بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذَا رَاَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً
اِذَا رَاَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَتْهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَاَتْهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ مَكَانٍ car mecruru رَاَتْهُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda mevsuftur. بَع۪يدٍ kelimesi مَكَانٍ ‘in sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً cümlesi şartın cevabıdır.
سَمِعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَهَا car mecruru سَمِعُوا fiiline veya تَغَيُّظاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
تَغَيُّظاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. زَف۪يراً atıf harfi وَ ’la تَغَيُّظاً ’e matuftur.
اِذَا رَاَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً
Şart cümlesi olan رَاَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
رَاَتْهُمْ fiilinin müennes olması failin nar (ateş) ya da cehennem manası olmasındandır. (Beyzâvî, Âşûr)
فَ, karinesi olmadan gelen cevap cümlesi سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nefiste daha etkili olduğu için haber cümlesi, inşâ elbisesi içinde sunulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَع۪يدٍ kelimesi, مَكَانٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
تَغَيُّظاً - زَف۪يراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
11 ve 12. ayet sonlarındaki سَع۪يراًۚ - زَف۪يراً kelimeleri arasında seci vardır.
Ayette, görmek fiilinin onlara değil ateşe isnad edilmesi, ateşin öfke homurtusunun ve uğultusunun onları gerçekten veya temsilî olarak gördüğü zaman duyacağı şiddetli öfkeden dolayı olduğunu bildirmek içindir. Ayetin ifadesi, zımnen bildiriyor ki ateş, onları göreceği zaman ateş ile onlar arasındaki mesafe, malum dünya mesafelerindeki mûtat uzaklık değildir. Bu da ateşin pek korkunç olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd, Âşûr)
سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً [Onun öfkesini ve sesini işitirler] cümlesinde istiare-i temsîliyye vardır. Onun kaynama sesi, öfkeli kimsenin sesine ve içinden duyulan bir sese benzetilmiştir. Bu, ateşin parlaması ve alev alev yanmasını, öfkeli ve kızgın kimsenin durumuna göre anlatan bir temsildir. (Safvetu’t Tefasir)
Bu ayette iki istiare bulunmaktadır. Birisi Yüce Allah’ın اِذَا رَاَتْهُمْ [Onları gördüğünde] sözüdür. Bu ifade, -ondan Allah’a sığınırız- cehennem ateşinin tasviri hakkındadır ki ateş için görme vasfı doğru olmaz. Allahu a’lem, bu ifadeyle kastedilen şudur: Cehennem ateşi onlara göre öyle bir mesafede bulunur ki şayet görme vasfıyla nitelenen varlık o mesafede bulunsaydı onları (cezalandırılacaklarını) görürdü. Bu ince tevillerden ve ilginç yorumlardandır.
Diğer istiare ise Yüce Allah’ın سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَف۪يراً [Onun öfke ve haykırma (seslerini) işitirler.] sözüdür. Bu iki sıfat canlıların niteliklerindendir. تَغَيُّظاً (öfkelenmek) insana özgüdür. Çünkü غَيُّظ , öfke derecelerinin en yükseklerindendir. Gerçek anlamda öfke ile ancak insanlar nitelenir. Haykırma ( زَف۪ي ) ile nitelenmede de insanlar ve diğer (canlılar) ortaktır. Bu iki sıfatla kastedilen, kızıp öfkelenen kimsenin durumu hakkında yapıldığı gibi, ateşin tutuşması ve alevlenmenin anlatımında da mübalağa yapmaktır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)وَاِذَٓا اُلْقُوا مِنْهَا مَكَاناً ضَيِّقاً مُقَرَّن۪ينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُوراًۜ
Qarane قرن: إقْتِرانٌ sözcüğü iki veya daha fazla nesnenin herhangi bir manada bir araya toplanması manası itibarıyla izdivac sözcüğü gibidir.
Filan kişi doğum zamanı itibarıyla filan gibidir denmek istendiğinde قَرْنٌ qarn lafzı kullanılır. قَرْنٌ aynı zaman diliminde bulunmaları açısından bir araya gelmiş topluluktur; nesil/ göbek/ kuşak gibi.. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 43 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri karin, kurun, akran, karine, iktiran, mukârenet ve Kârun'dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَٓا اُلْقُوا مِنْهَا مَكَاناً ضَيِّقاً مُقَرَّن۪ينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُوراًۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُلْقُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اُلْقُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru مَكَاناً ’nın haline mütealliktir.
مَكَاناً mekân zarfı olup اُلْقُوا fiiline mütealliktir. ضَيِّقاً kelimesi مَكَاناً ’nin sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُقَرَّن۪ينَ kelimesi اُلْقُوا ’nun failinin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
فَ karinesi olmadan gelen دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُوراً cümlesi şartın cevabıdır.
دَعَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olarak mahallen merfûdur.
İşaret ismi هُنَالِكَ mekân zarfı, دَعَوْا fiiline mütealliktir, mahallen mansubdur. ثُبُوراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اُلْقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُقَرَّن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.وَاِذَٓا اُلْقُوا مِنْهَا مَكَاناً ضَيِّقاً مُقَرَّن۪ينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُوراًۜ
Ayet, وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Şart cümlesi olan اُلْقُوا مِنْهَا مَكَاناً ضَيِّقاً, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
اُلْقُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
ضَيِّقاً kelimesi, مَكَاناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُقَرَّن۪ينَ kelimesi اُلْقُوا fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
مَكَاناً ’deki tenvin tahkir içindir.
فَ, karinesi olmadan gelen cevap cümlesi دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُوراً, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan ثُبُوراً bütün cinslere delalet eden masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ölümü çağırırlar ifadesinde istiare vardır. Ölüm arzu edilen, hoşlanılan bir varlığa benzetilmiştir. Bu istiare, onların, ölümü ve helak olmayı istetecek kadar korkunç bir azap içinde olduklarını muhataba hissettirmek için yapılmıştır.
