Furkan Sûresi 16. Ayet

لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْداً مَسْؤُ۫لاً  ...

Ebedî olarak kalacakları orada onlar için diledikleri her şey vardır. Bu, Rabbinin uhdesine aldığı, (yerine getirilmesi) istenen bir va’didir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُمْ onlara vardır
2 فِيهَا orada
3 مَا ne
4 يَشَاءُونَ istiyorlarsa ش ي ا
5 خَالِدِينَ ve sürekli kalırlar خ ل د
6 كَانَ bu ك و ن
7 عَلَىٰ üzerine
8 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
9 وَعْدًا bir va’didir و ع د
10 مَسْئُولًا sorumluluk gerektiren س ا ل
 

İnkârcılarla müminlerin, dünyada yapıp ettiklerinin karşılığı olarak âhiretteki âkıbetleri hakkında çok kısa bir karşılaştırma yapılarak insanların akıllarını başlarına almaları öğütlenmektedir.

Yukarıdaki cehennem tasvirine mukabil burada cennetin iki özelliği öne çıkarılmıştır: a) Cennet hayatının ve mutluluğunun sonsuz oluşu, 

b) Orada bulunanların, diledikleri bütün güzellikleri elde edebilecekleri. Âyette bunun müttakilere (takvâ sahipleri) Allah’ın bir vaadi olduğu bildirilmektedir. Burada müminlerin inanç ve yaşayışları hakkında ayrıntılı bilgi verilmeden onlar sadece takvâ sahipleri olarak anılmıştır. Bu da gösteriyor ki Kur’an dilinde takvâ kavramı, imandan başlamak üzere Allah’a itaat ve saygı anlamı taşıyan bütün olumlu tutum ve davranışları içermektedir. Bunu dikkate alarak âyetteki söz konusu kelimeyi, “Allah’a saygılı olmayı ilke haline getirmiş olanlar” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk.

“Bu, rabbinin, gerçekleşmesi istenen bir vaadidir” şeklinde çevirdiğimiz 16. âyetin son cümlesi değişik şekillerde açıklanmış olup bunların ikisi şöyledir: a) Müminlerin ebedî kalacakları ve diledikleri her şeyi elde edebilecekleri cennet, onların, “Rabbimiz! Peygamberlerine vaad ettiğin şeyleri bize de ver” diye dua ederek gerçekleşmesini daha dünyadayken istedikleri ilâhî bir vaaddir. b) Bu cennet, Allah’ın, yerine getirilmesi kesin olan, kendisinden gerçekleştirmesi istenecek olan bir vaadidir (Taberî, XVIII, 188-189). Allah’ın vaadinden dönmesi düşünülemeyeceği için (Hac 22/47; Rûm 30/6) bu vaadini de mutlaka yerine getirecektir.

 

  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 113-114
 

لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ 

 

لَهُمْ  car mecruru mübteda  مَا ’nın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاؤُ۫نَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi  يَشَٓاؤُ۫نَ ’nin  failinin hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

خَالِد۪ينَ  sülâsi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْداً مَسْؤُ۫لاً

 

İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.  عَلٰى رَبِّكَ  car mecruru  وَعْداً ’nin mahzuf haline mütealliktir.  وَعْداً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  مَسْؤُ۫لاً  kelimesi  وَعْداً ’nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَسْؤُ۫لاً  sülâsi mücerredi  سأل  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

İsim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪يهَا, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda olan ismi mevsûl  مَا, muahhar mübtedadır. Sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekmek içindir.

خَالِد۪ينَ  kelimesi  يَشَٓاؤُ۫نَ  failinin halidir. Hal ıtnâb babındandır. İsm-i fail kalıbında gelmiştir.

 

كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْداً مَسْؤُ۫لاً

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur عَلٰى رَبِّكَ , ihtimam için amili olan  كَانَ ’nin haberi  وَعْداً ’e takdim edilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.

Peygamberimize ait  كَ  zamirinin  رَبِّ  ismine izafeti Hz. Peygambere tazim, teşrif ve destek ifade eder.

مَسْؤُ۫لاً  kelimesiوَعْداً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Önceki ayetteki  وُعِدَ  ve bu ayetteki  يَشَٓاؤُ۫نَ  kelimelerindeki zamir mahzuf olup ibare  وُعِدَهَا  المُتَّقُونَۜ وَمَا يَشَٓاؤُ۫نَهُ  şeklindedir.  كَانَ  geçmiş zaman kipinin kullanılması, Allah Teâlâ’nın vadettiği bir şeyin ileride mutlaka gerçekleşmek bakımından sanki geçmişte olmuş bitmiş bir şey gibi olması sebebiyledir. Veya ifade (Bu husus, Allah onlara haber vermeden uzun zaman önce Levh-i Mahfuz’da cennetin onların amellerinin mükâfatı ve gidecekleri yer olduğu yazılıydı) anlamındadır. 

كَانَ ’deki zamir  مَا يَشَٓاؤُ۫نَ ’deki (diledikleri her şey) e racidir. وَعْد  kelimesi  مَوعود anlamında olup ifade: “Bu, Rabbin için yerine getirmesi kesin, istenilip arzu edilmeye değer bir vaattir; çünkü bu, hak edilmiş bir ceza ve mükâfattır.” anlamındadır. (Keşşâf)