بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi(ler) |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | لَا |
|
|
4 | يَرْجُونَ | ummayan(lar) |
|
5 | لِقَاءَنَا | bizimle karşılaşmayı |
|
6 | لَوْلَا | değil mi? |
|
7 | أُنْزِلَ | indirilmeli |
|
8 | عَلَيْنَا | bize |
|
9 | الْمَلَائِكَةُ | melekler |
|
10 | أَوْ | yahut |
|
11 | نَرَىٰ | görmeliydik |
|
12 | رَبَّنَا | Rabbimizi |
|
13 | لَقَدِ | andolsun ki |
|
14 | اسْتَكْبَرُوا | onlar büyüklük tasladılar |
|
15 | فِي | içlerinde |
|
16 | أَنْفُسِهِمْ | kendi |
|
17 | وَعَتَوْا | ve haddi aştılar |
|
18 | عُتُوًّا | bir azgınlıkla |
|
19 | كَبِيرًا | büyük |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl قَالَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْجُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لِقَٓاءَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani: “Değil mi?” manasındadır.
اُنْزِلَ mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. الْمَلٰٓئِكَةُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَرٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. رَبَّـنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُنْزِلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدِ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru اسْتَكْبَرُوا fiiline mütealliktir.
عَتَوْ atıf harfi و ’la makabline matuftur. عَتَوْ mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عُتُواًّ mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. كَب۪يراً sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ
وَ istînâfiyyedir. Öncesine atfedilmesi de caizdir. Müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidai kelamdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl لَّذ۪ين ’nin sıla cümlesi olan لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا, menfi muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması o kişilerin bilinen kimseler olmasının yanında, anılmalarının kerih görülmesi sebebiyledir. Bu onlara tahkir ifade eder.
رجى : Bilinen geniş manası ile emel (arzu) demektir. Lügatçıların çoğu birini diğeriyle açıklamışlardır. Bununla beraber aralarında ince fark gösterenler de vardır. İbnu Hilal'in Fürûk isimli eserinde, “Emel, sürekli bir arzu ve istektir. Onun için bir şeye bakış, devamlı olup uzayınca ‘teemmül etti’ uzunca düşündü denir. Bir de emel, mümkünde ve muhalde (imkansızda) olur, reca ise mümküne mahsustur denilmiştir.” Mısbâh'ta da der ki: Emel, ümitsizliğin zıddıdır. Çoğunlukla meydana gelişi uzak olan şeylerde kullanılır. طمع (Tam’a) ise meydana gelişi yakın olan şeyde kullanılır. Recâ, emel ile tam’a arasındadır. Çünkü recâ (ümit) eden emelinin meydana gelmemesinden korkar, bu sebepten tam’a manasında kullanılır. Recâ nefi halinde kullanıldığında bazan korku manasını da ifade eder. (Elmalılı)
لِقَٓاءَنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan لِقَٓاءَ tazim edilmiştir.
لِقَٓاءَ : Aslında bir şey ile buluşmaktır. Dokunmak, şart olmaksızın bir şeye ulaşmak diye de ifade olunmuştur. Görme fiili hakkında da kullanılır. Bundan dolayı likâullah (Allah'a kavuşmak), rü'yetullah (Allah'ı görmek) veya Allah'a ermek yahut kıyamet günü hesap ve ceza için yüce Allah'ın karşısına çıkmak demektir. “Karşımıza çıkacaklarını ümit etmeyenler” demek de kıyamet gününde tekrar dirilmeye ve toplanmaya, ahiret sorumluluğuna inanmadıkları için Allah'tan korkmayanlar demeyi de ifade eder. (Elmalılı)
Allah'a kavuşmaktan murat, ya tekrar dirilmek ve huzuruna toplanmaktır yahut Allah'ın hesabına kavuşmaktır. “Onların Allah'a kavuşmayı ummamaları”ndan murad da bunu hiç beklememeleridir. Çünkü onlar, tekrar dirilmeyi ve ahiret hesabını tamamen inkâr etmektedirler. (Ebüssuûd)
لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ cümlesi قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümleye dahil olan لَوْلَٓا tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir.
Mekulü’l-kavle matuf olan اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ cümlesi ise müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوْلاَ “meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak “bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً
لَ harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yine mazi fiil sıygasındaki وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle, kasemin cevabına atfedilmiştir. Cümle mef’ûlü mutlakla tekid edilmiştir.
كَب۪يراً kelimesi, عُتُواًّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَعَتَوْ عُتُواًّ (haddi aştılar) terkibinde cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. عُتُواًّ mefulu mutlaktır. عُتُواًّ zulümde haddi aşmak demektir. (Âşûr)
Böylesi cümle ile yeni söze başlamada güzellik vardır ve kibir ve taşkınlıklarına şaşma iması vardır. (Beyzâvî, Keşşâf)
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ وَيَقُولُونَ حِجْراً مَحْجُوراً
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ وَيَقُولُونَ حِجْراً مَحْجُوراً
Fiil cümlesidir. يَوْمَ mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. Takdiri, اذكر (zikret) şeklindedir.
يَرَوْنَ fiili لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا cümlesine matuftur. يَرَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمَلٰٓئِكَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ cümlesi mukadder mekulü’l-kavl olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقولون şeklindedir.
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. بُشْرٰى kelimesi لَا ’nın ismi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı, mahzuf لَا ‘nın haberine mütealliktir. Tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, يوم إذ يرون الملائكة (Melekleri gördükleri gün) şeklindedir.
لِلْمُجْرِم۪ينَ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi حِجْراً مَحْجُوراً ’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. حِجْراً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَحْجُوراً kelimesi حِجْراً ’in sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَحْجُوراً sülâsisi mücerredi حجر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
لِلْمُجْرِم۪ينَ sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ
Fasılla gelmiş ayette îcâzı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ, takdiri اذكر (Düşün, hatırla!) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَرَوْنَ ’deki zamir, önceki ayetteki الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ’ya aittir.
لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ cümlesi mukadder fiilin mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقولون (Derler.) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ cümlesi, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. بُشْرٰى , cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur. لِلْمُجْرِم۪ينَ bu mahzuf habere mütealliktir. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf habere müteallik olan zaman zarfı يَوْمَئِذٍ ’deki tenvin, mahzuf muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Takdiri, يوم إذ يرون الملائكة (Melekleri gördükleri gün) şeklindedir.
يَوْمَئِذٍ tekrardır ya da haberdir, لِلْمُجْرِم۪ينَ ’deki لِ beyaniyedir yani onları göstermek içindir. (Beyzâvî)
Bundan önce onların, kendilerine meleklerin indirilmesini teklif etmelerinin pek büyük bir hata ve son derece çirkin bir teklif olduğu beyan edildikten sonra burada da melekleri gördüklerinde nelerle karşılaşacakları beyan edilmektedir.
Ayette, “o meleklerin inecekleri gün” denilmeyip “o melekleri görecekleri gün” denilmesi, onların melekleri görmelerinin, kendilerinin teklif ettikleri şekilde bir görme olmayıp malum olmayan bir veçhile olacağını baştan bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ (O gün suçlular için hiçbir müjde yoktur) cümlesi, müjde cinsinden hiçbir şeyin verilmeyeceğini vurgulu bir şekilde ifade eder. Yani o gün suçlulara müjde verilmez. Vurgulu bir şekilde ifade etmek için fiil kipinden isim kipine dönülmüştür. (Safvetu’t Tefasir)
Cenab-ı Hakk'ın mücrimlere hiçbir sevinç haberi yoktur ifadesindeki بُشْرٰى, nefyin peşinden gelmiş olan nekire bir kelimedir. Binaenaleyh bu ifade, bütün zamanlardaki bütün müjde çeşitlerini içine alır. Biz Cenab-ı Hakk'ın, بُشْرٰى ifadesinin, bütün vakitlerde, bütün müjde çeşitlerinin nefyedilmesini gerektirdiğini anlamış oluyoruz. Daha sonra Cenab-ı Hak bu olumsuzluğu, yasak ifadesiyle de tekid etmiştir. Çünkü Allah'ın affetmesi, en büyük müjdedir. (Fahreddin er-Râzî)
يَوْمَ يَرَوْنَ (gördükleri gün) ifadesi iki sebepten biriyle mansubdur; ya لَا بُشْرٰى (müjde yoktur) ifadesinin delalet ettiği fiille yani “melekleri gördükleri gün kendilerine müjde verilmesi men olunur veya onlara müjde verilmez” anlamındadır ki bu durumda يَوْمَئِذٍ (o gün) kelimesi tekrar olur. Ya da gizli bir أذكر (zikret) fiili ile mansubdur. “Melekleri gördükleri günü zikret” anlamındadır ve daha sonra İşte o gün, günahkârlara müjde yoktur! denmektedir. لِلْمُجْرِم۪ينَ (günahkârlara) kelimesi ya zamir konumunda zahir isimdir veya umum ifade eden bir lafız olduğu için bütün günahkârları kapsamaktadır. (Keşşâf)
Müjdenin olmaması, onun zıddının olacağından kinayedir. Nitekim “Bilin ki şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez.” ifadesindeki, sevmemek öfkeden kinayedir. Bu itibarla “hiç müjde yoktur” ifadesi, onlar için büyük felaketler olacağına en beliğ ve kuvvetli şekilde delalet etmektedir. (Ebüssuûd)
وَيَقُولُونَ حِجْراً مَحْجُوراً
Cümle يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan حِجْراً مَحْجُوراً cümlesi mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubtur. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, faide-i haber talebî kelamdır.
مَحْجُوراً kelimesi حِجْراً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mekulü'l-kavl olan حِجْراً مَحْجُوراً ifadesinde mübalağa sanatı vardır.
حِجْراً مَحْجُوراً Bir düşman rastgeldiği veya tiksinti veren bir şey hücum ettiği sırada söylenen bir deyimdir ki fiili zikredilmemiş mutlak meful halinde tekidli (pekiştirmeli) bir cümledir. Fiili veya takdirinde emir veya geçmiş zaman kipi olabilir ve bu suretle yerine göre ya bir dua ve istiaze yani bir yalvarış ve sığınış yahut da bir men ve göz dağı verme ifade eder. Bir dua olduğunda “etme, kıyma, evlerden ırak, dağlara taşlara” demek manasında olur. Diğerinde de “yasak, men edilmiş, yahut davranma!” demek gibidir. Burada her iki anlam ile açıklanmıştır. (Elmalılı)
Sîbeveyhi bu kelimeyi “daima, açık olarak zikredilmeyen fiillerle mansub olan masdarlar” arasında zikreder.
Madem ki kelime sadece masdar olarak kullanılan bir lafızdır; ondan sonra مَحْجُوراً (engellenmiş) kelimesinin ona sıfat olarak zikredilmesinin izahı nedir? dersen şöyle derim: Bu sıfat mahrumiyet manasını tekid için zikredilmiştir. حِجْراً مَحْجُوراً ifadesinin meleklerin sözü olduğu da söylenmiştir. Buna göre mana şöyledir: Bağışlanma, cennet ve müjde kesinlikle haramdır size! (Harâmen muharremen…) Yani bunları size Allah haram kılmıştır. (Keşşâf)
Onlar meleklerin indirilmesini talep ve teklif edecekler. Ama melekleri gördükleri zaman, onlarla karşılaştıklarına hiç de memnun olmayacaklar; onlardan çok korkmuş olacaklar ve kötü bir hadise, şiddetli bir azap indiğinde söyledikleri sözü söyleyecekler. (Ebüssuûd)
حِجْراً - مَحْجُوراً ve يَوْمَ - يَوْمَئِذٍ gruplarındaki kelimeler arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً
Hebeve هبو: هَبا fiili toz kalktı ve havaya yükseldi demektir. İsim olarak هَباءٌ ise ince toz ve güneş ışığının küçük bir delikten içeri sızmasıyla görülebilen zerrelerdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda yalnızca 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hebâ olmaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Nesera نثر : نَثْرٌ bir nesneyi yaymak ve dağıtmak ya da saçmaktır. Kuran-ı Kerim'de de geçen bu köke ait infial babındaki إنْتَثَرَ formu yayıldı, dağıldı ve saçıldı anlamına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı türevde 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nesir ve mensurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَدِمْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, اِلٰى harf-i ceriyle birlikte قَدِمْنَٓا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ عَمَلٍ mahzuf hale mütealliktir. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri, إلى ما عملوه من عمل (Yaptıkları amellere) şeklindedir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri ناَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. هَبَٓاءً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مَنْثُوراً kelimesi هَبَٓاءً ’in sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْثُوراً sülâsisi mücerredi نثر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, اِلٰى harfiyle birlikte قَدِمْنَٓا fiiline mütealliktir. Sılası olan عَمِلُوا cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Olayın, henüz gerçekleşmemiş olduğu halde mazi sıyga ile ifade edilmesi, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir.
Car mecrur مِنْ عَمَلٍ, mahzuf hale mütealliktir. Kelimedeki tenvin, nev ve tahkir ifade eder.
مِنْ عَمَلٍ deki مِنْ, beyaniyyedir. مَا ’daki kapalılığı açıklar. عَمَلٍ’deki nekrelik, neviyet içindir. Hayır olan ameller demektir. (Âşûr)
وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ ifadesinde, sebep-müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً cümlesi, makabline فَ ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
هَبَٓاءً /Heba: Bir pencereden güneş ışığı vurduğu zaman içinde uçuştuğu görünen tozdur.
مَنْثُوراً : Saçılmış demektir. Zaten dağınık demek olan heba’yı (zerre) bir de bu şekilde nitelemek, onu bir daha saçılmış olarak tasvirdir ki o zerre hiç görülmez bir hale gelir. (Elmalılı)
هَبَٓاءً ’deki tenvin, tahkir ve taklil içindir.
مَنْثُوراً kelimesi هَبَٓاءً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً cümlesinde teşbih-i beliğ sanatı vardır. Teşbih edatı ve vech-i şebeh hazf edilmiş, müşebbehün bih olan هَبَٓاءً مَنْثُوراً ve müşebbeh هُ zikredilmiştir.
Bu tip teşbihlerde mübalağa kat kat fazladır. Çünkü, edatın hazfi müşebbehin müşebbehün bihle aynı olduğunu iddia ederken, vech-i şebehin hazfi de muhatabın her şeyi vech-i şebeh olarak düşünmesine imkân tanır. Bu yüzden belâgat alimleri bu tip teşbihlere “teşbîh-i belîğ” demişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Ayette kâfirlerin durumu ve onların inkârla işledikleri amellerin durumu temsilî istiare yoluyla anlatılmıştır. (Mahmud Sâfî)
عَمِلُوا - عَمَلٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Hakk'ın قَدِمْنَٓا ifadesinin manası, “Biz onların amellerine yöneldik” şeklindedir. Çünkü bir şeye yönelen, ona kastediyor, varıyor demektir. Kendisine yönelinen şeyde müessir olan ise kasttır. O halde bu demektir ki mecaz üslubuyla müsebbep zikredilmiş, sebep murad edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
قدوم ifadesinde istiare vardır. Çünkü القدم ancak kayıplara karıştıktan sonra geri dönmesi mümkün olan için doğru olur. Halbuki Yüce Allah gaib değil hazırdır, gidici değil kalıcıdır. Buna göre mana işlediklerine döneriz veya işlediklerine yöneliriz demektir. Bu, söz sahibinin قام فلان بفلان فى الناس (Falanca falancayı insanlar içinde ortaya dikti) demesine benzer ki (Onun ayıp ve kusurlarını ortaya döktü) demektir. Bu sözü söyleyen, bununla adamın oturduktan sonra ayağa kalkmasını, bir yere yerleşip sakin sakin durduktan sonra dikilmesini kastediyor değildir. Sadece onu yermeye, kusurlarını ortaya dökmeye yeltenip yöneldiğini ifade eder.
Alimlerden biri, (Ebu’l Hasen er-Rummani) bu konuda şöyle bir görüş daha zikretmiştir: Yüce Allah ayette, Onların işlediği her bir amele dönüp geldik buyurmuştur. Zira O, söz konusu insanlara, sanki (gözlerden) kaybolduktan sonra dönüp gelen kimse gibi muamele etmiştir. Çünkü uzun süre onlara mühlet ve vade vermesiyle, adeta onlardan uzaklaşıp gözlerinden kaybolan kimse gibi yapmış, sonra dönüp de onları mükellef tuttuğu işlerin tersini yaptıklarını görünce bozuk (fasit) amellerini boşa çıkarmış, onları itaatten dalalete sapmış kimseler olarak cezalandırılmıştır. Ancak birinci görüş daha güvenilirdir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Onu dağılmış toz haline getirdik cümlesinde teşbîh-i belîğ vardır. Zira buradan teşbih edatı ile vech-i şebeh kaldırılmış, böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. Yani onu değersizliği ve faydasızlığı hususunda, havada dağılmış toz haline getirdik demektir. (Safvetu’t Tefasir)
Kâfirlerin amellerinin zayi oluşu, kendisine bir faydası olmaması bakımından saçılmış toza benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Burada bir temsilî istiare vardır. Şöyle ki bütün iş ve halleri isyan etmiş ve bundan dolayı idarecileri tarafından verilip bütün evrak ve tutanakları parçalanarak dağıtılıp yok edilmiş bir topluluğun haline benzetilmiştir. Veya kudüm (varmak), kasıttan mecaz olduğu gibi büsbütün yok edilmiş, hiçe indirilmiş olan amel ve işlerinin de hedeflenen gayeden uzak kalması ve bir hedefe dizilmeleri mümkün olmaması nedeniyle saçılmış zerrelere benzetilerek teşbih-i müfred suretiyle ayrı ayrı birer istiare yapılmıştır. Yani o günahkârların misafirleri konuklamak, akrabaları gözetlemek, çaresizlere yardımcı olmak, insanlığa yararlı bir iş yapmak gibi bazı işleri varsa bile, o inkârcılıkları ve azgınlıkları yüzünden hepsi yok olmuştur. Hiçbirinin karşılığında bir fayda ve iyilik görmezler. (Elmalılı)
اَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُسْتَقَراًّ وَاَحْسَنُ مَق۪يلاً
اَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُسْتَقَراًّ وَاَحْسَنُ مَق۪يلاً
İsim cümlesidir. اَصْحَابُ mübteda olup lafzen merfûdur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh kesra ile mecrurdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı خَيْرٌ ’a mütealliktir. Tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. خَيْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَقَراًّ temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْسَنُ atıf harfi و ’la makabline matuftur. مَق۪يلاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
مَق۪يلاً sülâsisi mücerredi قيل olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
مُسْتَقَراًّ kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.
اَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُسْتَقَراًّ وَاَحْسَنُ مَق۪يلاً
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh olan اَصْحَابُ الْجَنَّةِ, muzâfı tazim ve veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ [Cennet ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cennette kalışları arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ [cennet ashabı] ibaresindeki اَصْحَابُ kelimesinin kökü صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kelimedir. Yine bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.
اَحْسَنُ مَق۪يلاً atıf harfi وَ ’la haber olan خَيْرٌ ’e atfedilmiştir.
Müsned olan خَيْرُ ve اَحْسَنُ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
مُسْتَقَراًّ ve مَق۪يلاً kelimeleri temyizdir.
خَيْرٌ - اَحْسَنُ ve مَق۪يلاً - مُسْتَقَراًّ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُسْتَقَراًّ : Karargâh yani oturmak, konuşmak için çoğu zaman kaldığı yer,
مَق۪يلاً : Öğle uykusu, uyku yeri, insanın kuşluk uykusunu uyuduğu, dinlendiği yer demektir. (Elmalılı)
مَق۪يلاً ifadesinde istiare vardır. Çünkü مَق۪يلاً içinde uyku uyunan yerlerin özelliklerindendir; oysa cennette uyku yoktur. Buna göre ifadenin açılımı şöyledir: Şayet cennette uyumak mümkün olsaydı o mekân, yatak ve döşeklerinin yumuşaklığı, gölgelerinin serinliği ile öğle uykusu (kâile) uyumaya elverişli yerlerin en güzeli olurdu. Bu ifade, Yüce Allah’ın, cennetliklerin anılmasına dair وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ فٖيهَا بُكْرَةً وَعَشِياًّ [Orada, sabah akşam kendilerine ait kendilerine ait rızıkları var.] (Meryem Suresi, 62) sözüne benzer. Yani “Dünya hayatında bilinen sabah-akşam vakitlerine benzer vakitlerde” demektir. Aslında cennetin zamanı gündüz ve gecelerle nitelenemez. Çünkü bu özellikle, güneşin doğuşu ve batışına bağlı olarak birbirini izleyen ve böylece doğuşuyla başlayan gündüz batışıyla başlayana gece adı verilen zamanın niteliklerindendir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلاً
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلاً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يَوْمَ zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, اذكر (zikret) şeklindedir. تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
تَشَقَّقُ merfû muzari fiildir. السَّمَٓاءُ fail olup lafzen merfûdur. بِالْغَمَامِ car mecruru تَشَقَّقُ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُزِّلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiilidir. Naib-i faili الْمَلٰٓئِكَةُ olup lafzen merfûdur.
تَنْز۪يلاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَشَقَّقُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi شقق ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلاً
Ayet و ’la 22. ayetteki يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ ibaresine atfedilmiştir. Veya وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri اذكر (Düşün, hatırla!) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muzâfun ileyhe hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلاً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle mef’ûlü mutlak olan تَنْز۪يلاً ’le tekid edilmiştir.
نُزِّلَ - تَنْز۪يلاً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, الْغَمَامِ - السَّمَٓاءُ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı sanatları vardır.
تَشَقَّقُ - نُزِّلَ kelimeleri arasında muzariden maziye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Bu bulutlar, “Onlar ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini mi beklerler?” ayetinde zikredilen buluttur. Deniliyor ki bu bulut, duman gibi ince ak bir buluttur. Bu bulut, ancak İsrailoğulları için olmuştur.
Ve o gün melekler de hiç görülmemiş acayip bir şekilde indirildikçe indirileceklerdir. Deniliyor ki: O gün gök, kat, kat yarılacak ve melekler, o bulutların arasından kulların amel defterleriyle inecekler. (Ebüssuûd)
Bu ayet müşriklerin, meleklerin indirilmesi hususunda öne sürdükleri talebe mebnidir. Böylece Cenab-ı Hakk bunun kendisi için birtakım sıfatlar bulunan o günde tahakkuk edeceğini beyan buyurmuştur.
Kıyametteki bazı durumlar bildirilmiştir.
Birinci sıfat: O gün sema, bulutları ile paramparça olacaktır.
İkinci sıfat: Bu “O gün gerçek hakimiyet Rahman’ındır.”
Üçüncü sıfat: Bu “Kâfirler için ise o pek yaman bir gündür.”
Dördüncü sıfat: Bu “O gün her zalim nedametle iki elini ısırır” ayetinin ifade ettiği husustur. (Fahreddin er-Râzî)
يَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ , göğün bulutla yarılacağı günü hatırla, demektir. (Kurtubî)
الْغَمَامِ kelimesindeki ال umum için değildir. O halde bu, ahd (belli bir bulutu göstermek) içindir. Bununla Hakk Teâlâ'nın Onlar, Allah'ın o buluttan gölgeler içinde, meleklerle, kendilerine gelivermesini mi bekliyorlar (Bakara Suresi, 210) ayetindeki bulut kastedilmiştir. وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلاً , öncesine matuf olan cümle de tenzilen mef’ûlu mutlaktır. Tekid ifade eder ve meleklerin orada koşuşturduklarının delilidir. (Fahreddin er-Râzî)
بِالْغَمَامِ ’daki بِ harf-i ceri عَنْ manasınadır. Sebebiyye ve mülabese için olduğu da söylenmiştir. (Âşûr)
Ve melekler bir indirilmekle indirilir o bulutun içinde, kulların amel defterleri ile. İbni Kesir نُنَزِّلَ okumuştur. نُنَزِّلَتْ fiili, أنْزِلَ şeklinde, نُزِلَ ve kelimedeki nûn'un hazfı ile نُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ şeklinde de okunmuştur. (Beyzâvî)
الْمَلٰٓئِكَةُ ’deki tarif istiğrak içindir. (Âşûr)اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يراً
اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ
İsim cümlesidir. اَلْمُلْكُ mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
الْحَقُّ kelimesi اَلْمُلْكُ ’nun sıfatı olup lafzen merfûdur. لِلرَّحْمٰنِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يراً
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يَوْماً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru عَس۪يراً’e mütealliktir. الْكَافِر۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. عَس۪يراً kelimesi يَوْماً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْكَافِر۪ينَ sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لِلرَّحْمٰنِۜ, mahzuf habere mütealliktir. يَوْمَئِذٍ , masdar kalıbındaki اَلْمُلْكُ ’ye mütealliktir.
يَوْمَ , zaman zarfıdır. اَلْمُلْكُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir.
Muzâfun ileyh konumundaki ئِذٍ , aslında sükun üzere mebni bir kelimedir. Burada kelimenin sonundaki tenvin, mahzuf muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır.
الْحَقُّ kelimesi, mübteda olan اَلْمُلْكُ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde لِلرَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يراً
Cümle istînaf cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir.
كَان ’nin dahil olduğu subut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
عَس۪يراً kelimesi, كَانَ ’nin haberi olan يَوْماً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Car mecrur عَلَى الْكَافِر۪ينَ, sıfat-ı müşebbehe kalıbındaki عَس۪يراً ’e mütealliktir.
عَلَى الْكَافِر۪ينَ’deki car mecrurun takdiminde izafi kasr vardır. (Âşûr)
Kâfirler için zor bir gün olduğu belirtilen ayetin anlamına, müminler için kolay olduğu anlamı idmâc edilmiştir.
O ö gün hükümranlık, kulları için son derece merhametli olan Allah'a mahsus olmakla beraber kâfirler için pek zor bir gündür. Müminler için ise Allah'ın lütfu keremiyle o gün pek kolay bir gündür. Nitekim hadiste şöyle denilmektedir: “Kıyamet günü müminler için o kadar kolaylaştırılır ki dünyada kıldığı bir farz namazdan bile hafif geçer.” Bu cümle, makabli için bir izah mahiyetindedir. (Ebüssuûd)
Buradaki “hak” kelimesi “mülk”ün sıfatıdır ve takdiri, “el-mülkü'l-Hakkı” şeklindedir. “Hak” kelimesinin, başında mukadder bir (kastediyorum, demek istiyorum) fiili ile mansub okunması da caizdir. “Hakimiyetin gerçek (hak) olarak nitelenmesi ise sona ermemesi ve değişmemesi manasınadır” denmiştir. Buna göre eğer “Böylesi mülk, zaten ancak Allah için söz konusudur. Binâenaleyh ayette ‘O gün gerçek hâkimiyet O'nundur.’ denilmesinin manası nedir?” denirse biz deriz ki: O gün, ne şeklen ne de gerçek manada, Allah Teâlâ dışında malik yoktur. Diğer günlerin aksine artık o gün, bütün hükümdarlar O'na boyun eğer, bütün yüzler O'na döner ve bütün zorbalar, O'nun önünde zilletini kabul eder.” (Fahreddin er-Râzî )
وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪ير [Kâfirler için ise o pek yaman bir gündür] ayetinin manası açıktır. Çünkü Allah Teâlâ bütün halleri bilen ve dilediği her şeye kādir olandır. Diğer varlıklar ise acizlik yuları ve kahır gemi ile gemlenmiştir. Binaenaleyh o gün, kâfirler için çok zor bir gün olacaktır. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلاً
Adda عضّ : عَضٌّ dişlerle kavrayıp şiddetli bir biçimde ısırmaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir şekli bulunmamakla birlikte azı (dişler) işari olarak manayı hatırlatır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلاً
وَ istînâfiyyedir. يَوْمَ zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, اذكر (zikret) şeklindedir.
يَعَضُّ الظَّالِمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَعَضُّ merfû muzari fiildir. الظَّالِمُ fail olup lafzen merfûdur. عَلٰى يَدَيْهِ car mecruru يَعَضُّ fiiline mütealliktir. يَدَيْهِ kelimesi müsenna olduğu için ي ile mecrurdur. يَدَي ’in sonundaki نَ izafetten dolayı hazf edilmiştir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقُولُ يَا لَيْتَنِي cümlesi الظَّالِمُ ’nun hali olup mahallen mansubdur.
يَقُولُ damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ ’dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. لَيْتَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. ى mütekellim zamiri لَيْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. اتَّخَذْتُ fiili, لَيْتَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
اتَّخَذْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı, mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. الرَّسُولِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. سَب۪يلاً birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذْتُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
الظَّالِمُ sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ
Ayet وَ ’la 22. ayetteki يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ ibaresine atfedilmiştir. Veya وَ, istînâfiyyedir. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri اذكر (düşün, hatırla!) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَعَضُّ , nedametten kinayedir. (Âşûr)
الظَّالِمُ ’deki marifelik istiğrak olabileceği gibi ahd için de olabilir. (Âşûr)
الظَّالِمُ kelimesindeki lâm-ı tarif mâhutluk belirtmekte olup onunla özel olarak Ukbe’nin kastedilmesi mümkün olduğu gibi, cins için olması, böylece Ukbe’yi ve diğerlerini içine alması da mümkündür. O kişi Peygamber (s.a.) ile birlikte olup onunla aynı yolda -ki hak yoludur- yürümüş olmayı ve dalalet ve arzuların kendisini farklı yollara sürüklememiş olmasını temenni edecektir. Veya o şahsın “Ben sapıtmış, tamamen yoldan çıkmıştım. Keşke Peygamber ile birlikte olarak kendime bir yol tutsaydım!” diyeceği murad edilmiş de olabilir. (Keşşâf)
Kâfirin duyduğu pişmanlık elini ısırmak lafzıyla ifade edilmiştir. Yine pişmanlık, avucunu evirip-çevirmek şeklinde de ifade edilmiştir. Bunlar arasındaki alaka; pişmanlık ve ayette geçen ifadenin vücût dili olmasıdır. Yani utanan insanın yüzünün kızarması gibi gadablanan insanın kaşlarını çatması veya suratını asması gibi, pişmanlık duyan insan da gayri ihtiyarî olarak bu hareketleri yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Dünyada iken Allah’a kullukta kusur edip yanlış arkadaşlar edinenlerin kıyamet günündeki pişmanlıklarının kinaye yoluyla anlatıldığı bu ayet-i kerimenin izahında müfessirimiz aynen şu açıklamaları yapar: Elleri ısırmak, parmak uçlarını yemek, dişleri gıcırdatmak ve benzeri hareketler öfkeden ve pişmanlıktan kinayedir. Çünkü bütün bu davranışlar öfkenin ve pişmanlığın arkasından meydana gelirler. (Beyzâvî, IV, 215)
يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلاً
Fasılla gelen bu cümle الظَّالِمُ ’dan hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلاً cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَا harfi, tenbihten mücerret, tahzir manasındadır. Nidanın cevabı, لَيْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَيْتَ ’nin haberi اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلاً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahassür, pişmanlık amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl olan سَب۪يلاً ’deki tenvin tazim içindir.
Temenni: Husûlü arzu edilmekle ve sevilmekle birlikte imkânsız ya da ihtimali çok zayıf bir şeyin olmasını istemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الرَّسُولِ kelimesindeki el takısı, ahd-i hâricî ilmîdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً
يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً
يَا nida harfidir. وَيْلَتٰٓى münada olup mukadder fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً ‘dir.
لَيْتَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. ى mütekellim zamiri لَيْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً cümlesi, لَيْتَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
اَتَّخِذْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. فُلَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. خَل۪يلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً
Zalimlerin sözlerinin devamı olan cümle istînâf olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَا harfi, tenbihten mücerret, tahzir manasındadır. Nidanın cevabı olan ve لَيْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَيْتَ ’nin haberi olan لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً cümlesi, menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Temenni: Husûlü arzu edilmekle ve sevilmekle birlikte imkânsız ya da ihtimali çok zayıf bir şeyin olmasını istemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahassür, pişmanlık amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl olan فُلَاناً ve خَل۪يلاً kelimelerindeki tenvin, cins ve tahkir içindir.
Ayet-i kerîme’de geçen وَيْلَتٰى kelimesinin elifi izafet ى ’sından ivazdır. Yani: يا ويلتي demektir. Bunun manası; Vay helakim, mahvoldum şeklindedir.
يَا وَيْلَتٰى - لَيْتَن۪ي kelimeleri arasında cinas, mürâât-ı nazîr sanatı, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الهن (şey) kelimesi cins isimlerden kinaye olduğu gibi فُلَاناً kelimesi de özel isimlerden kinayedir. Eğer bu kelimeyle cins murad edilirse herhangi bir saptırıcıyı kendine dost edinen kişinin o dostu için özel isim olur ve kelime ondan kinaye olur. (Keşşâf)
لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَاناً خَل۪يلاً [Keşke falanı dost edinmeseydim.] ayetinde filandan kasıt Umeyye'dir. Ondan filan diye söz edilerek, isminin açıkça zikredilmeyişi bu tehdidin sadece ona münhasır kalmaması, aksine bu İkisinin fiillerinin benzerini yapan herkesi kapsaması İçindir. Mücahid ve Ebu Recâ derler ki: Buradaki zalim her zalim hakkında umumidir. Filandan kasıt da şeytandır. Bu görüşün lehine bundan sonra gelen: Zaten şeytan insanı yardımsız olarak ortada bırakır ayeti delil gösterilmiştir. (Kurtubî)
Kıyamet günü zalimin bu temennisi, her ne kadar pişmanlık ve hayıflanma göstermek için ise de aynı zamanda cinayetini başkasına yakıştırmaya çalışmak suretiyle zımnen bir nevi gerekçe ve özür beyanı mahiyetindedir. (Ebüssuûd)
لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولاً
لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَضَلَّن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Mütekellim zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنِ الذِّكْرِ car mecruru اَضَلَّن۪ي fiiline mütealliktir. بَعْدَ zaman zarfı, اَضَلَّن۪ي fiiline mütealliktir.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَن۪ي ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. الشَّيْطَانُ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
لِلْاِنْسَانِ car mecruru خَذُولاً ’e mütealliktir. خَذُولاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup mansubdur.
خَذُولاً mübalağalı ism-i faili kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
الإضْلالُ haktan uzaklaşmak manasına müsteardır. (Âşûr)
الذِّكْر , Kur’an-ı Kerim veya şehadet kelimesidir. (Âşûr)
الذِّكْرِ ile kasıt, “Allah'ı zikirden yahut Kur'an'dan veya Resulullah'ın va'z-u nasihatından” demektir. Yine bir kimsenin kelime-i şehadeti söyleyip İslam'a girişi de kastedilmiş olabilir. (Fahreddin er-Râzî)
Zaman zarfı اِذْ ve akabindeki cümle, اَضَلَّن۪ي ’ye müteallık olan zaman zarfı بَعْدَ ’nin muzafun ileyhidir. Zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan جَٓاءَن۪ي cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Bu kelam, mezkûr temennisinin gerekçesinin beyanı mahiyetindedir. Kelamın başında yeminin zikredilmesi, hatasını, pişmanlığını ve hayıflanmasını ziyadesiyle beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)
وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولاً
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لِلْاِنْسَانِ, ihtimam için amili خَذُولاً ’e takdim edilmiştir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
الخَذْلُ : Yardımsız bırakmaktır. خَذُولًا (hazûl) ondan mübalağa kipidir. Yani gerek cinlerden, gerek insanlardan olsun şeytan insanın hayrına dost olmaz, kendi hesabına bir felakete düşürmek için dost görünür; sonunda da başı sıkıntıya girince onu yardımsız bırakır, çekiliverir. (Elmalılı)
كَانَ ’nin haberinin, isminin bir cüzü olduğu düşünüldüğünde, şeytanın, felaket içinde yüzüstü, yardımsız bırakmak özelliğinin onun ayrılmaz bir parçası olduğu anlaşılır.
Bu kelam, makabli için bir açıklama mahiyetindedir. Bu cümle ya doğrudan doğruya Allah kelamındandır yahut zalimin kelamının devamıdır. Buna göre bunu söyleyen zalim, dostunu şeytanî vasıfların en özeti olan saptırmakla vasıflandırdıktan sonra onu şeytan olarak vasıflandırmıştır. Yahut şeytandan İblis’i kastetmiştir. Çünkü vesvesesi ve iğva ile kendisini saptıranların dostluğuna ve hidayetçi olan Resulullah’ın muhalefetine sevk eden İblistir. Şeytanın, onu yüzüstü bırakmakla vasıflandırılması da zımnen bildiriyor ki şeytan ona dünyada vaatlerde bulunuyor ve ahirette ona faydalı olacağı umudunu ona veriyordu. Bu, İblis’in haline daha uygundur. (Ebüssuûd)
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوراً
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوراً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fethe üzere mebni mazi fiildir. الرَّسُولُ fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِي ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida, رَبِّ münadadır. رَبِّ kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوراً cümlesidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
قَوْمِي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّخَذُوا fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. هٰذَا işaret ismi mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْقُرْاٰنَ kelimesi ism-i işaretten bedeldir. مَهْجُوراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوراً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Allah Teâlâ bize Hz. Peygamber‘in sözlerini bildiriyor.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Peygamberimizin, Resulullah unvanıyla zikredilmesi, hakkı tahkik etmek ve kâfirlerin kafasına vurmak içindir. Zira o kâfirlerden hikâye edilenler, Peygamberimizin peygamberliği hakkındaki eleştirileridir. (Ebüssuûd)
Münada konumundaki رَبِّ izafetinde, mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوراً cümle, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوراً şeklinde mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, mekulü'l-kavl ve istikrar ifade etmiştir. (Halidî, Vakafat, s. 107)
İki mef’ûle müteaddi olan اتَّخَذُوا fiilinin birinci mef’ûlünün هٰذَا ile işaret edilmesi, Kur’an’a dikkat çekmek ve ona tazim içindir.
Peygamber, Allah'a şöyle şikâyet etmektedir: Kavmim bu Kur'an'ı mehcur tuttular. Mehcur tutmak مَهْجُوراً iki anlama gelir; birisi terk edip uzak durmak, onunla amel etmemektir. Zira bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Her kim de Kur'an'ı öğrenir de mushafını asar, ilgilenmez ve bakmazsa kıyamet günü gelir, yakasına sarılır ‘Ya Rabb! Bu kulun beni mehcûr tuttu (beni terk edip uzak kaldı, benimle amel etmedi), benimle arasında hüküm ver.’ der.” Diğer anlamı ise hakkında saçma sapan konuştular, evvelkilerin uydurma masalları dediler, demektir. Peygamberin bu şekilde şikâyetini söylemek büyük bir tehdittir. Çünkü peygamberler kavmini Allah'a şikâyet ettikleri zaman haklarında azap çabuklaştırılmış olur. (Elmalılı)
مَهْجُوراً ’nin nekre gelişi kesret ifade eder.
Bu kelime, الهجران “hicran” masdarındandır ve “onlar ona iman etmediler, onu kabul etmediler ve o Kur'an'ı dinlemekten hicret ettiler, yüz çevirdiler” demektir.
Ya da أهجر fiilindendir. Yani مهجورا فيه “hakkında atılıp-tutulan, ileri-geri konuşulan” demektir. Kur’an hakkındaki “hecr”leri yani atıp-tutmaları, “Bu sihirdir, şiirdir, yalandan, saçma-sapan şeylerdir.” demeleridir. (Fahreddin er-Râzî)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müfessirlerin çoğu, bunun Hz. Peygamberin (s.a.) bizzat söylediği bir söz olduğu kanaatindedirler. Ebu Müslim ise “Hayır, bununla Hz Peygamberin (s.a.) ahirette böyle söyleyeceği manası kastedilmiştir. Bu tıpkı, ‘Her ümmete bir şahit getirdiğimizde ve seni de bunlara şahit kıldığımızda (halleri) nice olacak?’ (Nisa Suresi, 41) ayetinde anlatılan husus gibidir.” demiştir. Birinci görüş daha uygundur, çünkü ayetin lafzına (zahirine) daha uygundur. Birde Hakk Teâlâ'nın, bundan sonraki “Biz, her peygambere günahkârlardan böyle düşmanlar kıldık.” ifadesi, Hz Peygamber (s.a.) için bir tesellidir. Bu ise ancak o sözün dünyada iken ondan sadır olması haline uygun düşer. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette geçen الرَّسُولُ kelimesindeki harf-i tarif, ahd-i haricî sarîhîdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ مِنَ الْمُجْرِم۪ينَۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ هَادِياً وَنَص۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | ve böylece |
|
2 | جَعَلْنَا | biz var ettik |
|
3 | لِكُلِّ | her |
|
4 | نَبِيٍّ | elçiye |
|
5 | عَدُوًّا | bir düşman |
|
6 | مِنَ | -dan |
|
7 | الْمُجْرِمِينَ | suçlular- |
|
8 | وَكَفَىٰ | yeter |
|
9 | بِرَبِّكَ | Rabbin |
|
10 | هَادِيًا | yol gösterici olarak |
|
11 | وَنَصِيرًا | ve yardımcı olarak |
|
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ مِنَ الْمُجْرِم۪ينَۜ
وَ istînâfiyye, كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili جَعَلْنَا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri, جعلًا مثلَ ذلك جعلنا (Yaptığımız gibi bir şekilde yapmak) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لِكُلِّ car mecruru عَدُواًّ’in mahzuf haline mütealliktir. نَبِيٍّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَدُواًّ kelimesi جَعَلْنَا fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ car mecruru جَعَلْنَا fiilinin mahzuf mef’ûlun bihine mütealliktir.
الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَفٰى بِرَبِّكَ هَادِياً وَنَص۪يراً
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَفٰى mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِ harf-i ceri zaiddir. رَبِّ lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَادِياً hal olup fetha ile mansubdur. نَص۪يراً atıf harfi و ’la makabline matuftur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil)
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Ayetin Sayfasına Git (287)
هَادِياً kelimesi sülâsî mücerred olan هدى fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ مِنَ الْمُجْرِم۪ينَۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ, amili جَعَلْنَا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
İstînafiyye olarak fasılla gelen جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَدُواًّ ’deki tenvin, kesret ve tahkir, نَبِيٍّ ’deki tenvin ise kesret ve tazim içindir.
Car mecrur مِنَ الْمُجْرِم۪ينَۜ, mef’ûl olan عَدُواًّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
عَدُواًّ lafzının tekile de çoğula da ihtimali vardır. Burada cemi manasınadır. (Âşûr)
Bu kelam-ı kerim, Peygamberimiz için bir teselli mahiyetinde olup kendisini önceki peygamberlere uymaya sevk etmektedir. (Ebüssuûd)
وَكَفٰى بِرَبِّكَ هَادِياً وَنَص۪يراً
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Tekid ifade eden zaid بِ harfi nedeniyle mecrur olan رَبِّكَ , fiilin faili olarak merfû mahaldedir. بِ zaiddir. Tekid ifade eder.
Zeccâc, “Buradaki بِ harf-i ceri zaiddir. Yani كفى ربك وهاديا ونصيرا takdirindedir. هاديا ve نَص۪يراً kelimeleri de hal olarak mansubdurlar. Yani ‘O, dinî ve dünyevî menfaatlere hidayet eder, sevk eder ve düşmanlarınıza karşı size yardım eder.’ demektir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Peygamberimize aid zamirin رَبِّ lafzına izafeti, ona tazim, teşrif ve destek anlamlarına gelmektedir.
هَادِياً - نَص۪يراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
جَعَلْنَا - كَفٰى arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
Bu kelam-ı kerim, Peygamberimizi bütün düşmanlarına karşı muzaffer kılmak hususunda lütufkâr bir vaattir. (Ebüssuûd)
Yol gösteren ve yardım eden olarak anlamındaki, هَادِياً وَنَص۪يراً kelimeleri hal veya temyiz olarak nasb edilmişlerdir. Rabbin sana hidayet verecek, doğru yolu gösterecek, sana yardım edecektir. O bakımdan sana düşmanlık edenlere aldırma demektir. (Kurtubî)وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ جُمْلَةً وَاحِدَةًۚ كَذٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِه۪ فُؤٰادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْت۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi(ler) |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لَوْلَا | değil miydi? |
|
5 | نُزِّلَ | indirilmeli |
|
6 | عَلَيْهِ | ona |
|
7 | الْقُرْانُ | Kur’an |
|
8 | جُمْلَةً | toptan |
|
9 | وَاحِدَةً | bir defada |
|
10 | كَذَٰلِكَ | böyle yaptık |
|
11 | لِنُثَبِّتَ | biz sağlamlaştırmak için |
|
12 | بِهِ | onunla |
|
13 | فُؤَادَكَ | senin kalbini |
|
14 | وَرَتَّلْنَاهُ | ve onu okuduk |
|
15 | تَرْتِيلًا | ağır ağır |
|
Ratele رتل : رَتْلٌ bir nesnenin cüzlerinin bir araya toplanarak aralıksız ve aynı doğrultuda kesintisiz bir şekilde birbirini takip edecek şekilde dizilmesi, yerleştirilmesi ve düzenlenmesidir. تَرْتِيلٌ' a gelince o kelamın ağızdan kolaylıkla ve akıcı bir şeklide çıkmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de Tef'il formunda toplam 4 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli tertildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ جُمْلَةً وَاحِدَةًۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا مِنْهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ جُمْلَةً وَاحِدَةً cümlesidir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْلَٓا cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için gelmiştir, هلا yani “Değil mi?” manasındadır.
نُزِّلَ meçhul mebni mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru نُزِّلَ fiiline mütealliktir. الْقُرْاٰنُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. جُمْلَةً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاحِدَةً kelimesi جُمْلَةً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُزِّلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَذٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِه۪ فُؤٰادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْت۪يلاً
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Bu ibare, mahzuf masdarın sıfatına mütealliktir. Takdiri, نزلناه تنزيلا كذلك (Onu bu şekilde bir inzalle indirdik.) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir, mecrurdur.
لِ harfi, نُثَبِّتَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أنزل (indirdik.) şeklindedir.
نُثَبِّتَ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. بِه۪ car mecruru نُثَبِّتَ fiiline mütealliktir. فُؤٰادَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَتَّلْنَاهُ cümlesi atıf harfi و ’la mukadder cümleye matuftur. Takdiri, أنزلناه (onu indirdik.) şeklindedir.
رَتَّلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تَرْت۪يلاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِنُثَبِّتَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ثبت ’dir.
رَتَّلْنَاهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi رتل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ جُمْلَةً وَاحِدَةًۚ
وَ istînâfiyyedir. Allah Teâlâ bize bu ayette kfirlerin sözlerini bildiriyor.
Müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidai kelamdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl لَّذ۪ين ’nin sılası olan كَفَرُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınması, onların adını yahut sıfatlarını açıkça söylemekten imtina edilmesi sebebiyle olabilir.
قَالَ fiilinin mekulü’l- kavli olan لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümleye dahil olan لَوْلَٓا harfi, bu cümlede tahdid manasındadır.
Car mecrur عَلَيْهِ, siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.
وَاحِدَةً kelimesi, جُمْلَةً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَوْلاَ “meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak “bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
لَوْلَا, burada “değil miydi” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Bu mesela, “Bize yakın zamana kadar geciktirmeli değil miydin?” (Nisa Suresi, 77) ve “İman edip de bu imanı kendisine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı ya!” (Yunus Suresi, 98) ayetlerinde olduğu gibi. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)
İnkârcılar, “Kur'an ona hep birden indirilseydi ya!” dediler ki gereksiz bir itirazdır. Sanki Tevrat birden indirilmiş de Kur'an da öyle olsa imiş. Gerçek şudur ki icaz yani benzerinin yapılamaz oluşu, tek tek ayet ayet indirilmesi ile hepsi birden indirilmesi arasında fark olmayacağıdır; hatta parça parça indirilmesi, onun bir benzerini yapma konusunda kendileri için daha da faydalıdır. Bu yüzden kalbine iyice yerleştirmek için böyle indirdik; böyle ayrı ayrı cümle cümle indirmekle önce, belleğe alınması sağlam olacak. İkincisi, peyderpey olaylara göre inişinde mana yönünden daha fazla bir görüş ve derinlik; hem teorik, hem pratik bir kıymet ve güç bulunacak. Üçüncüsü, her yeni inen ile ayrıca bir meydan okuyup çekişmeden aciz bırakılarak her defasında yeni bir kalp kuvveti verilecek. Dördüncüsü, nasih ve mensuh ile zamanına göre hüküm koymayı, açıklamanın ve tefsirin çeşitli usül ve kuralları öğretilecek... Bu şekilde ve benzersiz bir tertil ile tertil eyledik; ağır ağır, güzel bir okuyuşla okuduk. (Elmalılı)
كَذٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِه۪ فُؤٰادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْت۪يلاً
Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, takdiri نزلناه تنزيلا كذلك (Onu bu şekilde bir inzalle indirdik.) olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle) aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
كَذٰلِكَ mahzûf mastarın sıfatıdır, işaret de parça parça inmesinedir, çünkü “Kur'an ona toptan indirilmeli değil miydi?” sözünden bu anlaşılmaktadır. Bunun kâfirlerin sözlerinden olma ihtimali de vardır, o zaman كَذٰلِكَ lafzı üzerinde vakf edilir, işaret de geçmiş kitaplara olur. (Beyzâvî)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِنُثَبِّتَ بِه۪ فُؤٰادَكَ cümlesi, mecrur mahalde olup mahzuf bir fiile mütealliktir. Takdiri, أنزلناه (Onu indirdik)’tir. İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle bu takdire göre, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فُؤادُ burada akıl manasınadır. (Âşûr)
تَرْت۪يلاً , kelamda, sözün kelimelerinin birbiri ardınca, tek tek, yavaş yavaş söylenmesi demektir. Dişlerin “tertil”i ise dişlerin seyrek bir şekilde düzene konulmuş, dizilmiş olması demektir. Nitekim Arapçada “güzel dizilmiş dişler” manasında ثغر رتل denir ki bu, muhkem, kuvvetli, sımsıkı olmanın zıddıdır. (Fahreddin er-Râzî)
تَرْت۪يلاً ’deki nekrelik tazim içindir. (Âşûr)
وَرَتَّلْنَاهُ تَرْت۪يلاً cümlesi, önceki cümlede mukadder olan fiile matuftur. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümlede mef’ûlu mutlak تَرْت۪يلاً, tekid ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede fiiller azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
نُزِّلَ عَلَيْهِ - فُؤٰادَكَ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
جُمْلَةً وَاحِدَةًۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, رَتَّلْنَاهُ - تَرْت۪يلاً kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu sayfada ayet sonlarındaki كَبِيراً ve سَبِيلاً kalıbında gelen, muvazene teşkil eden kelimeler, sayfaya güzel bir seci ahengi vermiştir.
Allahım!
Söyledikleriyle kibir duygularını besleyenlerle ve azgınlıkta sınır tanımayanlarla oturup kalkmaktan ve o tür hallerle aynada gözgöze gelmekten Sana sığınırız. Kalbimizde kibire dair olan her şeyi temizle.
Bize melekleri gördüğümüz günü kolaylaştır. O gün iyi haberler alanlardan ve cennet bahçeleriyle müjdelenenlerden olmamızı nasip eyle. Dünyada seçtiği dostlarından dolayı yüzü aydınlananlardan ve onlarla selamlaşanlardan eyle.
Yeryüzünde Kur’an-ı Kerim ile olan dostluğumuzu pekiştir ve ona olan ilgimizi arttır. Kelamını en doğru şekilde öğrenmemizi, ayetlerinin hepsine iman etmemizi, ilimlerinden nasiplenmemizi ve yaşamamızı kolaylaştır.
Kelamını; muhabbetle okumamızı, üzerinde düşünmemizi ve ibret almamızı nasip eyle. Nuru ile; ibadetlerimizi bereketlendir, bedenlerimizi süsle ve kalplerimizi güzelleştir. Mahşer günü, bir dostumuz da kelamın olsun. Ona olan sevgimize ve verdiğimiz değere şahitlik etsin. Dünyada elimizden tuttuğu gibi, mahşer günü de elimizden tutsun. Rahmetin ile karanlıklardan korusun, aydınlıklara ulaştırsın. İznin ile onu indirdiğin Peygamber Efendimiz (sav)’e ve ilk iman edenlere, cennet bahçelerinde kavuştursun.
Amin.
***
Zorluklara bedel anlar vardır. Belki de herkes o belli başlı anların hayalinin getirdiği ümitle dolar. Böylece düştüğü zaman yeniden ayağa kalkar. Umduğuna kavuştuğu zaman duyguların ve düşüncelerin coşkusuyla neşelenir. Diğer bir yönden tamamlanmış hissiyle sakinleşir. ‘Değdi’ kelimesini telaffuz eder. Hayatın iniş çıkışlarıyla mümkün olmayacağını bilse bile hep o anın içinde tanıştığı mutmain haliyle kalmak ister.
Zorlukları kolaylaştırıcı rol oynayan veya kimi rollerin devamını sağlayanlar, bu tür anlardır. Başlangıçlara ve sonlara bağlı değildirler. Süreçlerin ve ilişkilerin içine yayılmışlardır. Farkedilmeyi beklerler. İşte bu yüzden de insan, anda kalmaya çalışır. Hamilelik sonrası bebeğe kavuşmak, zorluklara rağmen eşe duyulan sevgiyi hatırlamak, yorucu dönemin ardından tatile çıkmak en yaygın örnekler arasında sayılabilir.
Sadece dünyalık niyetlerle kazanılan anların süresi çok kısadır. Kimine tutunmak için insan çeşitli bağımlılıklar geliştirmesi gerektiğini hisseder. Mesela dışarıdan hoş görünse de başarıdan başarıya, ünvandan ünvana koşma hevesi de bir çeşit bağımlılıktır. Bazen de düşlediği anın içinde aradığını bulamaz ve derin bir hayal kırıklığı çukurunun içine düşer. Çabalarının, yaşadıklarının boşa gittiğini düşünür ve devam edecek doğru sebebi bulamazsa eğer, yuvarlanır gider.
Allah için yaşayanın hayatı sayısız mutmain anlarla doludur. Zira, Allah’ın huzurundan ellerinin ve kalbinin hiç boş dönmediğini ve hiçbir şeyi boşa yaşamadığını bilir. Baktığı, dinlediği ve bulunduğu her yerde Rabbi yanındadır. Bu halin, cennette kalıcı hale gelmesinin bekleyişindedir. İnkarcı olarak ölen ise hakikati görünce pişmanlıkla dolar. Anlaşılan odur ki; yeryüzünde Allah’ın adının anılıp anılmamasına göre yalancı (nefsin hissettiği) ve gerçek (kalbin hissettiği) mutmain anlar diye bir ayrım vardır.
Ey Allahım! Kalplerimizi iman ile mutmain kıl. İki cihanda da gönüllerimizi hakiki huzur ile doldur. Ve bizi nurun ile aydınlat. Nefsin hevesleriyle mutluluğa kavuştuğumuz yanılgısından kurtar. Her anımızda, Senin rızanı umanlardan eyle. Kurulan ilişkileri ve yapılan işleri güzelleştiren, zorlukları ve yorgunlukları hafifleten; katından nimet olarak gelen anları fark edenlerden ve onların kıymetini bilenlerden eyle. Geçici anların hevesleriyle iki dünyamızı da harcamaktan muhafaza buyur. Zihinlerimizi, Sana kavuştuğumuzun ve Sana kavuşmamıza vesile olacak işlerin hayalleriyle doldur. Ve o hayalleri kalplerimize sevdir. Dirildiğimiz gün ise ‘elhamdulillah değdi’ diyerek bir daha bizi hiç terk etmeyecek -an olmaktan çıkıp kalıcı olan- hakiki mutmain hale bürünenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji