَلَّوْا | dönerseniz |
|
8 | فَإِنَّمَا | artık ancak |
|
9 | عَلَيْهِ | onun sorumluluğu |
|
10 | مَا | şeydir |
|
11 | حُمِّلَ | kendisine yükletilen |
|
12 | وَعَلَيْكُمْ | ve sizin sorumluluğunuz |
|
13 | مَا | şeydir |
|
14 | حُمِّلْتُمْ | size yükletilen |
|
15 | وَإِنْ | ve eğer |
|
16 | تُطِيعُوهُ | ona ita’at ederseniz |
|
17 | تَهْتَدُوا | doğru yolu bulursunuz |
|
18 | وَمَا | ve değildir |
|
19 | عَلَى | düşen |
|
20 | الرَّسُولِ | Rasule |
|
21 | إِلَّا | başka bir şey |
|
22 | الْبَلَاغُ | duyurmaktan |
|
23 | الْمُبِينُ | açık bir şekilde |
|
Hz. Peygamber’in ve müminler topluluğunun, içlerinde farklı inanç gruplarının da bulunduğu topluma karşı, dini tebliğ etme ve açık bir şekilde anlatma yanında, hukukî ve sosyal adaleti gerçekleştirme, edep ve ahlâkı hâkim kılma, kamu düzenini sağlama, ülkeyi ve temel değerleri koruma gibi sorumluluk ve yükümlülükleri vardır; bunun böyle olduğu sayısız âyet ve hadisle ortaya konmuştur. Buradaki ifadeden maksat, “Apaçık tebliğ ettiğiniz halde itaat etmezlerse bunun sorumluluğu, dünya ve âhiretteki olumsuz sonuçları kendilerine aittir, kendi kusurlarının sonucudur; bundan siz sorumlu olmazsınız, Allah, niçin onları itaatkâr kılmadınız diye size sormaz” demektir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 91
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli اَط۪يعُوا اللّٰهَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَط۪يعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَط۪يعُوا الرَّسُولَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَط۪يعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَط۪يعُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ
فَ istînâfiyyedir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَوَلَّوْا şart fiili, damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
عَلَيْهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası حُمِّلَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
حُمِّلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir.
عَلَيْكُمْ مَا atıf harfi و ’la makabline matuftur.
حُمِّلْتُمْ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
حُمِّلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi حمل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تُط۪يعُوهُ şart fiili نَ ‘un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen تَهْتَدُوا cümlesi şartın cevabıdır.
تَهْتَدُوا fiili نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُط۪يعُو fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
فَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَى الرُّسُلِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. الْبَلَاغُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْمُب۪ينُ kelimesi ise الْبَلَاغُ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُب۪ينُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir.
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَط۪يعُوا اللّٰهَ cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ cümlesi, mekulü’l-kavle hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Burada قُلْ “De ki…” emrinin tekrar edilmesi, bunun son derece önemli olduğunu belirtmek ve ikisinin farklı olduğunu zımnen bildirmek içindir.
Çünkü birincisinde söylenen, ret ve azarlama yoluyla bir yasaktır. İkincisinde söylenen ise teklif ve teşrî’ yoluyladır.
Onların itaati mezkûr şekilde vasıflandırıldıktan sonra burada mutlak olarak zikredilip sıhhat ve ihlas gibi vasıflarla vasıflandırılmaması, onların itaatinin asla itaat olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
اَط۪يعُوا fiili, atfedilen cümlede önemine binaen, tekid amacıyla tekrarlanmıştır. Itnâb babındandır.
Allah’a itaatin zikrinden sonra Resulü'ne itaat emri, hususun umuma atfı babında ıtnâbdır. Allah'a itaat eden Resulü'ne itaatsizlik etmez.
