وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
2 | يَحْشُرُهُمْ | onları toplayacağı |
|
3 | وَمَا | şeyleri |
|
4 | يَعْبُدُونَ | taptıkları |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِ | başka |
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | فَيَقُولُ | der ki |
|
9 | أَأَنْتُمْ | siz mi? |
|
10 | أَضْلَلْتُمْ | saptırdınız |
|
11 | عِبَادِي | kullarımı |
|
12 | هَٰؤُلَاءِ | bu |
|
13 | أَمْ | yoksa |
|
14 | هُمْ | kendileri (mi) |
|
15 | ضَلُّوا | sapıttılar |
|
16 | السَّبِيلَ | yolu |
|
Bu âyetlerden anlaşıldığına göre büyük yargı gününde, mutlak adaletin gerçekleşeceği kıyametteki sorgulamada Allah, putperestlerle diğer çok tanrıcı inanç sahiplerinin taptıkları varlıkları da huzurunda sorgulayacak ve bunlar, kendilerine tapanların aleyhinde şahitlik edeceklerdir. Muhammed Esed, –Kur’an’ı rasyonelleştirme şeklindeki hâkim çabasının bir sonucu olarak– burada “bazı müfessirlerin söylediği gibi ‘yargı günü’nde konuşturulacak olan cansız putlara değil, fakat tanrılaştırılan akıl sahibi varlıklara, yani peygamberlere, azizlere, velîlere” hitap edildiğini savunuyorsa da bu görüşe tam olarak katılmak mümkün değildir. Bu âyetlerin, Esed’in belirttiği inanç gruplarıyla da ilgili olduğu muhakkaktır. Ancak sûrenin 3. âyetinden itibaren geniş ölçüde Mekke putperestlerine hitap edilmekte, onların inanç ve tutumları eleştirilmektedir. Bu putperestler, geçmişleriyle bol bol övünmekle beraber peygamberlere, azizlere, velîlere tapmıyorlardı; onlarda ata ruhlarına tapınma inancı da yoktu. Temel dinî tutumları, bazı gök cisimlerini ve onların sembolleri olarak yaptıkları putları tanrı sayıp onlara tapmaktı. İşte burada yüce Allah’ın sınırsız kudretiyle âhirette bu tapılan varlıklara can vererek onlara şahitlik yaptıracağı; bunların da müşriklerin sorumluluğunun kendilerine ait olduğu, müşriklerin inandıkları gibi kendileri şuurlu ve iradeli varlıklar olsalardı Allah’a dayanıp güvenmekten başka bir şey yapamayacaklarını ve müşriklerin –Allah’ın verdiği nimetleri yerinde kullanmak şöyle dursun– bu nimetler yüzünden Allah’ı unutup yoldan çıktıklarını ifade edecekleri; böylece putperestlerin suçları sabit olunca hak ettikleri şekilde cezalandırılacakları bildirilmektedir.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ zaman zarfı, mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, اذكر (zikret ) şeklindedir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْشُرُهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَحْشُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ’la يَحْشُرُهُمْ ’deki zamire matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْبُدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Takdiri, يعبدونه (Ona ibadet ederler.) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ
Ayet atıf harfi فَ ile يَحْشُرُهُمْ ‘a matuf olup mahallen mecrurdur.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli, ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ ’dür. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifhâm harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَضْلَلْتُمْ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَضْلَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. عِبَاد۪ي mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ işaret ismi عِبَاد۪ي ’nin sıfatı veya bedel olarak mahallen mansubdur.
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السَّب۪يلَۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَضْلَلْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ
Ayet, 15 ayetteki istînâfa atfedilen ilk cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ, takdiri اذكر (hatırla) olan mahzuf fiile mütealliktir. Muzâfun ileyh olan يَحْشُرُهُمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَحْشُرُهُمْ fiilinin mef’ûlune matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah ‘la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
مَا يَعْبُدُونَ [Taptıkları şeyler] ifadesiyle kendisine tapınılan melekleri, Hz. İsa ve Üzeyir’i kastedilmektedir. Kelbî’nin, “Bunlar Allah’ın konuşturacağı putlardır.” dediği de nakledilmiştir. İfadenin, hepsini içine alıyor olması da mümkündür. Şayet مَا akıllı varlıklar için nasıl kullanılabilmiş?” dersen şöyle derim: Bu kelime genellikle hem akıllı hem de akılı olmayan varlıklar için kullanılır. Şöyle ki: Uzakta bir canlı gördüğün zaman ماَ هُوَ (Şu ne?) dersin. İnsandır diye cevap verildiğinde ise “Kim o?” dersin. Akıllı varlıklar için مَنْ ’in kullanılması da bunu göstermektedir. Veya مَا يَعْبُدُونَ ifadesiyle mahiyetin tavsifi de murad edilmiş olabilir; adeta mabutları denmektedir. Nitekim Zeyd’in sıfatını sormak istediğin zaman, Uzun mu kısa mı?, Hukukçu mu doktor mu? anlamında ماَ ذَيْدٌ Zeyd nedir? dersin. (Keşşâf)
فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesi atıf harfi فَ ile يَحْشُرُهُمْ cümlesine atfedilmiş olup müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takri’ ve tevbih (azarlama ve paylama) murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Rabbi Teâlâ olması dolayısıyla bu cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Allah’a ait mütekellim zamirinin yer aldığı عِبَاد۪ي izafeti, kullara tekrim içindir.
Aynı kulların işaret ismiyle işaret edilmesi Allah Teâlâ’nın onları önemsediğinin göstergesidir. Yani tazim içindir.
اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَ cümlesi, اَمْ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
السَّب۪يلَ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müsteârun minh) kalmıştır.
يَحْشُرُهُمْ - اللّٰهِ kelimelerinde izmardan izhara geçişte ve عِبَاد۪ي - دُونِ اللّٰهِ ifadeleri arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
اَضْلَلْتُمْ - ضَلُّوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesiyle هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu ayette ضَلال veya إضْلال (fiil) meydana gelmiş olduğundan soru bu fiiler hakkında değildir. Buna göre soru, اَضْلَلْتُمْ fiilindeki muttasıl olan faile yani تُمْ ’e yöneliktir. Bu nedenle fiilden önce ve istifham edatından hemen sonra bu muttasıl failin munfasıl şekli اَنْتُمْ mübteda olarak gelmek suretiyle vurgulanmıştır.
Allah Teâlâ, bu ayetteki soruya verilecek cevabı bilmesine rağmen söz konusu soruyu sorması tapılan putların; [Senin şanın yücedir, senden başka veliler edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve atalarını nimet verip yaşattın, bolluk içinde dünyaya daldılar da seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir topluluk oldular. (Furkan Suresi 18)] cevabını ikrar etmesini sağlamak içindir. Bu ikrar üzerine de Allah, mabudları ve putperestleri yalanladığı için onları azarlayacaktır. Böylece, müşriklerin pişmanlıkları artarken Müslümanlar da böyle utanç verici bir durumdan kurtuldukları için sevineceklerdir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
Şayet اَنْتُمْ (siz) ve هُمْ (onlar) zamirlerinin ibareye katkısı nedir? Bunun yerine اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَ denilmeli değil miydi?” dersen şöyle derim: Burada soru, fiile ve fiilin varlığına dair bir soru değildir; çünkü o (sapma) söz konusu olmasaydı, bu kınama yönetilmezdi. Dolayısıyla soru, o fiilin sahibi hakkındadır ve onu zikretmek soru edatıyla bunu ifade etmek gerekir ki failin sorulduğu anlaşılsın. (Keşşâf)