وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ اَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍۜ وَاَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالْقَوَاعِدُ | ve (ihtiyar) oturan |
|
2 | مِنَ | -dan |
|
3 | النِّسَاءِ | kadınlar- |
|
4 | اللَّاتِي | ki |
|
5 | لَا |
|
|
6 | يَرْجُونَ | ümidi kalmamıştır |
|
7 | نِكَاحًا | evlenmeye |
|
8 | فَلَيْسَ | yoktur |
|
9 | عَلَيْهِنَّ | kendileri için |
|
10 | جُنَاحٌ | bir günah |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَضَعْنَ | bırakmalarında |
|
13 | ثِيَابَهُنَّ | dış örtülerini |
|
14 | غَيْرَ |
|
|
15 | مُتَبَرِّجَاتٍ | göstermeden |
|
16 | بِزِينَةٍ | süslerini |
|
17 | وَأَنْ | ama |
|
18 | يَسْتَعْفِفْنَ | sakınmaları |
|
19 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
20 | لَهُنَّ | kendileri için |
|
21 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
22 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
23 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Daha önce (30-31. âyetler) iffetin korunması ve bir tedbir olarak örtünme konusu ele alınmıştı. Örtünmeyle ilgili istisnalar arasında çocuklar, yaşlılar, ev halkı ile içli dışlı yaşamak durumunda olan hizmetçiler vardı. Burada istisnalar, yani amaca aykırı düşmediği için örtünme yükümlülüğünün hafifletilmesiyle ilgili bir başka hüküm daha vardır. Buna göre yaşlanmış, âdet görmez hale gelmiş, normal şartlarda kendisine izdivaç teklifi yapılmaz olmuş kadınlar, gençlere nisbetle daha az örtünebilecekler, bir başka ifadeyle bazı giysilerini çıkarabileceklerdir. “Bu giysiler nelerdir ve nerede çıkarılacaktır?” sorusunun cevabı farklı bakış açılarından ve yorumlardan dolayı çeşitli olmuştur. Bu âyetle 30-31. âyetler arasında ilgi kuranlar ve istisnayı oradaki örtünmeye bağlayanlar, çıkarılabilecek giysilerin başörtüsü, entari üzerine giyilen hırka vb. ikinci giysi olduğunu söylemişlerdir; tâbiîn âlimlerinden Câbir b. Zeyd’in anlayışı böyledir. Bazı tefsirci ve fıkıhçılar ise yaşlı kadının da namazda saçlarının avret (açılması haram) olduğundan hareket ederek istisnayı, Ahzâb sûresindeki cilbâb âyetine (33/59) bağlamışlar ve izin verilen açılmanın yalnızca cilbâb (başörtüsünün ve entarinin üzerine örtülen dış giysi) olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu gruptan bazıları, “Maksat yabancı kimsenin görmediği yerde başını açmasıdır” demişlerse de Cessâs, haklı olarak “Bunu yaşlı kadınlara özgü kılmanın anlamı yoktur, genç kadınlar da yabancı kimsenin görmediği yerlerde başlarını açabilirler” diyerek bu yorumu eleştirmiştir (III, 334; krş. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1401).
Bize göre burada izin verilen açılma baş ve boyunla ilgilidir; âyet, Ahzâb sûresindeki cilbâbla değil, bu sûrenin 31. âyetindeki başörtüsüyle ilgili bir istisna getirmektedir. Çünkü Arapça’da, “elbiselerini çıkarmaları” diye tercüme ettiğimiz “vad‘u’s-siyâb”, dış giysinin değil, başörtüsünün açılması mânasını ifade etmektedir (İbn Atıyye, IV, 195; Kurtubî, XII, 308). Başı ve boynu örtmenin gerekçesi cinsel cazibe idi, yaşlılarda bu sebep ortadan kalktığı için örtünme külfeti hafifletilmiştir; nitekim 31. âyetteki istisnalardan biri de “şehvetle ilgisi olmayan veya kalmayan” kimselerdir. Hafifletme dış giysinin değil, başın ve boynun açılmasıyla hâsıl olur. Yerinde açıklanacağı üzere dış giysi (cilbâb) emrinin gerekçesi iffetin korunması değil, hür kadınların câriyelerden ayırt edilmesidir. Câriyenin bulunmadığı ve ayırmanın başka yöntemlerle sağlandığı zaman ve zeminlerde tesettür için gerekli olan cilbâb değil, belli yerlerin uygun şekilde örtülmesidir.
Âyetin sonundaki uyarı, kadınlar yaşlı da olsalar kendilerine ilgi duyulması ihtimali bulunduğu için bu ruhsatı kullanırken dikkatli olmalarına, amaca göre hareket etmelerine yöneliktir.
وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقَوَاعِدُ mübteda olup lafzen merfûdur. مِنَ النِّسَٓاءِ car mecruru الْقَوَاعِدُ ’un mahzuf haline mütealliktir.
الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl الْقَوَاعِدُ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَرْجُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْجُونَ fiili (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur. نِكَاحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ اَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍۜ
فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ cümlesi, mübteda olan الْقَوَاعِدُ ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ harfi zaiddir. لَيْسَ nakıs,mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْهِنَّ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جُنَاحٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf في harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ ’a mütealliktir.
يَضَعْنَ fiili (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur.
ثِيَابَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَيْرَ kelimesi, يَضَعْنَ ’deki failinin hali olup fetha ile mansubdur. مُتَبَرِّجَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِز۪ينَةٍ car mecruru مُتَبَرِّجَاتٍ ’a mütealliktir.
مُتَبَرِّجَاتٍ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّۜ
وَ istînâfiyyedir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَعْفِفْنَ fiili (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur.
خَيْرٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. لَهُنَّۜ car mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir.
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
خَيْرُ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. Burada marifeye muzâf şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَعْفِفْنَ fiili sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عفف ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. سَم۪يعٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ mübtedanın ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.
سَم۪يعٌ ve عَل۪يمٌ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ اَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍۜ
Ayet وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ifade eder.
الْقَوَاعِدُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْقَوَاعِدُ ’nun haberi olan …فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ cümlesine dahil olan فَ, mübtedanın şarta benzemesi sebebiyle gelmiş zaid harftir. (Âşûr)
Nakıs fiil لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْهِنَّ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جُنَاحٌ muahhar ismidir.
جُنَاحٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
اَنْ ve akabinde gelen يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍ şeklindeki müspet muzari fiil cümlesi, masdar tevilinde olup takdir edilen في harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ ’e mütealliktir.
بِز۪ينَةٍ ’deki tenvin, nev ve umum ifade eder.
بِز۪ينَةٍ ’deki بِ mülâbese içindir. (Âşûr)
تَبَرُّج, saklı ve gizli tutulup, gösterilmemesi gerekli olan şeyi ortaya koymaya çalışmaktır. Bu, Arapların, “üzerinde örtüsü bulunmayan apaçık bir gemi” manasında söyledikleri, “سفينة بارج” deyimlerinden alınmadır. (Fahreddin er-Râzî)
Yaşlanıp oturmuş kadınlar ayetinde geçen; yaşlanıp, oturmuşlar lafzının tekili, الْقَوَاعِدُ şeklinde sonunda هَاءٍ harfi olmaksızın gelir. Bu هَاءٍ harfinin hazfi bu oturmanın yaşlılık dolayısıyla olduğuna delalet etmesi içindir. Nitekim “hamile kadın” manasındaki امْرَأَةٌ حَامِلٌ lafzında da الْهَاءِ ’nin hazfı, yükünün hamilelik dolayısıyla olduğuna delalet etmesi içindir. (Kurtubî)
Bu ayet, ولا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إلّا ما ظَهَرَ مِنها ولْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلى جُيُوبِهِنَّ ‘den başlayarak عَلى عَوْراتِ النِّساءِ (Nisa Suresi, 31)’e kadar devam eden ayettekiler için tahsis ifade eder. (Âşûr)
وَاَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّۜ
وَ , istînâfiyyedir. اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi اَنْ يَسْتَعْفِفْنَ , masdar tevilinde mübtedadır. لَهُنَّۜ ’nin müteallakı olan haber خَيْرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Zamandan bağımsız sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. Cümle ta’lil hükmündedir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki عَل۪يمٌ ve سَم۪يعٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemalat anlamı ve tazim vardır.
Allah iyi işitici ve iyi bilendir (yani gereğini yapar). Lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu kelam açıkça büyük bir uyarıdır. (Ebüssuûd)