Terim olarak “tekrar”, “söz söyleyenin, bir vasıf, övgü, yergi, korkutma, tehdit vb.lerini tekid etmek için bir kelimeyi lafız ve mana olarak yeniden söylemesi, tekrar etmesi yani iki kere söylemesidir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Ayette zamir yerine zahir ismin (Allah) tercih edilmesi ve gaibden muhatap ifadesine geçilmesi, itaat cihetini tayin ve onun illetini bildirmek içindir. Zira emrolunan itaat, Peygamberin (s.a.) şahsı itibariyle değil, Allah’ın elçisi olması itibariyledir. Ve hiç şüphe yok ki (ayette zikredilen) risalet unvanı, itaatin muciplerinden ve sebeplerindendir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, iltifat sanatı gereği, sözü gaib sıygadan muhatap sıygasına çevirmiştir ki bu, onların susturma hususunda daha edebî bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاِنْ تَوَلَّوْا
فَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan تَوَلَّوْا müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ şartın cevabı için rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, فلا ضرر عليه (Artık size bir zarar yoktur.) olan cevap cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
تَوَلَّوْا - اَط۪يعُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Bu hitap, Allah tarafından itaate memur edilen kimselere yönelik olup bu emri pekiştirmek, ona uymanın gerekliliğini kuvvetlice ifade etmek ve muhatapları, korkutmak ve teşvikle ona hamletmek içindir. Zira her hangi bir maksat için sevk edilen kelamın üslubunu değiştirmek, söyleyenin buna yeni bir önem verdiğini bildirir ve dinleyen için de ziyadesiyle rağbet celp eder. Özellikle bu değişikliğin, vasıtalı hitabın, vasıtasız hitaba dönüştürülmesi şeklinde olması daha da anlamlı olur. Zira Allah'ın, Peygamberimiz vasıtasıyla emir etmesinden sonra bizzat onlara hitap buyurması ve emre uymak ile ondan yüz çevirmek hükmünü icmalî veya tafsîli olarak beyan buyurması, zikredilen tekid ve kuvveti daha iyi ifade etmektedir. (Ebüssuûd)
فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ
Mahzuf cevap için ta’liliyye hükmündeki فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ cümlesi kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Car mecrurun takdimi siyaktaki önemine binaendir.
Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan حُمِّلَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ cümlesi, önceki kasr cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Bu iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حُمِّلَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْ (Onun sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir) cümlesinde müşâkele sanatı vardır. Yani ona yüklenen tebliğ görevi, size yüklenen ise yalanlamanızın günahıdır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Ayette geçen حُمِّلَ (görev yüklenmesi) fiillerini, Zemahşerî ve Beyzâvî lügavî ve şer’i örfe uygun olarak tefsir ederlerken Ebüssuûd, burada Hz. Peygamberle ilgili olarak kullanılan مَا حُمِّلَ (üzerine yüklenen sorumluluk) ifadesinin müşâkele yoluyla kullanıldığı görüşünü savunmuştur. Zira Allah Resulünün (s.a.) apaçık görevi olan tebliğ tamamlanmıştır. Ümmetin itaat görevi ise devam etmektedir. Burada tahmîl kelimesinin seçilmesi, muhtemeldir ki işin ağırlığını ve bunun hala ümmetin uhdesinde duran bir sorumluluk olduğunu hissettirmek içindir. (Adem Yerinde, Dil ve Belâgat Yönünden Ebüssuûd Efendi’nin Tefsiri İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm)
وَاِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُواۜ
اِنْ تَوَلَّوْا cümlesine matuf olarak gelen, اِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُوا şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi تَهْتَدُوا , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تُط۪يعُوهُ - تَوَلَّوْا kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. Allah Teâlâ, iltifat sanatı gereği, sözü gaib sıygadan muhatap sıygasına çevirmiştir ki bu, onları susturma hususunda daha edebî bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
اَط۪يعُوا - تُط۪يعُوهُ ve حُمِّلَ - حُمِّلْتُمْۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir. تُط۪يعُوهُ fiilindeki gaib zamirden hal olması da caizdir.
وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ sözü مَا حُمِّلَ daki ibhamın beyanıdır. (Âşûr)
Menfi isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى الرَّسُولِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ, muahhar mübtedadır. Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّٓا ile kasr oluşmuştur. Kasr-ı mevsûf ale’l-sıfattır. Habere müteallik olan عَلَى الرَّسُولِ, mübteda olan الْبَلَاغُ ’ya kasredilmiştir.
Ayette Peygamber Efendimizin vazifesi sadece tebliğe kasredilmiştir. Kasr sebebiyle cümlede olumlu ve olumsuz iki mana vardır.
الْمُب۪ينُ kelimesi الْبَلَاغُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَط۪يعُوا , الرَّسُولِ , عَلَيْ , مَا , اِنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam, makablini açıklayıp yüz çevirmenin kötü sonuçlarının ve itaatin faydasının yalnız kendilerine ait olduğunu bildirmektedir.
Burada elçiden murad ya bütün peygamberlerdir yahut da izaha muhtaç her şeyi izah eden Peygamberimizdir. (Ebüssuûd)