Nûr Sûresi 9. Ayet

وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ  ...

Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah’ı dört defa şahit getirmesi (Allah adına yemin etmesi), beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır.  (8 - 9. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْخَامِسَةَ beşinci defa da خ م س
2 أَنَّ kuşkusuz
3 غَضَبَ gazabının غ ض ب
4 اللَّهِ Allah’ın
5 عَلَيْهَا kendi üzerine olmasını diler
6 إِنْ eğer
7 كَانَ (kocası) ise ك و ن
8 مِنَ -dan
9 الصَّادِقِينَ doğrular- ص د ق
 
Câhiliye devrinde olduğu gibi sonrasında da hâkim olan sosyal baskı ve namus anlayışı sebebiyle kocanın karısını, yalan yere zina ile suçlaması daha zordur, böyle bir suçlama yapılması halinde ise bunun gerçek olması ihtimali daha fazladır. Ayrıca karısının zina ettiğini iddia eden, bunu da ispat edemeyen bir erkeğe sopa vurup bırakmak problemi çözmez, bundan sonra aile hayatının düzenli yürümesi imkânsız hale gelir. Bu sebeple zina suçlaması kocadan gelirse farklı hüküm ve müeyyidelere ihtiyaç vardır, ilgili âyetler bu ihtiyaca cevap vermektedir. Ayrıca kazf suçu ile ilgili âyetler gelince birçok kimsenin zihninde sorular oluşmuş, bunu gelip Hz. Peygamber’e açmışlardır. Bu cümleden olarak Sa‘d b. Ubâde “Yâ Resûlellah, karımla bir erkeği yakaladığım zaman dört şahit bulacağım diye onları bırakır mıyım? Vallahi sorgusuz sualsiz kafasını uçururum!” demiş ve şu cevabı almıştır: “Sa‘d’ın kıskançlığı ve namusuna düşkünlüğü sizi şaşırtmasın, ben ondan daha kıskancım, Allah da benden daha kıskançtır” (Buhârî, “Nikâh”, 107; “Hudûd”, 40). Hilâl b. Ümeyye Peygamberimize gelerek Şerîk isimli birisi ile karısının zina ettiğini iddia etmiş, o da dört şahit getiremezse kendisine iftira cezası vereceğini bildirmişti. Hilâl, “Ey Allah’ın elçisi, bir kimse karısının üzerinde bir erkek görürse şahit arar mı?” diye savunma yapmışsa da Peygamberimiz, “Ya dört şahit veya sırtına sopa” diyerek ısrar etmişti. Hilâl doğru söylediğini ifade ederek işi Allah’a bıraktı, O’nun vahiy ile durumu aydınlatacağı ümidini dile getirdi, arkasından da mülâane (lânetleşme) âyeti diye anılan âyetler geldi (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 27). 
 
 Yalan ve iftirayı engellemek maksadıyla öngörülen mânevî müeyyidelere ek olarak lânetleşmenin camide yapılması uygun görülmüş, böylece alenîlik de sağlanmıştır. Aksini de câiz gören ictihadlar bulunmakla beraber mülâaneye, âyetteki sıraya göre önce erkek başlar, Allah’ı şahit tutarak, karısını açık ve seçik bir şekilde zina ederken gördüğünü dört defa söyler, beşincisinde “Eğer yalan söylüyorsam Allah’ın lâneti üzerime olsun” der. Sonra karısı dört kere, Allah’ı şahit tutarak kocasının yalan söylediğini ifade eder, beşincisinde “Eğer o doğru söylüyorsa Allah’ın gazabına uğrayayım” der. Hâkim ve dinleyici topluluk huzurunda bu yeminleşme yapılınca bazı müctehidlere göre evlilik bağı da çözülmüş olur. Bazı ictihadlara göre ise tarafları hâkim karar vererek ayırır, evliliği sona erdirir. Mülâane yoluyla ayrılmış bulunan çiftin tekrar evliliğe dönmelerinin câiz olup olmadığı konusunda da farklı ictihadlar vardır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 55-56
 

وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْخَامِسَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اَنَّ   masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

غَضَبَ  kelimesi  اَنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْهَٓا  car mecruru  اَنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو ’dir.  

مِنَ الصَّادِق۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الصَّادِق۪ينَ ’nin cer alameti  ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  إن كان من الصَّادِق۪ينَ فالغَضَبَ عليه (Sadıklardan ise gadab onadır.) Şeklindedir. 

الصَّادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan صدق  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا 

 

و  atıf harfi olup, ayet önceki ayete matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا  cümlesi, masdar teviliyle  الْخَامِسَةَ  kelimesinin haberidir.

Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَنَّ ’nin haberi mahzuftur. Car mecrur  عَلَيْهَٓا, bu mahzuf habere mütealliktir.

Veya  الْخَامِسَةَ , önceki ayetteki  اَرْبَعَ ’ya matuftur. Masdar-ı müevvel  وَالْخَامِسَةَ ’den bedeldir.


اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak gelen  اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir.  

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الصَّادِق۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri;  فالغضب عليها (Gadap onlaradır.) şeklindedir. 

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ayetin fasılası olan  اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ  cümlesiyle, bu ayetin fasılası olan  اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

الصَّادِق۪ينَ - الْكَاذِب۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Beşincisi de, eğer kocası doğru ise Allah'ın gazabının kendi (kadının) üzerine olmasıdır cümlesinde  الْخَامِسَةَ  mübteda olarak merfû’dur, sonrası da haberdir. Ya da  اَنْ تَشْهَدَ ’ye atıfla merfû’dur. Hafs ise  اَرْبَعَ ’ya atfederek mansub okumuştur. Nâfi' ile Yakub da  اَنْ لَعْنَتَ اللّٰهِ ve  اَنْ غَضَبَ اللّٰهِ  şeklinde sükun ile okumuştur. Başka okuyuşlar da vardır. (Beyzâvî)