ضَيِّقاً (Dar) bir yerine denilmesi, cehennem azabının şiddetini ifade etmek içindir. Zira keder darlıkta, ferahlık da genişliktedir. Cennetin, ‘genişliği gökler ve yer kadardır’ şeklinde vasıflandırılmasının sırrı da budur. (Ebüssuûd)
مَكَاناً (Onun bir yeri) في مكانٍ demektir, مِنْهَا da beyaniyyedir, başa geçerek hal olmuştur. مَكَاناً ضَيِّقاً (dar bir yerine) azabın artması içindir; çünkü sıkıntı darlıkladır, ferahlık da bollukladır. Bunun içindir ki Allah Teâlâ cenneti: “Eni göklerle yerin eni kadar” diye nitelemiştir. (Beyzâvî)
Ayet-i kerimede geçen ضَيِّقاً kelimesi şeddesiz olarak da okunmuştur. Ayet-i kerimede geçen مِنْهَا car mecruru, مَكَاناً kelimesinden haldir. Çünkü aslında mekânın sıfatıdır (Takaddüm edince hal olarak irablanmıştır). Yine ayet-i kerimede geçen مُقَرَّن۪ينَ kelimesi çokluk ifade etmesi için şeddelenmiştir. (Celâleyn Tefsiri)
11-12-13. ayetlerin sonlarındaki ثُبُوراًۜ - سَع۪يراًۚ - زَف۪يراً kelimelerinde seci vardır.
الإلْقاءُ, fırlatma demektir. Burada hakaretten kinayedir. (Âşûr)
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُوراً وَاحِداً وَادْعُوا ثُبُوراً كَث۪يراً
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُوراً وَاحِداً وَادْعُوا ثُبُوراً كَث۪يراً
Fiil cümlesidir. لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ cümlesi mukadder mekulü’l-kavlin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, ...تقول لهم الملائكة (Melekler onlara der ki…) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَدْعُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْيَوْمَ zaman zarfı olup تَدْعُوا fiiline mütealliktir, mahallen mansubdur.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُبُوراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَاحِداً kelimesi ثُبُوراً ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. ادْعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ثُبُوراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَث۪يراً kelimesi ثُبُوراً sıfatı olup fetha ile mansubdur.
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُوراً وَاحِداً وَادْعُوا ثُبُوراً كَث۪يراً
Ayetin fasılla gelen ilk cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, تقول لهم الملائكة (Melekler onlara der ki…) olan mahzuf sözün mekulü’l-kavlidir. Mekulü’l-kavlin amilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mef’ûl olan ثُبُوراً bütün cinslere delalet eden masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
وَاحِداً kelimesi, ثُبُوراً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. وَادْعُوا ثُبُوراً كَث۪يراً cümlesi atıf harfi وَ’la makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit ve korkutma manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُوراً وَاحِداً [Bir helak/ölüm çağırmayın] cümlesiyle, وَادْعُوا ثُبُوراً كَث۪يراً [çok ölüm/helak çağırın] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
لَا تَدْعُوا - وَادْعُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, كَث۪يراً - وَاحِداً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, ثُبُوراً ’in tekrarında ıtnab reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onların istedikleri helak, azaplarını sona erdirecek ve kendilerini kurtaracak bir helaktır. Şu halde onlara verilen cevap, isteklerinin imkânsız olduğunu, onların bu isteğini devamını gerektirecek çetin azabın sonsuzluğunu bildirmek suretiyle kurtuluş umutlarını kesmelidir. (Ebüssuûd)
Ayette zikredilen emrin (bir kere istemeyin, birçok kere isteyin) bugün ile kayıtlandırılması, korkunçluğu ve dehşeti ziyadesiyle ifade etmek ve bugünün diğer malûm günler gibi olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Burada ثُبُوراً kelimesinin kullanılması, masdar olup masdarın, hem az hem de çok hakkında kullanılabilmesi dolayısıyladır. Bundan dolayı çoğulu getirilmez. (Kurtubî)قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَذَٰلِكَ | bu mu? |
|
3 | خَيْرٌ | daha iyi |
|
4 | أَمْ | yoksa |
|
5 | جَنَّةُ | cennet (mi?) |
|
6 | الْخُلْدِ | ebedi |
|
7 | الَّتِي |
|
|
8 | وُعِدَ | va’dedilen |
|
9 | الْمُتَّقُونَ | muttakilere |
|
10 | كَانَتْ | olan |
|
11 | لَهُمْ | onlar için |
|
12 | جَزَاءً | mükafat |
|
13 | وَمَصِيرًا | ve varış yeri |
|
İnkârcılarla müminlerin, dünyada yapıp ettiklerinin karşılığı olarak âhiretteki âkıbetleri hakkında çok kısa bir karşılaştırma yapılarak insanların akıllarını başlarına almaları öğütlenmektedir.
Yukarıdaki cehennem tasvirine mukabil burada cennetin iki özelliği öne çıkarılmıştır: a) Cennet hayatının ve mutluluğunun sonsuz oluşu,
b) Orada bulunanların, diledikleri bütün güzellikleri elde edebilecekleri. Âyette bunun müttakilere (takvâ sahipleri) Allah’ın bir vaadi olduğu bildirilmektedir. Burada müminlerin inanç ve yaşayışları hakkında ayrıntılı bilgi verilmeden onlar sadece takvâ sahipleri olarak anılmıştır. Bu da gösteriyor ki Kur’an dilinde takvâ kavramı, imandan başlamak üzere Allah’a itaat ve saygı anlamı taşıyan bütün olumlu tutum ve davranışları içermektedir. Bunu dikkate alarak âyetteki söz konusu kelimeyi, “Allah’a saygılı olmayı ilke haline getirmiş olanlar” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk.
“Bu, rabbinin, gerçekleşmesi istenen bir vaadidir” şeklinde çevirdiğimiz 16. âyetin son cümlesi değişik şekillerde açıklanmış olup bunların ikisi şöyledir: a) Müminlerin ebedî kalacakları ve diledikleri her şeyi elde edebilecekleri cennet, onların, “Rabbimiz! Peygamberlerine vaad ettiğin şeyleri bize de ver” diye dua ederek gerçekleşmesini daha dünyadayken istedikleri ilâhî bir vaaddir. b) Bu cennet, Allah’ın, yerine getirilmesi kesin olan, kendisinden gerçekleştirmesi istenecek olan bir vaadidir (Taberî, XVIII, 188-189). Allah’ın vaadinden dönmesi düşünülemeyeceği için (Hac 22/47; Rûm 30/6) bu vaadini de mutlaka yerine getirecektir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 113-114
قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اَذٰلِكَ خَيْرٌ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifhâm harfidir. İşaret zamiri ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
خَيْرٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. خَيْرُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hazf edilmiştir. (Âşûr)
اَمْ, munkatıadır. بل ve hemze manasındadır.Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar.Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır:
1. Muttasıl اَمْ
2. Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَنَّةُ kelimesi mübteda olan ذٰلِكَ ’ye matuftur. Aynı zamanda muzâftır. الْخُلْدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl, جَنَّةُ ’in sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası وُعِدَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وُعِدَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْمُتَّقُونَ kelimesi naib-i fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يراً
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هى’dir. تْ te’nis alametidir.
لَهُمْ car mecruru جَزَٓاءً ’e matuftur. جَزَٓاءً kelimesi كَانَتْ ’in haberi olup lafzen mansubdur. مَص۪يراً atıf harfi وَ ’la جَزَٓاءً ’e matuftur.
قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَذٰلِكَ خَيْرٌ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama ve alaya alma amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesinde haber olan خَيْرٌ, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene tahkir manasının yanında müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesi içindir.
ذٰلِكَ ile işaret edilen cennetin karşıtı ve اَمْ ’in muadili olan; cehennemliklerin durumudur. Duruma işaret edilen ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
جَنَّةُ الْخُلْدِ atıf harfi اَمْ ’le mübteda olan ذٰلِكَ ’ye atfedilmiştir.
جَنَّةُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّت۪ي ’nin sılası olan وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette bedi‘ ilminde ihtibâk diye isimlendirilen sanat vardır. İhtibâk: kelamın başında zikredilen şeyin sonunda hazfedilmesi, sonunda mezkûr olanın da baş tarafta hazf edilmesidir. Burada ilk cümlenin haberi olan خَيْرٌ kelimesi ikinci cümlede zikredilmemiştir.
وُعِدَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ ayetinde hemzenin takri’ ve tehekküm (azarlama ve alaya alma) anlamında kullanıldığını belirtilir. Ayetteki hemze tasavvur, اَمْ muttasıldır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Hemzeyle hem tasdik hem tasavvur sorulabilir. Tasdik sorusundan sonra اَمْ gelirse bu munkatı اَمْ ’dir ve idrâb manasındadır. Tasavvur sorusundan sonra muttasıl اَمْ gelir, bunu da muadil takip eder. Böylece inşâyı habere çevirir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ [De ki: Bu mu daha hayırlıdır yoksa muttakilere vaat olunan ölümsüzlük cenneti mi?] ifadesindeki işaret azabadır; istifham, ism-i tafdil ve tereddüt edâtı اَمْ alayla beraber azarlama içindir ya da işaret hazineye ve cennetedir. Mevsûle raci zamir de mahzuftur. Cennetin الْخُلْدِ ’e izafeti medih içindir ya da ebediliğini göstermek içindir ya da dünya cennetlerinden ayırmak içindir. (Beyzâvî)
Sonsuzluk cenneti denilmesi, cennetin methi içindir. Diğer bir görüşe göre ise dünya cennetlerinden ayırt etmek içindir. Burada takva sahiplerinden murad, mutlak olarak takva vasfını taşıyanlardır; yoksa takvanın yalnız ikinci yahut üçüncü mertebesinde olanlar değildir. (Ebüssuûd)
كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يراً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istikrar ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمْ, nakıs fiil كَانَ ’nin haberi olan جَزَٓاءً ’e ihtimam için takdim edilmiştir.
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)
كَانَ ’nin mazi sıygasıyla gelmesi, Allah Teâlâ’nın vadettiği bir şeyin ileride gerçekleşeceğinin mutlak olduğunun işaretidir. (Keşşâf, Furkan Suresi 16)
Yani o cennet, Allah'ın ilminde yahut Levh-ı Mahfûz'da, daha önce belirtildiği gibi lütufkâr ilâhi vaat gereğince amellerinin karşılığı olarak takva sahiplerinin mekânı ve varacakları yer olmuştur. Yahut bu husus geçmiş fiil kipi ile yani, (olmuştur) şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü Allah'ın vaadi mutlaka gerçekleşir. İşte bundan dolayı bu husus, gerçekleşmiş ve vaki olmuş gibi anlatılmıştır. (Ebüssuûd)
لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْداً مَسْؤُ۫لاً
لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ
لَهُمْ car mecruru mübteda مَا ’nın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
ف۪يهَا car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاؤُ۫نَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاؤُ۫نَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
خَالِد۪ينَ kelimesi يَشَٓاؤُ۫نَ ’nin failinin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ sülâsi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْداً مَسْؤُ۫لاً
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلٰى رَبِّكَ car mecruru وَعْداً ’nin mahzuf haline mütealliktir. وَعْداً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. مَسْؤُ۫لاً kelimesi وَعْداً ’nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَسْؤُ۫لاً sülâsi mücerredi سأل olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İsim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪يهَا, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda olan ismi mevsûl مَا, muahhar mübtedadır. Sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekmek içindir.
خَالِد۪ينَ kelimesi يَشَٓاؤُ۫نَ failinin halidir. Hal ıtnâb babındandır. İsm-i fail kalıbında gelmiştir.
كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْداً مَسْؤُ۫لاً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur عَلٰى رَبِّكَ , ihtimam için amili olan كَانَ ’nin haberi وَعْداً ’e takdim edilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.
Peygamberimize ait كَ zamirinin رَبِّ ismine izafeti Hz. Peygambere tazim, teşrif ve destek ifade eder.
مَسْؤُ۫لاً kelimesi, وَعْداً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Önceki ayetteki وُعِدَ ve bu ayetteki يَشَٓاؤُ۫نَ kelimelerindeki zamir mahzuf olup ibare وُعِدَهَا المُتَّقُونَۜ وَمَا يَشَٓاؤُ۫نَهُ şeklindedir. كَانَ geçmiş zaman kipinin kullanılması, Allah Teâlâ’nın vadettiği bir şeyin ileride mutlaka gerçekleşmek bakımından sanki geçmişte olmuş bitmiş bir şey gibi olması sebebiyledir. Veya ifade (Bu husus, Allah onlara haber vermeden uzun zaman önce Levh-i Mahfuz’da cennetin onların amellerinin mükâfatı ve gidecekleri yer olduğu yazılıydı) anlamındadır.
كَانَ ’deki zamir مَا يَشَٓاؤُ۫نَ ’deki (diledikleri her şey) e racidir. وَعْد kelimesi مَوعود anlamında olup ifade: “Bu, Rabbin için yerine getirmesi kesin, istenilip arzu edilmeye değer bir vaattir; çünkü bu, hak edilmiş bir ceza ve mükâfattır.” anlamındadır. (Keşşâf)وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
2 | يَحْشُرُهُمْ | onları toplayacağı |
|
3 | وَمَا | şeyleri |
|
4 | يَعْبُدُونَ | taptıkları |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِ | başka |
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | فَيَقُولُ | der ki |
|
9 | أَأَنْتُمْ | siz mi? |
|
10 | أَضْلَلْتُمْ | saptırdınız |
|
11 | عِبَادِي | kullarımı |
|
12 | هَٰؤُلَاءِ | bu |
|
13 | أَمْ | yoksa |
|
14 | هُمْ | kendileri (mi) |
|
15 | ضَلُّوا | sapıttılar |
|
16 | السَّبِيلَ | yolu |
|
Bu âyetlerden anlaşıldığına göre büyük yargı gününde, mutlak adaletin gerçekleşeceği kıyametteki sorgulamada Allah, putperestlerle diğer çok tanrıcı inanç sahiplerinin taptıkları varlıkları da huzurunda sorgulayacak ve bunlar, kendilerine tapanların aleyhinde şahitlik edeceklerdir. Muhammed Esed, –Kur’an’ı rasyonelleştirme şeklindeki hâkim çabasının bir sonucu olarak– burada “bazı müfessirlerin söylediği gibi ‘yargı günü’nde konuşturulacak olan cansız putlara değil, fakat tanrılaştırılan akıl sahibi varlıklara, yani peygamberlere, azizlere, velîlere” hitap edildiğini savunuyorsa da bu görüşe tam olarak katılmak mümkün değildir. Bu âyetlerin, Esed’in belirttiği inanç gruplarıyla da ilgili olduğu muhakkaktır. Ancak sûrenin 3. âyetinden itibaren geniş ölçüde Mekke putperestlerine hitap edilmekte, onların inanç ve tutumları eleştirilmektedir. Bu putperestler, geçmişleriyle bol bol övünmekle beraber peygamberlere, azizlere, velîlere tapmıyorlardı; onlarda ata ruhlarına tapınma inancı da yoktu. Temel dinî tutumları, bazı gök cisimlerini ve onların sembolleri olarak yaptıkları putları tanrı sayıp onlara tapmaktı. İşte burada yüce Allah’ın sınırsız kudretiyle âhirette bu tapılan varlıklara can vererek onlara şahitlik yaptıracağı; bunların da müşriklerin sorumluluğunun kendilerine ait olduğu, müşriklerin inandıkları gibi kendileri şuurlu ve iradeli varlıklar olsalardı Allah’a dayanıp güvenmekten başka bir şey yapamayacaklarını ve müşriklerin –Allah’ın verdiği nimetleri yerinde kullanmak şöyle dursun– bu nimetler yüzünden Allah’ı unutup yoldan çıktıklarını ifade edecekleri; böylece putperestlerin suçları sabit olunca hak ettikleri şekilde cezalandırılacakları bildirilmektedir.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ zaman zarfı, mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, اذكر (zikret ) şeklindedir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْشُرُهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَحْشُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ’la يَحْشُرُهُمْ ’deki zamire matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْبُدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Takdiri, يعبدونه (Ona ibadet ederler.) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ
Ayet atıf harfi فَ ile يَحْشُرُهُمْ ‘a matuf olup mahallen mecrurdur.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli, ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ ’dür. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifhâm harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَضْلَلْتُمْ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَضْلَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. عِبَاد۪ي mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ işaret ismi عِبَاد۪ي ’nin sıfatı veya bedel olarak mahallen mansubdur.
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السَّب۪يلَۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَضْلَلْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ
Ayet, 15 ayetteki istînâfa atfedilen ilk cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ, takdiri اذكر (hatırla) olan mahzuf fiile mütealliktir. Muzâfun ileyh olan يَحْشُرُهُمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَحْشُرُهُمْ fiilinin mef’ûlune matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah ‘la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
مَا يَعْبُدُونَ [Taptıkları şeyler] ifadesiyle kendisine tapınılan melekleri, Hz. İsa ve Üzeyir’i kastedilmektedir. Kelbî’nin, “Bunlar Allah’ın konuşturacağı putlardır.” dediği de nakledilmiştir. İfadenin, hepsini içine alıyor olması da mümkündür. Şayet مَا akıllı varlıklar için nasıl kullanılabilmiş?” dersen şöyle derim: Bu kelime genellikle hem akıllı hem de akılı olmayan varlıklar için kullanılır. Şöyle ki: Uzakta bir canlı gördüğün zaman ماَ هُوَ (Şu ne?) dersin. İnsandır diye cevap verildiğinde ise “Kim o?” dersin. Akıllı varlıklar için مَنْ ’in kullanılması da bunu göstermektedir. Veya مَا يَعْبُدُونَ ifadesiyle mahiyetin tavsifi de murad edilmiş olabilir; adeta mabutları denmektedir. Nitekim Zeyd’in sıfatını sormak istediğin zaman, Uzun mu kısa mı?, Hukukçu mu doktor mu? anlamında ماَ ذَيْدٌ Zeyd nedir? dersin. (Keşşâf)
فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesi atıf harfi فَ ile يَحْشُرُهُمْ cümlesine atfedilmiş olup müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takri’ ve tevbih (azarlama ve paylama) murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Rabbi Teâlâ olması dolayısıyla bu cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Allah’a ait mütekellim zamirinin yer aldığı عِبَاد۪ي izafeti, kullara tekrim içindir.
Aynı kulların işaret ismiyle işaret edilmesi Allah Teâlâ’nın onları önemsediğinin göstergesidir. Yani tazim içindir.
اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَ cümlesi, اَمْ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
السَّب۪يلَ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müsteârun minh) kalmıştır.
يَحْشُرُهُمْ - اللّٰهِ kelimelerinde izmardan izhara geçişte ve عِبَاد۪ي - دُونِ اللّٰهِ ifadeleri arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
اَضْلَلْتُمْ - ضَلُّوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesiyle هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu ayette ضَلال veya إضْلال (fiil) meydana gelmiş olduğundan soru bu fiiler hakkında değildir. Buna göre soru, اَضْلَلْتُمْ fiilindeki muttasıl olan faile yani تُمْ ’e yöneliktir. Bu nedenle fiilden önce ve istifham edatından hemen sonra bu muttasıl failin munfasıl şekli اَنْتُمْ mübteda olarak gelmek suretiyle vurgulanmıştır.
Allah Teâlâ, bu ayetteki soruya verilecek cevabı bilmesine rağmen söz konusu soruyu sorması tapılan putların; [Senin şanın yücedir, senden başka veliler edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve atalarını nimet verip yaşattın, bolluk içinde dünyaya daldılar da seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir topluluk oldular. (Furkan Suresi 18)] cevabını ikrar etmesini sağlamak içindir. Bu ikrar üzerine de Allah, mabudları ve putperestleri yalanladığı için onları azarlayacaktır. Böylece, müşriklerin pişmanlıkları artarken Müslümanlar da böyle utanç verici bir durumdan kurtuldukları için sevineceklerdir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
Şayet اَنْتُمْ (siz) ve هُمْ (onlar) zamirlerinin ibareye katkısı nedir? Bunun yerine اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَ denilmeli değil miydi?” dersen şöyle derim: Burada soru, fiile ve fiilin varlığına dair bir soru değildir; çünkü o (sapma) söz konusu olmasaydı, bu kınama yönetilmezdi. Dolayısıyla soru, o fiilin sahibi hakkındadır ve onu zikretmek soru edatıyla bunu ifade etmek gerekir ki failin sorulduğu anlaşılsın. (Keşşâf)قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ وَكَانُوا قَوْماً بُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | derler ki |
|
2 | سُبْحَانَكَ | senin şanın yücedir |
|
3 | مَا |
|
|
4 | كَانَ | değildi |
|
5 | يَنْبَغِي | yaraşır |
|
6 | لَنَا | bize |
|
7 | أَنْ |
|
|
8 | نَتَّخِذَ | edinmek |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | دُونِكَ | senden başka |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | أَوْلِيَاءَ | veliler |
|
13 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
14 | مَتَّعْتَهُمْ | sen onları ni’metlendirdin |
|
15 | وَابَاءَهُمْ | ve atalarını |
|
16 | حَتَّىٰ | kadar |
|
17 | نَسُوا | unutuncaya |
|
18 | الذِّكْرَ | anmayı |
|
19 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
20 | قَوْمًا | bir topluluk |
|
21 | بُورًا | helaki hak eden |
|
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سُبْحَانَكَ mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mahallen mansubdur. Takdiri, نسبّح (tesbih ederiz) şeklindedir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir. يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَنْبَغ۪ي fiili mukadder ي üzere damme ile merfû muzari fiildir. لَـنَٓا car mecruru يَنْبَغ۪ي fiiline müteallıktır. اَنْ ve masdar-ı müevvel fail olarak mahallen merfûdur.
نَتَّخِذَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اتَّخَذَ fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ اَوْلِيَٓاءَ mef’ûlün bih olarak lafzen mansub, mahallen mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَتَّخِذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يَنْبَغ۪ي fiili,sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infi’âl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak: düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَتَّعْتَهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰبَٓاءَهُمْ atıf harfi وَ ’la مَتَّعْتَهُمْ ‘deki mef’ûlun bihe matuftur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى harf-i ceriyle مَتَّعْتَهُمْ fiiline mütealliktir.
نَسُوا fiili damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen mansubdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الذِّكْرَۚ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَتَّعْتَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi متع ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَانُوا قَوْماً بُوراً
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. قَوْماً kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur. بُوراً kelimesi قَوْماً’in sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İtiraziyye olarak gelen cümlede سُبْحَانَكَ mahzuf bir fiilin mef’ûlun mutlakı olarak mansubdur. Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.
سُبْحَانَ masdarı, zaman ve faille kayıtlı olmaksızın mutlak olarak tesbîh fiilini ifade eder. Masdar, tesbih eden kişi olsa da olmasa da tesbîh fiiline ve istiğrak olarak bütün zamanlara delalet eder. Dolayısıyla mana şöyledir: “Allah, tesbih eden olsun ya da olmasın daima tesbihi hak edendir. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 1, s. 275)
سُبْحَانَ kelimesi de zaman zaman taaccüp ifade eden yapılarda kullanılmıştır. Resulden pek çok mucize getirmemesi halinde kendisine iman etmeyeceklerini dillendiren inkârcılara karşı, Resulullah’tan سُبْحَانَ رَبّي demesinin istenmesi aynı zamanda bu yersiz ve akıl dışı istekler karşısında gösterilmesi gereken şaşkınlık ifadesi olarak kabul edilebilir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ cümlesi, menfi كَانَ’nin dahil olduğu, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hûdûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ cümlesi, masdar teviliyle يَنْبَغ۪ي fiilinin faili konumundadır.
Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin ilk mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Car mecrur لَـنَٓا, faile ihtimam için takdim edilmiştir.
Ayet-i kerîme’de geçen اَوْلِيَٓاءَ kelimesi birinci mef’ûl, مِنْ ise zait olup menfiliği kuvvetlendirmektedir. Bundan önce geçen مِنْ دُونِكَ de ikinci mef’ûldür. (Celaleyn Tefsiri)
مِنْ دُونِكَ sözündeki مِنْ ibtidaiyye içindir. (Âşûr)
مِنْ اَوْلِيَٓاءَ sözündeki مِنْ, umumi olumsuzluğu tekid etmek için zaiddir. Nefy siyakında nekre umuma işarettir. (Âşûr)
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)
وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ وَكَانُوا قَوْماً بُوراً
Ayetin bu cümlesi وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahil olan لٰكِنْ, istidrak harfidir.
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
Gaye bildiren cer harfi حَتّٰٓى, akabindeki نَسُوا الذِّكْرَۚ cümlesini gizli أن ’le masdara çevirmiştir. حَتّٰٓى ile birlikte مَتَّعْتَهُمْ fiiline müteallik olan masdar-ı müevvel, mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Buradaki ذِكر ’in mahiyeti hakkında iki görüş vardır: Birincisine göre bundan kasıt peygamberlere indirilmiş ve onlara okunan ilâhi kitaplardır. Onlar bu kitap gereğince amel etmeyi terkettiler. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır. İkinci görüşe göre de burada ذِكر ’den maksat onlara yapılan iyiliklere ve ilahi nimetlere karşı şükürdür. Onlar şükrü terkettiler demektir. (Kurtubî)
Makabline matuf olan وَكَانُوا قَوْماً بُوراً cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بُوراً , nakıs fiil كَان ’nin haberi olan قَوْماً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur.
مَا كَانَ - كَانُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, نَسُوا - الذِّكْرَ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Helak olan bir kavim; هاَلِكِين demektir ki بُوراً masdardır, sıfat olarak kullanılmıştır.
Bunun içindir ki tekili ve çoğulu birdir. Ya da عائذ ve عوذ kelimeleri gibi بائر ’in cemisidir. (Beyzâvî)
فَقَدْ كَذَّبُوكُمْ بِمَا تَقُولُونَۙ فَمَا تَسْتَط۪يعُونَ صَرْفاً وَلَا نَصْراًۚ وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَاباً كَب۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَقَدْ | işte |
|
2 | كَذَّبُوكُمْ | sizi yalanladılar |
|
3 | بِمَا | şeyler |
|
4 | تَقُولُونَ | dedikleriniz |
|
5 | فَمَا | artık |
|
6 | تَسْتَطِيعُونَ | gücünüz yetmez |
|
7 | صَرْفًا | (azabı) geri çevirmeğe |
|
8 | وَلَا | ne de |
|
9 | نَصْرًا | yardım bulabilirsiniz |
|
10 | وَمَنْ | ve kim |
|
11 | يَظْلِمْ | zulmederse |
|
12 | مِنْكُمْ | sizden |
|
13 | نُذِقْهُ | ona taddırırız |
|
14 | عَذَابًا | bir azab |
|
15 | كَبِيرًا | büyük |
|
فَقَدْ كَذَّبُوكُمْ بِمَا تَقُولُونَۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كَذَّبُوكُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle كَذَّبُوكُمْ fiiline mütealliktir.
تَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَذَّبُوكُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَمَا تَسْتَط۪يعُونَ صَرْفاً وَلَا نَصْراًۚ
ف atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَسْتَط۪يعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. صَرْفاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
نَصْراً atıf harfi وَ ’la صَرْفاً ’e matuftur.
تَسْتَط۪يعُونَ fiili sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, طوع ’dır.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَاباً كَب۪يراً
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَظْلِمْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْكُمْ car mecruru يَظْلِمْ ’ın failinin haline mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen نُذِقْهُ cümlesi şartın cevabıdır. نُذِقْهُ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَب۪يراً kelimesi عَذَاباً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَدْ كَذَّبُوكُمْ بِمَا تَقُولُونَۙ
فَ istînâfiyyedir. Tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
قَدْ harfi sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Nahivciler bu harfin dört şekli olduğunu söylerler: Kesinlik ve yakınlık ifadesi için mazi fiilin başına gelir. Muzari fiilin başına geldiği zaman ise bazen azlık bazen da çokluğa delalet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Âşûr, Enam Suresi 33)
Masdar harfi مَا ’nın sılası olan تَقُولُونَ, masdar tevilinde olup başındaki harf-i cerle birlikte كَذَّبُوكُمْ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
فَمَا تَسْتَط۪يعُونَ صَرْفاً وَلَا نَصْراًۚ
فَ ile öncesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
وَلَا نَصْراً ibaresi, صَرْفاً ’e matuftur. Nefiy harfi لَا, olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.
Mef’ûl olan صَرْفاً ve نَصْراًۚ kelimelerindeki tenvin nev ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
صَرْفاً kelimesi ile azabı sizden def edemezler, çare bulamazlar denilmiştir ki إنَّهُُ لَيَتَصَرّفُ kavlinden gelir, çare arıyor demektir. (Beyzâvî)
وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَاباً كَب۪يراً
وَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
من , mübteda olarak merfû mahaldedir. يَظْلِمْ مِنْكُمْ cümlesi haberdir.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafât, s. 112)
Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نُذِقْهُ عَذَاباً كَب۪يراً, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
نُذِقْهُ , ona tattırırız ifadesinde istiare vardır. Azap, tadılması arzu edilen lezzetli bir yiyeceğe benzetilmiştir. Bu istiareden amaç, azabın korkunçluğunu muhataba hissettirmektir. Azabın كَب۪يراً ’le vasıflanması da bu etkiyi artırmaktadır.
عَذَاباً için sıfat olan كَب۪يراً, mevsûfun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır. Kelimedeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
عَذَاباً - يَظْلِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, يَظْلِمْ - نَصْراًۚ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
17. ve 19. ayetlerde يَحْشُرُهُمْ - كَذَّبُوكُمْ ifadelerindeki mef’ûller arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)
Zulmün umumî olarak zikredilmesi, bu büyük azabın tattırılmasında fasıkın da kâfire iştirakini gerektirmez. Zira bu cezanın gerekmesi için tövbe olmaması, iyi amellerin tamamen boşa gitmesi ve bize göre ilâhi affa mazhar olmaması şartları vardır. (Ebüssuûd)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ اَتَصْبِرُونَۚ وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يراً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | أَرْسَلْنَا | göndermedik |
|
3 | قَبْلَكَ | senden önce |
|
4 | مِنَ | -den |
|
5 | الْمُرْسَلِينَ | elçiler- |
|
6 | إِلَّا | başkasını |
|
7 | إِنَّهُمْ | şüphesiz onlar |
|
8 | لَيَأْكُلُونَ | yerlerdi |
|
9 | الطَّعَامَ | yemek |
|
10 | وَيَمْشُونَ | ve gezerlerdi |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْأَسْوَاقِ | çarşılarda |
|
13 | وَجَعَلْنَا | ve biz yaptık |
|
14 | بَعْضَكُمْ | kiminizi |
|
15 | لِبَعْضٍ | kiminiz için |
|
16 | فِتْنَةً | bir sınav |
|
17 | أَتَصْبِرُونَ | sabrediyor musunuz? |
|
18 | وَكَانَ | ve |
|
19 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
20 | بَصِيرًا | (herşeyi) görendir |
|
Müşriklerin, 7. âyette Hz. Muhammed’in peygamberliğine itiraz olarak ileri sürdükleri iddialara cevap veren bu âyette peygamberlerin beşerî özellikler bakımından diğer insanlardan farklı olmadığına, şu halde inkârcıların ileri sürdükleri bu iddianın geçersiz olduğuna işaret edilmektedir (Râzî, XXIV, 65). “Biz kiminizi kiminiz için imtihan vesilesi yaptık” cümlesiyle ilgili olarak farklı yorumlar yapılmıştır. Bir yoruma göre burada Mekke putperestlerinin ileri gelenleriyle çoğunluğunu yoksul ve himayesiz insanların oluşturduğu müslümanlar kastedilmiştir. Âyete göre bu iki kesim, birbirleri karşısındaki tutumlarıyla bir imtihan vermektedirler. Nitekim kendilerini soylu ve üstün gören müşrikler, sıradan kişilerle aynı inancı paylaşmayı reddediyor, güya onların seviyesine düşmediklerini göstermek için inkârda daha da inatlaşmakla kalmayıp diğerlerine eza ve cefa ediyor ve bu suretle kötü bir imtihan vermiş oluyor; müslümanlar ise onlardan gördükleri hakaretlere, maddî ve mânevî baskılara sabredip Allah’a ve peygambere bağlılıklarını koruyarak iyi bir imtihan vermiş oluyorlardı.
Ancak âyeti, bu yorumu da içine alacak şekilde bütün insanlıkla ilgili olarak anlamak daha isabetli görünmektedir. Buna göre âyet, genel olarak insanlar arasındaki ilişkilerin gelişigüzel yürütülemeyeceğini, bu ilişkilerin belli insanî ve ahlâkî kuralları bulunduğunu göstermektedir. Bu kurallara uymak, kişisel çıkarlar ve benlik iddiaları yerine hak ve adalet ölçüleri içinde davranmayı zorunlu kıldığı, bu da yerine göre sabrı ve özveriyi gerektirdiği için âyette, “Bakalım sabredecek misiniz?” buyurulmuş; ardından da Allah’ın her şeyi görüp gözettiği hatırlatılmak suretiyle ödevlerini belirtilen kurallar çerçevesinde yerine getiren, böylece söz konusu sınavda başarılı olan kimselerle kurallardan saparak sınavda başarısızlık gösterenlere hak ettikleri mükâfat veya cezanın verileceğine işaret edilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 116-117
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. قَبْلَ zaman zarfı olup اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَبْلَ ve بَعْدَ muzâfun ileyhleri hazfedilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. الْمُرْسَل۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُم muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. لَيَأْكُلُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَأْكُلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الطَّعَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَمْشُونَ atıf harfi وَ ’la لَيَأْكُلُونَ ’ye matuftur. يَمْشُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْاَسْوَاقِ car mecruru يَمْشُونَ fiiline mütealliktir.
مُرْسَل۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بَعْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِبَعْضٍ car mecruru فِتْنَةً ’nin mahzuf haline mütealliktir. فِتْنَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَتَصْبِرُونَۚ
Hemze istifhâm harfidir. تَصْبِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يراً۟
Cümle تَصْبِرُونَ ’deki failin hali olaral mahallen mansubdur. وَ haliyyedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. رَبُّكَ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَص۪يراً۟ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümle, nefiy harfi مَٓا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşmuş kasrla tekid edilmiştir. Mef’ûlle hal arasındaki kasr, الْمُرْسَل۪ينَ maksûr/mevsuf, hal cümlesi maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.
مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ’deki مِنَ, tekid ifade eden zaid harftir
اِنَّ ’nin dahil olduğu اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ cümlesi, الْمُرْسَل۪ينَ ’nin halidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ muzari fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupla gelen وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِ cümlesi, .. لَيَأْكُلُونَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اَرْسَلْنَا - مُرْسَل۪ينَ kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِلَّٓا ‘ dan sonraki cümle mahzuf bir kelimenin sıfatıdır. Mana ise: “Bizim senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler mutlaka yerler ve dolaşırlardı.” şeklindedir. Burada car ve mecrurla yani مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ile yetinilerek kelime hazf edilmiştir. (Keşşâf)
اِلَّٓا رَسُولاً اِنَّهُمْ demektir, mevsûf (رَسُولاً) hazf edilmiştir, çünkü مُرْسَل۪ينَ ona delalet etmektedir, sıfat onun yerine geçirilmiştir. (Beyzâvî)
Yemek yer, çarşıda dolaşır ifadesinde kinaye yoluyla Resul’un (s.a.), ihtiyaçsız olamadığı, melek değil aksine bir insan olduğu vurgulanmış olmaktadır.
وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ
Cümle وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْضَكُمْ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Mef’ûl olan فِتْنَةًۜ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
بَعْضَ kelimesinin tekrarında reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu da ona söylenen şeyleri çürüttükten sonra ona, Resulullah’ (s.a.) tesellidir. Bunda kaza ve kadere de delil vardır. (Beyzâvî)
اَتَصْبِرُونَۚ وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يراً۟
İstinafiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen teşvik ve ikaz amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sabredecek misiniz sorusu “Sabrediniz!” anlamındadır. Yüce Allah'ın: [Vazgeçtiniz artık değil mi? (Maide Suresi, 91)] ayetinin “vazgeçiniz” anlamında oluşu gibi. O halde bu, Peygambere (s.a.) sabretmesi için verilmiş bir emirdir. (Kurtubî)
وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يراً۟ cümlesi, تَصْبِرُونَ ’deki failin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması Allah Teâlâ’nın Hz. Peygambere rahmet ve şefkatinin işaretidir.
رَبُّكَ izafetinde Hz. Peygambere ait zamirin Rabb ismine muzâf olması Resulullah'a şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müste’nefe olarak gelen bu cümlede hüsn-i ta’lil sanatı vardır.
Bu kelam, güzel sabrından dolayı Resulullah'a (s.a.) büyük mükâfat verileceğine dâir lütufkâr bir vaattir. Ayrıca رَبُّ kelimesinin, Resulullah'ı ifade eden zamire izafesi de onun için ziyadesiyle şereftir. (Ebüssuûd)
تَصْبِرُونَۚ - بَص۪يراً۟ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır.
جَعَلْنَا - رَبُّكَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
اَرْسَلْنَا - مُرْسَل۪ينَ ve تَصْبِرُونَۚ - بَص۪يراً۟ , kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.Allah’a teslim olan kul; Dünyanın hangi zorlu yolunda yürümek zorunda kalırsa kalsın, burada her şeyin geçici olduğunu bilir. Hangi hataları yaparsa yapsın, nefes aldığı sürece tövbe yoluna dönüp telafi edebileceği ümidini taşır. Hangi hastalıklarla mücadele ederse etsin, ecrinin Allah katında olduğuna iman eder ve O’nun izniyle başa çıkmayı öğrenir. Hangi acılarla başa çıkarsa çıksın, hiçbir şeyin boşa gitmediğine emin olur ve duygularını Allah’a arzederek, onları sindirmeyi öğrenir. Vesveselerle yalnızlığa ya da ümitsizliğe sürüklendiğinde, Allah’ın kendisinden haberdar oluşuyla rahatlar.
Allah’a teslim olan kul, teslim olmayanların haline üzülür. Zira; cehennemde bunların hiçbiri yoktur. Cehennemin yollarında, hiçbir şey geçici değildir. Pişmanlıklar faydasız ve tövbe kapısı kapalıdır. Umutsuzluk ve çaresizlik duvarları örülmüştür. Allah’ın azabıyla ve gazabıyla, başa çıkmak diye bir şey yoktur. Çektiği acılara alışması mümkün değildir. Aydınlıklar yerini karanlıklara bırakmıştır. Yok olmayı dilemesi boşadır. Hakiki yalnızlık ve ümitsizlik buradadır. Kaçış yoktur. Zira; Rabbi artık onunla değildir. Diğer cehennemlikler gibi unutulmuşların arasındadır.
Ey Allahım! Bizi koru. Gözlerimizi, cehennem ateşini görmekten. Kulaklarımızı, cehennem uğultusunu işitmekten. Bedenlerimizi, azabının şiddetini hissetmekten. Kalplerimizi, gazabının korkusuyla sarsılmaktan koru. Dünyada Seni anmayı unutanların ve ahirette yok olmayı dileyenlerin arasında olmaktan koru. Biz; cennetini isteyenlerdeniz. Bize; bu isteğimize uygun bir hayat yaşamamızı nasip et. Dünyada Seni ananların, rızan için çalışanların ve Sana ibadet edenlerin; ahirette mağfiretine mazhar olanların, istediği her şeye kavuşanların ve razı olduğun kullarının arasına kat.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji